Beylik Ata Binenler...

Son "Ankara Notları"nda, Trabzon'dan babasına mektup ya­zan Nuri Aydın'ın başından geçenlere değinmiştim. Şöyle sürdürüyordu mektubunu Nuri Aydın:

... İçeri girer girmez biri gelip bıyıklarımı çekip yoldu. Biri de yaklaşıp, "Seni yakacağız" dedi. Baba bu sesi hemen tanıdım. Bu, Z.A. idi. O zaman hemen şu düşüncem kesinleşti: Benim başıma bütün bu işleri, evden zorla çıkarttığımız ve bu yüzden bize kin bağlayan Z.A. ve H.Ş. getirdi. Suçsuz olduğumu bildikleri halde sırf kişisel hırsları için beni bu duruma düşürdüler. Zaten beni her gördükleri yerde yiyecekmiş gibi bakarlardı. Küfür ederlerdi arkamdan...

Baba, bir ara bana soru sormaya başladılar. Soru soralarken, kancalı bir şeyle burnuma ve karnımdan iki yerden vücuduma elektrik veriyorlardı ve ayaklarımdan falakaya yatırılmış vaziyetteydim. Bana isimlerini dahi yeni duyduğum örgüt isimlerini saydılar. Hangisinden olduğumu sordular. Ben ise, CHP İl Gençlik Kolları yöneticisi olduğumu hatırlatarak "Hiç birinden değilim" dedim. Bana, "Sen dernek adına para topladın" dediler. Ben ise, Doğup büyüdüğüm şu Trabzon'da bir kişi çıkıp da, Nuri benden şu dernek ya da örgüt adına pa­ra aldı" desin, sizin dediğinizi kabul edeceğim." dedim. Bu arada elektrik, falaka, dayak devam ediyordu. Bir ara beni ve benimle getirdikleri 6 kişiyi içi su dolu bir odada saatlerce beklettiler. Başka bir odada ellerindeki kalas ve demirlerle sa­atlerce dövdüler. Yüzümde sigara söndürdüler. Baba bir ara bir parça ekmek verdiler. Ekmeği yediğimde başım döndü ve yere yığıldım. Anladım ki, ekmeğin içinde uyuşturucu madde vardı. İşkence yaptıkları süre içerisinde bir damla su ve ekmek ver­mediler, uyuşturucu maddeli ekmeğin dışında. Tuvalet ih­tiyaçlarımı dahi bulunduğum yerde üzerime yaptırdılar.

Babacığım, bir ara "sorun" kelimesini söyledim diye öyle dövdüler ki bayılıp kendimden geçtim. "Sorun" yerine "mesele" diyecekmişim..

.... Babacığım, bize işkence yapan bu polisler kendilerine özellikle asker süsü vermeye çalıştılar. Gözlerimizdeki bezi düzeltmek amacıyla, kendileri görünmeden, giyindikleri askeri postal ve pantolonları göstererek kendilerinin asker olduğu imajını yaratmak istediler... Biri geliyor "Ben binbaşıyım" diğeri geliyor, "Ben yarbayım" diyordu. Ben bunların polis ol­duğunu biliyordum. Zaten ben hastanede yatarken yanıma gelen Jandarma Alay Komutam Tunç Binbaşı, onların içinde ke­sinlikle askerin olmadığını söyledi. Trabzon'da iki tane binbaşı olduğunu birinin de kendisi olduğunu belirtti...

Askeri hastanede yattığımın 5-6. günleri arasında yanında 2 subayla birlikte Jandarma Alay Komutanı Tunç Binbaşı yanıma geldi. Aradan epeyce zaman geçmesine rağmen yüzümdeki sigara yaralarını ve vücudumdaki işkence izlerini görünce, "Hiç insanın yüzüne sigara söndürülür mü? Bu kadar insafsızlık olur mu? Bu işin ceremesini sen çektin ama, bundan sonra kimseye işkence yapamayacaklar" demekten kendini ala­madı, işkence yapanları epeyce lanetledikten sonra doktorla görüşmek üzere yanımdan ayrıldı...

İçişleri Bakanı Selahattin Çetiner Paşa'nın olayın üzerinde titizlikle duracağını umuyorum. Kamu görevi yapanların, geçmiş dönemlerin alışkanlıklarından kendilerini kurtaramamaları, yine bildiklerini okumaları, en azından içinde bulunduğumuz "onarım dönemi"ni yaralayıcı nitelikte sayılmalı. Yine herkes bildiğini okuyacaksa, niye oldu 12 Eylül?

Yukarıya bir örnek olması için, bazı bölümlerini aktardığım mektupta geçenler, elbette güvenlik örgütünün tümünü kap­samaz. Bu işlemlerin hızla azalmasını istiyor insan...

Bir de, Danıştay kararlarının uygulanması var: Üzerinde titizlikle durulması gereken. Geçmiş dönemlerde Danıştay ka­rarlarını uygulamayanlara, "Aman Danıştay kararlarını uy­gulamayın!" diye yazıp çizen gazetecilere, yazarlara diyecek sözüm yok. 12 Eylül'den yeterince ders almadılarsa, daha ne diyelim?

Beylik ata binmeye alışmış gazeteciler de gördük. THY Yönetim Kurulu üyeliğinde sinemacının, gazete yazarının ne işleri vardı? Şimdi., şimdi, o görevlerden alındıklarını oku­yorum basında. Sesleri de çıkmıyor hiç.

TRT'ye de öyle çöreklenmişler var. Hem de beylik ata biner binmez, gerçek gazetecileri kıymaya, sürmeye başlayanlar...

Çocukluğumuzda dinlerdik verilen öğütleri:

-Aman oğlum, beylik çeşmeden su içme!

-Beylik ata binen tez iner!

Beylik ata binerek, devlet olanaklarından yararlanıp, gençleri cinayetlere kışkırtanların, devlet malını har vurup harman savuranların durumları gözler önünde değil mi?

Gözleyelim daha, bakalım...

24.12.1980