Bülent Dikmeneeeeer...

Cumhuriyet'te yayınlanan  “Ayşekadın Fasulye" başlıklı bir “Ankara Notları”ndan yargılanacaktık. İstanbul Ağır Ceza Mahkemelerinden birinin kapısında. Yazı İşleri Müdürü Bülent Dikmener, avukatımız Orhan Apaydın, foto muhabiri ar­kadaşımız bekleşiyorduk. Bir ara, "içeri girelim de, görülen duruşmayı izleyelim" dedik. Duruşma salonuna girdik, otur­duk. Dava, yaşlı karı koca arasındaydı. Ayrı oturuyorlardı; kadın, kocanın bir akşam ayrı oturduğu eve giderken elindeki elma paketini kapıp başına vurmak istediğini ileri sürüyor, yargıca, "efendim, beni öldürecekti" diyordu. Yargıç:

-Nereden biliyorsun öldüreceğini? diye sordu.

-Efendim, kesekağıdının içinde elma olduğunu bilmiyordu ki..

Yargıç, karşılık verdi:

-Kese kağıdının içinde elmas olacak değil ya, ya elma olur ya armut...

Dinleyici yerinde, başıma gelecekleri düşünerek gülemiyordum...

Az sonra, o duruşma ertelendi. Bizimkine sıra geldi. Yargıç, "Ankara Notları"nın başlığını yüksek sesle okudu:

-Ayşekadın Fasulye... Elma davasından sonra, fasülye da­vası, gelsinler bakalım!

Mübaşir adlarımızı okudu:

-Bülent Dikmeneeeeer, Mustafa Ekmekçiiii...

Sanık yerine geçtik. Avukat masasına Orhan Apaydın geçti.

Sorgularımız yapıldı. Ben, yazıyla hükümeti küçük düşürme amacında olmadığımı söyledim. Bülent Dikmener, yazıyı yayınlamakta bir sakınca görmediğini söyledi. O gün, duruşma ertelendi. Yargıcın da onayı ile, ondan sonraki duruşmalara, İstanbul'a gitmedim. Aylar sonra, Bülent’ten haber geldi te­leksle:

-Ayşekadın fasulye yazısından aklandık. Haydi, gözün aydın..

Bir başka davada, o Ankara'ya gelmedi "yazıyla" ifadesi alındı.

Duruşmalarla ilgili bilgi veriyordum. Bir Bakanlık'ta bir, "Makasçılık" olayını "Ankara Notları"na aktardığım için yazıda adı geçen kişi mahkemeye vermişti. Gidip geliyorduk. Olayda adı anılmayan, ancak saldırıya uğradığı ileri sürülen bayan ha­ber göndermişti:

-Yazdıklarınız doğrudur. Ben, gelip tanıklık edeceğim..

Bir hafta sonra, bir haber geldi. O genç kız, bir cumartesi, piknikten dönerken trafik kazasında ölmüştü. Tanıklık ede­medi...

Bülent'e haber verdim:

-Bülent, olayda tanıklık edecek genç kız, trafik kazasında öldü.

-Peki, şimdi ne olacak?

-Bilmem, Tanıkları dinleteceğiz..

Bazı davalarımıza gazetenin öbür Yazı İşleri Müdürü Çetin

Özbayrak gelirdi..

Bülent Dikmener'i iki yıl önce bugün yitirdik.

Bülent, Yazı İşleri Müdürlüğü görevine geçmeden önce de, çok iyi bir muhabirdi. Muhabirliği dönemlerinde başka başka gazetelerdeydik. Ben "Milliyet"teydim. O, "Cumhuriyet”te.

Koleksiyonlarda, onun "manşet", dediğimiz, önemli ha­berlerini görebilirsiniz. Çoğu, araştırma yapanlara kaynak, belge oldu. Özellikle, l970'lerde yayınlanan "vergi kaçakçılığı artıyor" haberi, 1971 ’de çıkan "nüfusun yüzde l'i milli ge­lirin yüzde 14’ünü paylaşıyor" haberi, basında, kamuoyunda yankılar uyandıran haberlerdi.. Bir yıldönümünde, bunların kitapta toplanması ne iyi olur, diye düşünürüm...

Bülent Dikmener, denizi, balıkçılığı da severdi çok. Ölümünden bir yıl önce, bizi yaz tatilinde Çanakkale’de bir kampta buldu. Evine çağırdı. Çeşitli balıklar arasında bir tep­si dolusu karidesi görünce şaşırmıştım. Çocuklar, karidesi "böcek" diye yemediler. Ölümünden sonra, şöyle dediler:

-Baba, Bülent amca o böcekleri yediğinden mi öldü?

Geçenlerde, taa Çanakkale'den Büro'ya bir paket geldi. Açtık. Balık konserveleriydi kutu kutu. Bülent'in ağabeyi Dündar Dikmener, "Bülent'in ölüm yıldönümünde dostlarının birer kadeh içmeleri" isteğiyle göndermiş. Arkadaşlara dağıttık.

***

Bu “Ankara Notları"nda, Türk basınının sorunlarına da değinmek istiyordum.. "Naylon gazeteciler" sorununa. Basında, bir çeşit Dernek Ağalığı" ile "ekmek elden su gölden" yaşamlarını sürdürüp gidenler olduğu gibi, çeşitli ku­ruluşlarda arpalık diyebileceğimiz, "kamu parasıyla" günlerini gün edenlere değinecektim. Bunları, basında eleştirenler de yok denecek denli az.. kimi, "kol kırılır yen içinde kalır diye, kimi de "canım bize ne, o da bir yol tut­turmuş gidiyor" diye dokunmak, eleştirmek istemez. Oysa olan basına olur..

27.4.1981