Dil Bayramında..

Dil Bayramı, ne güzel coşkuyla kutlandı. Geçen yıllardan çok başkaydı. Biri:

-Türk Dil Kurumu'nun kurultaylarında bu kadar kalabalık olmaz dedi.

Tutucu bağnaz bir-iki gazete ile yazarlarının Kurumu karalama çabaları, iz bıraksa da sonuç vermedi işte. Tersine döndü.

Salonu dolduran kalabalık, ödül alanları uzun uzun alkışladı. Teyp bandından İstiklal Marşı dinlendikten sonra, Fahri Kurtuluş oturduğu yerden bağırdı:

-Bıktık bu bantlardan dinlemekten, dedi. Bizim sesimiz yok mu yahu!

Biri, arkadan:

-Yaşa, Fahri Kurtuluş! diye karşılık verdi.

Başkan Prof. Şerafettin Turan'ın konuşmasından sonra, ödül kazananlara ödülleri verildi. Şiir ödülünü kazanan Mehmet Ta­ner'e ödülünü Cahit Külebi, İnceleme ödülünü kazanan Aydın Köksal'a Prof. Fehmi Yavuz, Bilim dili ödülünü kazanan Suna Ki- li'ye Diyanet İşleri eski Başkanlarından Tevfik Gerçeker, Öykü dili ödülünü kazanan Burhan Günel'e öğretmen General Osman Feyizoğlu, çocuk yazınını "Nasrettin Hoca" kitabıyla kazanan Ali Püsküllüoğlu'na Ömer Asım Aksoy, Radyo Televizyon dili ödülünü kazanan Mustafa Apaydın'a Oktay Akbal ödüllerini verdiler.

Dil Kurumu üyeleri, ünlü ozanlar, sanatçılar oradaydı. Dil Kurumu üyesi olmayan, ancak dilde özleşmeden yana olan, Ku­rum çalışmalarını izleyen tanıdık, tanımadık, birçok kişi...

Başkan Prof. Şerafettin Turan, konuşmasının sonunda An­kara dışında bulunan Milli Eğitim Bakanı Haşan Sağlam'ın ge­lemeyeceğini belirten bir mesaj gönderdiğini açıkladı. Oysa, Dil Bayramı'na devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile Başbakan Bülent Ulusu da mesaj göndermişlerdi.

Ulusu'nun telgrafı, toplantı bittikten sonra, kokteyl sırasında görevlilere verildi. Devlet Bakanı'nın telgrafı ise, çekildiğinden yedi saat sonra Türk Dil Kurumu Başkanı Prof.

Şerafettin Turan'ın Küçükesat'taki evine götürülüp cu­martesiyi pazara bağlayan gece yarısı saat 00.15'te teslim edildi.

Devlet Başkanının telgrafı, Çankaya köşkünden bir gün önce, beş yüz metre aşağıdaki Çankaya Pastanesi'ne teslim edilmiş, cumartesi günü saat 17.30'da Türk Dil Kurumu Salonu'nda, Prof. Şerafettin Turan'a verilmesi belirtilmişti. Çankaya Pastanesi telgrafı alıyor, ancak bunları kendi çekmiyordu. Çekilmek üzere Ulus'ta bulunan Telgraf Müdürlüğü'ne gönderiliyordu. Telgraf Müdürlüğü, Ankara’dan verilen tüm telgrafların çeşitli yerlere çekildiği merkezdi. Ne olduysa burada oldu. Burada, elektronik beyinle çalışılıyordu ama, burada çalışanlar da insandı. Geçmişte buna benzer olay­lar olmaz değildi..

Yıllardır, "Ankara Notları"nda, özellikle şehirlerarası bölümlerde çalışan genç kızların, ne güç koşullar altında çalıştıklarını vurgulayıp dururum. Telgrafçılar, PTT görevlileri de öyledir. Herşeyden önce, bu ağır kamu görevini yapanların iyi koşullarda çalışabilmeleri sağlanmalı. Şunu da belirteyim. Devlet başkanının mesajını göndermekte kusuru bulunacak memurun cezalandırılması sorunu.

Elbette sorunu ben, bir gazeteci gözüyle de görmek is­tiyorum. Böyle mesajlar, konuşmalar "ambargolu" olarak basına ve TRT'ye önceden verilebilir. Bir de telgraf çekme ye­rine, elden de gönderilebilir. Çankaya Köşkü ile Türk Dil Ku­rumu’nun arası iki kilometre var yok. Hem, tasarruf sağlanmış olur. Türk Dil Bayramı’nda -Devlet Başkanı'nın mesajı okun­mamak gibi bir duruma da düşülmezdi. Devlet Başkanı Evren'in mesajı, Cumhuriyet’te bir gün sonra yayınlandı. Evren, özetle Kurumun Türk dilinin her alanda gelişmesi ve daha zengin bir anlatım imkanına kavuşturulması konusunda sürdürdüğü çalışmaları dikkat ve ilgiyle takip ediyoruz. Yüce Atatürk'ün dilimizin yabancı diller boyunduruğundan kurtarılması amacıyla kurduğu Türk Dil Kurumu'nun bu hizmeti yerine ge­tirirken nesiller arasında kopukluklar yaratmamaya ve her­kesin anlayabileceği ortak bir dilin kullanılması yolunda çaba gösterileceğine inanıyoruz diyor, ödül alanları kutluyordu.

TV, bu Dil Bayramı’na oldukça önem verdi. TV kültür yayınlarından Hüseyin Kandemir, Ömer Asım Aksoy'la, Prof. Afet İnan'la konuşmalar yaptı. Bunlar yayınlandı.

Dil Kurumu'ndaki kokteylde, bir ara Ece Ayhan ı görüverdim. Çoktandır buluşacaktık, buluşmak için sözleştik. Ali Yüce oradaydı. 0, şiirlerini sevenlerle tanıştı. Bir ara şöyle dedi:

-Yahu Ekmekçi, bakıyorum da dünyada güzeller daha çok, Güzeller, çirkinlerden çok. Bu, insana yaşamayı sevdiriyor...

0 gece dört kadeh cin içti. İlk kez böyle içiyormuş. Ga­zetecilere de imreniyor:

-Bir daha dünyaya gelirsem, diyor, gazeteci olacağım: ama o zaman da beni yine Köy Enstitüsü'ne gönderirler!

***

Ankara’da günün konusu Paris'te Ermenilerin Türklere yaptıkları. Sürdürdükleri terör, şiddet. Kinle, öçle, tanımadığı insanları öldürmek. Bu, faşizm değil mi?

Yıllar önce Amerika'da Ermeni teröristlerin, Türkiye ye karşı "düşmanlık anıtları" dikilirken, zamanın yöneticileri, buna engel olmadılar. Olamadılar. Amerika'da böyle “düşmanlık anıtı"ndan en az dört-beş tane var. Sonra, Fransa'da böyle bir anıtı Fransızların izniyle diktirmek istediler. 0 zaman, Paris Büyükelçisi olan Haşan Esat Işık, buna karşı çıktı, protesto etti ve bırakıp Türkiye'ye döndü. Zamanın yöneticileriyle, Haşan Esat Işık'a:

-Canım, bir de şöyle diyorlar: Başka ülkelerde bu anıtlardan var. Onlara bir şey demediniz de, Fransızlara diş geçirebileceğiniz için karşı çıkıyorsunuz diye düşünüyorlar.

Haşan Esat Işık'ın yazdığı yazılar dışişlerinin raflarında kaldı, gitti, düşmanlık anıtları nerede dikilmişse buna za­manında karşı çıkmak gerekirdi. Amerika'da mı, oraya...

Bir tutucu, gazetede, bir de çıkmış, ilk onurlu çıkışı yapmış olan Haşan Esat Işık’a saldırıyor. Bu konularda sa­vaşımın yolunu gösteren kişiyi yormamak istiyor, insafsızca. Çocuğunu karıştırıyor, ne demeli? Basında böylesi de var işte...