Bastığın Yeri İyi Tanı...

Ali Sirmen Ankara'daydı. Ali, gülmece öğesini, yazılarına ustaca yerleştiren yazarlardandır. Takılmadan, ufaktan dal­gasını geçmeden de edemez.

-Yahu, kardeşim dedi, Paris'te metronun çıkış yerinden değil de, "çıkılmaz, yasak!" diye yazan yerden çıktığını niye yazdın?

-Ee, öyle oldu. Ne yapayım?

-Onlar yazılır mı kardeşim. Biz başımızdan geçenleri yaz­sak ciltler tutar!

-1964 yılında ilk kez yurt dışına çıkıyordum, diye başladı anlatmaya Ali Sirmen, Vinaya'ya gitmiştim. Şöyle güzel bir lo­kantaya gidip yemek yemek istedim. Masaya oturdum...

-Bana bir liste verin, dedim garsona.

Garson Fransızca biliyordu. Liste geldi. Liste Almanca. Bu, Alman yemeklerinden, Snitzel'i biliyorum. Fakat, listede Fransızca bir yemek dikkatimi çekti. "Escalope de vedu o la viennoise".

-Bana Escalope de veau o la viennoise getir., dedim.

Adam, getirdi. Getirdiği Snitzel'di. Garsonu çağırdım..

-Ben Snitzel istemedim!

-Snitzel istediniz!

Listeyi gösterdim. Garson gösterdiğim Escalope de veau a la viennoise'a baktı:

-O, Snitzel'in Fransızcası! dedi. İkisi de aynı...

-Ali, bunu yazacağım. Yazayım mı? diye sordum..

-Yaz! dedi, ben de, "Dünya'da bugün" de, "Irak, İran'a savaş mı ilan etmiş ne?" diye yazarım!

Ali Sirmen, şöyle diyor:

-Nadir Nadi'nin anılarının en ilginç yanı nerede biliyor musun? Anılarda geçmiş olayları yeniden yaşarken, olduğu gi­bi anlatması ve yer yer kendisini de eleştirmesi, yermesi. Değme yazar bunu yapamaz...

Özellikle, yurt dışına çıkanların başından neler neler geçer. Ama dönüşte çoğu abartılarak anlatılır. Dayak yemişse, dayak attım diye anlatır anlatan. Çapkınlık öyküleri, ne derece doğrudur kim bilir...

Mustafayef anlattı, bir Sovyet fıkrasını. Şöyle:

-Trende bir kompartmanda bir Gürcü delikanlısı oturmuş, gazetesini okuyormuş. Güzel bir kız da gelmiş, karşısına otur­muş. Tren hareket etmiş. Delikanlı yakışıklı. Kız, konuşmak is­tiyor. Fakat, delikanlı hiç oralı değil. Uzun zaman geçmiş. Kız, inme hazırlıkları yapmış. Valizlerine uzandığı sırada delikanlı:

-Ben size yardım edeyim! demiş. Kız sormuş:

-Ay, siz konuşuyorsunuz demek. Neden yol boyunca ko­nuşmadınız?

-Canım sevişmek istemiyordu da!

-Gürcüler, ancak sevişeceklerinde konuşurlar. Diyor Mustafayev...

Fıkra devam ediyor daha. Mustafayev anlatıyor:

-Gürcü delikanlı, kıza:

-Ben valizlerinizi taşıyayım., demiş ve zaman geçsin diye şu fıkrayı anlatmış:

-Papazın biri, Başpapaza gitmiş. "Muhterem peder, benim günahımı çıkar!" demiş.

-Ne oldu? diye sormuş, başpapaz.

-Dün tarlaya gittim. Bir yağmur başladı ki sormayın, el­biselerim ıslandı. O sırada bir ekin yığını gördüm. Elbiselerimi çıkardım, yığının içine çırılçıplak girdim. Yağmur dindi. Yığının altından çıktım. Bir de ne göreyim, yığının karşı bölümünden çırılçıplak güzel bir kız çıkmaz mı? Büyük günah işledim. Ne olur muhterem peder, benim günahımı çıkar..

-Yığının altında bir şey oldu mu?

- -Hayır olmadı!

-O zaman, çıkaracak bir günahın yok. İşine bak...

-Hayır muhterem peder, kesinlikle günahımın çıkarılması

gerek...

Başpapaz dayanamamış. Şöyle demiş:

-Öyleyse, git o altında saklandığın otları ye!

Genç kızın ayrılacağı noktaya gelmişler. Gürcü delikanlı, valizleri vermiş kıza. Ayrılırlarken, kız, delikanlının eline bir ruble sıkıştırmış. Delikanlı delilenmiş:

-Bu bana hakarettir. Ben sizin valizlerinizi para için taşımadım ki. Bu ne parası?

Kız, karşılık vermiş:

-Ot parası!

Fıkralar, kişinin kendi kendini iğneleyebilmesi, gerçekte bencilliğin aşılabilmesidir de. Bunlar içten söyleşilerde, ko­nuşmalarda anlatılır çokluk. Prof. Sadun Aren anlatmıştı başından geçeni. Şöyle:

-1958'de, uçakla İngiltere'ye gidiyorduk Prof. Aziz Köklü'yle birlikte. Yurt dışına ilk çıkmıyordum ama, uçakla ilk kez yurt dışı gezi yapıyordum. Pan American uçağıydı sanıyorum. Bindik uçağa. Gidip en öne oturduk. Biraz sonra hostes elinde iki yastıkla geldi. Bize verdi. Bu yastığı niye verdi acaba, dedik.

-Herhalde, bizim rahat etmemiz için getirdi! deyip, yastıkları ensemize koyduk.

Hostes az sonra, elinde iki tepsiyle geldi, yiyecekleri ge­tiriyordu. Bizim, yastıkları başımızın arkasına koyduğumuzu görünce gülümsedi, onları dizimizin üstüne koymamız gerektiğini anımsattı!

"Ankara Notları"nda yeri geldikçe, yaşanmış olayları an­latmaya çalışıyorum. Zaman zaman anamın sözlerini anımsatıyorum. Bir arkadaşım şöyle dedi:

-Anam bana hep "oğlum, bastığın yeri tam" derdi. Yaşlandıkça anamın sözlerini çok daha iyi değerlendirebiliyorum. Öyle derdi:

-Oğlum, bastığın yeri tanı... Yaslandığın duvarı bil... Ar­kadaşını iyi belle...

Bu, iktidarla yöneticiler için de söylenebilir:

-Oturduğun koltuk ne durumda? Çevrende kimler var? Bun­ları iyi tanıyor musun?

-Geçmiş dönemin adamları, gelen yöneticilerin çevresini de sarabilirler, sarabiliyorlar. Kişilerin:

-Efendim, ben de sizin gibi düşünüyorum... Sizi destekliyorum... demesine hemen inanmamak!

Bir arkadaşım şöyle dedi:

-Ünlü bir askerin sözüdür şu söz: "İyi bir komutan, kendisi gibi düşündüğünü söyleyen kişiyi kurmay başkanı yapmaz!"

Çeşitli kuruluşlarda eski kadrolar, yerlerinde du­ruyorlarsa, o kuruluşlarda başarılı çalışma olanağı azalır. Bağımsız yargı, yürekli yargıçlar toplumların gelişmesinde, bi­linçlenmesinde önemli rol oynarlar. O bağımsız kuruluşlara, bin denemeden geçmiş yürekli kişilere değer vermek gerekir...

Yaşadığımız günler, gelecek günler, geçmişte olanları daha bir gözlere sokacak olaylarla dolu. Temmuz ayında Mamak As­keri Cezaevinden kaçan İsa Armağan ile Mustafa Pehlivanoğlu, kaçtıkları geceyi, Ankara'da Başbakanlık merkez binasında, DPT bölümünde, saklanarak geçirmişler. Bu konuda çeşitli söylentiler vardı. DPT'de kaçakların saklandıkları söyleniyordu.. Bu konuda soruşturma sürüyor. Zamanla, bakalım daha neler duyacağız!

15.10.1980