Bilim Adamları Arasında...

Ankara'daki büyükelçilerden çoğu av meraklısı. Bulgaristan Büyükelçisi Grancarov, eski Amerikan Büyükelçisi Spain, İspanyol Santiago Martinez Caro, Romen Vasile Patilinet, daha birçokları... Her birinin ayrı ayrı grupları var. Haftanın belirli günlerinde, Ankara dan taa Cihanbeyli'ye dek uzanıyorlar. Kek­lik, toy, bıldırcın, ördek ne bulurlarsa avlıyorlar..

Şimdilerde, doğduğum yerlere, Hadim ilçesine, yakınındaki Taşkent bucağına gidip yaban domuzu avlamayı tasarlıyorlarmış. Hiç ava gitmedim, belki bundan böyle gitmem de.. Ankara'daki diplomatların böyle merakları olduğunu bil­miyordum. Bazı kokteyllerde, köylüleri görünce öğrendim. Kendi kendime sorardım:

-Sayın büyükelçi, köylüyü nereden tanıyor acaba? diye.

Avdan tanırmış. Köylüler, nerede ne avlanacağını bilmezler mi? Onlar da diplomatlarla dostluk kurmuşlar işte..

Bu sıralar üst üste kokteyle gittim. Geçenlerde, Bulgarların 1300'üncü kuruluş yıldönümleri vardı, gittim. Birkaç gün önce, Bulgaristan Basın Ataşesi Pehlivanov telefon etti:

-Sayın Ekmekçi, çağrı hazırlayacak zaman bulamadık. Yarın akşam, Elçiliğimizde kokteyl var, gelebilir misiniz?

-Daha, iki gün önce yok muydu sizde kokteyl?

-Vardı, ama bu başka!

İçimden, "Acaba bin üç yüzüncü kuruluş yıllarını ikinci kez

mi kutluyorlar?" diye geçirdim!

Bulgar dostlar, bin üç yüzüncü kuruluş yıllarını, bir kaç yıldır kutluyorlar. Daha önce bir şey yoktu!

Bir arkadaşım:

-Küçükler tarihe daha çok meraklı oluyorlar! dedi.

Sovyetler'de, küçük cumhuriyetler, böyle kuruluş tarihlerine ilişkin günler ilan etmişler. Azerbaycan, Gürcistan, daha başkaları. Yalnız Ermeniler bekliyorlarmış herkesin ilan et­mesini. Onlar ilan ettikten ve tarihleri gördükten sonra, Er­meniler o tarihe bir ekleyip, kendi günlerini açıklıyorlarmış!

Ankara'da Dokuzuncu Türk Tarih Kongresi toplandı. Açılışını izledim, gerçekten güzel oldu. Toplantılar daha sonra, bölüm çalışmaları biçiminde sürdü. Dünyanın dört bir yanından tarihçiler, bilim adamları gelmişlerdi. Onlarla zaman zaman kokteyllerde, karşılaşıp tanıştım. Yalçın Küçük, Türk, Sovyet, Bulgar tarihçilerinden bir bölümüne evinde kokteyl verdi. Hemen hemen hep Türkçe konuşuldu. Dostluk havası içindeydi herkes, İlber Ortaylı, Mümtaz Soysal, Türkkaya Ataöv de oradaydı.

Tarih Kongresi'nde, basına pek yansımadı ya, bazıları po­litika da yaptı. Sovyet bilim adamları konuşurken, ya da sıra kendilerine geldiğinde, "Petro", "Katarina", “Stalin” konularını gündeme getirenler oldu. Yıllardır kapılarını, pencerelerini okumaya, yazmaya kapamış bir eski politikacı, Moskova’ya yaptığı bir gezide gördüklerini anlattı. Sovyet tarihçilerine, “O, kızıl harita orada duruyor mu?” diye sordu.

Türk tarihçileri, oradakiler seslerini çıkarmadılar. Ama, kulislerde bunun tartışması sürdü. Kim çağırmıştı bunları, Tarih Kongresine? Biri, Şinası’nin dizelerini mırıldandı:

Bed-baht ana derler ki elinde cühelanın / Kahrolmak için kesb-i kemal-ü hüner eyler.

Tarih Kongresi’nin bölümlerinde yapılan bazı konuşmalar basına ayrıntılarıyla yansıyabilse, eğlenceli olacaktı…

Bilimsel bir toplantıda, politik lafların yeri olmamalı, “kahrolsun” ya da “yaşasın” havasında, konuşmalar yapıldı mı, bilim oradan uzaklaşır gider..

Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılında, bir bilimsel toplantıyı bu duruma getirmeye kimsenin hakkı olmamak gerekir.

Gençler, gerçekten ciddi araştırmalar, çalışmalar yapıyorlar. Hem de sessiz, sessiz. Adları yurt dışına taşıyor. İncelemeleri, araştırmaları okunuyor, eleştiriliyor. Onur duyuyorsunuz onlarla birlikte olunca. Ne güzel!

Yabancı tarihçiler, büyük ölçüde bildirilerini Atatürk’e ve Türkiye’ye ayırmışlardı. Sovyet bilim adamlarından Dr. Vladimir I. Danilov ile Moisseyev’in toplantılarda yaptıkları konuşmalar, kongre kulisleri ve kokteyllerde de söz konusu ediliyordu.

***

Bugün Dil Bayramı. Tutucu bir gazetenin, Atatürk’ün eliyle kurduğu Türk Dil Kurumu’na saldırıları, karalamaları başarısız kaldı. Gün döndü. Gerçek, geç de olsa anlaşıldı. Ama, karalamalar etki yapmadı mı? Yapmaz olur mu! Çok kimsenin kafasında yine kuşkular vardır ne bileyim? Türk Dil Kurumu , bir savaşımdan çıkmış gibi, yaralı kutluyor bu bayramı. Tutucu ga­zete, yıpranmış, ya TDK'ndan çıkarılmış ya da kendi ayrılmış es­ki üyelerin aracılığı ile saldırdı infazsızca. İlle de akademi dedi, şunu dedi, bunu dedi. Ama, sökmedi.

Türk Diline yıllarını vermiş Nurullah Ataç, 16 ocak 1953 günlü "Günce"sinde şöyle demiş:

İlle bir akademi kurulmasını istiyorlar. Sanırsınız ki aka­demi kurulursa dil işi, edebiyat, bilim hepsi yoluna giriverecek. Akademiyi hükümet kurmaz ki! Akademi kendi kendine kurulur, sonra hükümet, devlet kabul eder onu. Bizde bir akademi ku­rabilecek yazarlar, düşünürler bulunsaydı, kendi kendilerine toplanırlardı onlar, halk onların yetkisini kabul ederdi. Yok öyle bir şey.

Ortada böyle kimseler yokken hükümetin akademi kurmağa kalkıştığını düşünün: Kimi seçse gürültü kopacak. Hepimiz de: "Yok, o olmaz. Değerli bir yazar, değerli bir düşünür değildir o." diyeceğiz, boş yere bir takım dedikodular çıkacak, birtakım gönüller kırılacak...

Ama ben de istemiyor değilim bir akademi kurulmasını, yalnız eğlenmek için değil, bizde akademi kurulamayacağını an­lamamız için. Bir girişsinler o işe, başarılamayacağını kendileri de görüp anlayacaklar. Daha da önce inanmayacaklar bizim de­diğimize.

Türk Dil Kurumu, Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılında, üç gün sürecek bir bilimsel toplantı düzenleyecekti. Toplantı, 24 eylülde başlayacak, 27 eylülde sona erecekti. Dünyanın her yanından dil bilginleri gelecekti toplantıya. Toplantı yapılamıyor, erteleniyor şimdi. Bunda, Kurumu yaralayan tutucu gazetenin yayınlarının etkisi olmuş olmalı, diye düşünüyorum. Çamur atın, karalayın, nasıl olsa bir iz bırakır!

26.9.1982