Kete ile Keçe...

Taksim'de Marmara Etap'ın salonunda, eski milletvekilini görüverdim..

-Hayrola, ne yapıyorsun?

-Tabut satıyoruz! dedi, yurt dışına tabut gönderiyoruz,

Fransa'ya..

-Müslüman tabutu değil herhalde?

-Tabii canım, Katolik tabutu.. Adamlar ölçüsünü veriyorlar, burada yaptırıp gönderiyoruz..

Otele, tabut alacak yabancılar gelecekmiş, salonda onları bekliyormuş!.

Eski parlamenterler ne yapıyorlar, neyle geçiniyorlar acaba, diye geçirdim usumdan; bazılarını biliyordum, emekli aylıkları vardı, bazılarının yoktu. Üç eski parlamenter, Ankara'da odun­culuğa başlamışlardı, Mustafa Gazalcı Menekşe Pasajında "De­nizli Pazarı" kurmuştu.

Kimi eski parlamenter, arabasını satıyor, kimi ikinci da­iresini satmak için gazetelere ilan veriyordu. Salt eski par­lamenterler mi? Memurlar da geçim zorluğu içindeydiler, kadınlar, düğünlerinde verilen bileziklerini satıyorlardı..

Lüleburgaz'dan İstanbul'a dönüşte iyice hastalandığım an­laşıldı. Etap Oteli'nde kafayı vurup yattım. Tansiyon 19'a, küçüğü 10'a çıkmıştı. Otelin doktoru Kemal Çamlıca ilaçlar ver­di, "sigara, içki yok, yağlı yemeyeceksiniz" dedi. Otelde, ga­zetenin konuğuydum. Lüks bir oteldi. Eski "Intercontinental". 1 Mayıs olaylarında adı çok geçti. Önünde çok ölenler oldu. İşleteni ile adı değişmiş, "Marmara Etap" olmuş..

10 Kasımda saat, 9'u beş geçe, çalınan düdüklerle, herkes olduğu yerde durdu. Otelin penceresinden görüyordum. Elinde file olan bir kadın, durduktan az sonra yürüdü, birkaç adım attı. Herkesin saygı duruşunda çivilenip kaldığını görünce ye­niden durdu. Bir grup arabanın içindeydi, yakında duran bir başkası saygı duruşunda boynunu eğerek, arabanın numarasına bakıyormuş gibi yaptı..

Bir başkası, sağına soluna bakarak yürüdü. Galiba, ya­bancıydı. Durdu, bir daha baktı, bir şeyler sordu. O da durdu..

Atatürk'ü bir 10 Kasımda daha böylece anmış olduk. Otelin karşısında, "Boğaziçi Üniversitesi"nin düzenlediği "Ulus­lararası Atatürk Konferansı" vardı. Tansiyonum azıcık düşüp, kendime gelince oraya gittim. İçerisi soğuktu. İlk gün, şiddetli rüzgar, camı patlatmış, tuzla buz etmişti. Soğuk oradan ge­liyordu. 12 Eylül öncesi, olaylardan birinde, Kültür Sarayına gelen bir kurşun deliği önemsenmemiş, delik öylece kalmıştı. Kasırga başlayınca, kurşun deliği, rüzgara dayanamamış, rüzgar camı patlatmıştı..

Konferans salonunun, girişinde çalışan civa gibi genç kızlar vardı. Erkekler de vardı ama, kızlar göze çarpıyordu. Prof. Enver Ziya Karal:

-Ekmekçi, şu kızlar için bir yazı yaz. Görüyorsun nasıl çalışıyorlar! dedi.

Öyleydi. Mehmet Başaran'la uğradık konferansa, bildirileri aldık.

Kültür Sarayı'nda Cemal Işıksel’in sergisi de vardı. Atatürk, Cemal Işıksel'i çok severmiş. Çevresinde göremeyince "Bizim Cemal Nerede?" diye sorarmış.

Yorulmamam gerektiğini doktor söylemedi mi? Kendimi azıcık alargaya aldım Arkadaşlarım ilgileniyorlar, yanımdan ayrılmıyorlardı konuşuyorduk..

Kız çocukları belki de, ezildikleri için daha çok çalışıyorlardı. Anadolu'nun birçok yerinde hala, kız çocuğu yerine, oğlan çocuk bekleyenler az değildir. Kız doğdu mu üzülürler. Kayseri dolaylarında, bu üzüntüyü gidermek için "Kete gibi kız doğdu!" derlermiş. Kete, hamur arasına kıyma konularak pişirilen pide.

Bir gün, çocuğu olan babaya muştulamışlar:

-Gözün aydın, kete gibi kızın oldu!.

-Kete gibi kız olacağına, keçe gibi oğlan olsaydı!

Yurttaşlık Yasası (Medeni Kanun) ile ilgili tartışmaları düşündüm. Kıyamet nasıl da koptu? Yok, kadın ailede eşit ola­mazmış, erkek başkan olmalıymış, yok kadın, kızlık soyadını nasıl kullanırmış, diye...

İstanbul'da arkadaşım Sabahattin Dikmen'in eşinin otelin altındaki deri ceket mağazasına gittik. Kızı, Sabahattin'e nasıl da benziyordu. Hık demiş, burnundan düşmüş! O da kızlarıyla keyifleniyordu:

-Önemli olan kalacak ad mı, yoksa kalıtım mı?

İşte, kız bana benziyor, gerisine boş ver!..

Uluslararası Atatürk Konferansında, Suphi Gürsoytrak'ın kızı Fatoş'u gördüm. Belki Fatoş'la ilgilidir, olayı Suphi Bey an­latmıştı:

-O, zaman, genç bir havacıydım. Kızım oldu. Arkadaşlar sor­dular:

-Suphi, neyin oldu?

-Bir aslan doğdu! karşılığını verdim.

-Ooooo, o zaman aslanın şerefine bir ziyafet., dediler. As­lanın onuruna kadeh kaldırıldı. Aradan yıllar geçti, ar­kadaşlardan biri sordu:

-Yahu Suphi sen bizi kandırmışsın! "Bir aslan doğdu" dedin, oysa kızın olmuş! Gürsoytrak karşılık vermiş.

-Dişi aslan olmaz mı yani?

Atatürk yılının boşa geçtiğine üzülüyorduk Başaran’la. Başaran şöyle dedi:

-Bu kadar söz söyleyeceğine, Atatürk'ün söylediği birkaç söz yaşama geçirilse ya: Örneğin "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" (yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir), bir başkası: "Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ye­tiştireceğiz" (Özgür düşünceli, özgürce eğitilmiş, vicdanı özgür kuşaklar yetiştireceğiz) sözü yaşama geçirilse.

Gerçekten Atatürk, o zaman yaşatılmış olurdu. Lafla değil..

Kimse, lüksünü bırakmak, özveride bulunmak istemiyor. Halk söylemiş şu sözü:

-Kız kızlığını, ağa ağalığını kansız vermez!