Cumhuriyet Çocukları...

Talip Apaydın anlattı olayı; o da Ruhi Su'dan dinlemiş, şöyle:

Ruhi Su, yedeksubay okulundayken, kimse doğru dürüst İstiklal Marşı söyleyemezmiş. Değişik okullardan gelen öğrenciler, karman çorman söylerlermiş. Bir, Ruhi Su'nun sesi komutanın dikkatini çekmiş. Onu ön sıraya oturtmuş, sormuş:

- Senin sesin çok farklı, neden?

- Ben basbaritonum! diye karşılık vermiş Ruhi Su. Komutan sınıfa buyurmuş:

- Herkes basbariton söyleyecek!

Talip Apaydın, Türk Eğitim Derneği'nin düzenlediği "İsmail Hakkı Tonguç'u Anma” toplantısında konuşurken o dönemden anılar da anlattı. Talip Apaydın, Çifteler Köy Enstitüsü'nde okumaktadır. Müzik bölümünü seçmiştir. Şöyle diyor Talip:

... Notayı kendi kendimize öğrendik diyebilirim. Bildiğimiz duyduğumuz türküleri, oyun havalarını biraz uğraşınca çalabilir duruma geldik. Hatta notaya alabilir olduk.

Usta öğretici konusunda biraz durmak istiyorum. Yalnız müzikte değil; tarım, işlik gibi öbür alanlarda da yararlı oldu bu adamlar. Çevrelerinde saygı toplamış, işinin ehli usta öğreticiler Köy Enstitülerinde çalıştırıldı. Herhangi bir öğrenimleri yoktu ama, kendi alanlarında usta idiler. Biz onlardan çok şeyler öğrendik. Örneğin Âşık Veysel çeşitli enstitülerde usta öğreticilik yaptı. Biz mezun olduktan sonra Çiftelerde de çalıştı.

Son sınıfa geçtiğimiz yaz dinlencesinde köyüme mandolini de götürdüm. Köylülerim, özellikle gençler çok sevdiler. Çevremi kuşattılar. Köyde değerim arttı. Gerçi softa takımından 'Çalgıcı mı olacak bu' diyenler olmuş. Babam da namazında niyazında bir adamdı. Bir gün:

- Öyle herkesin içinde çalıp durma! diye uyardı beni.

Öbür Köy Enstitüleri içinde, müzik eğitimi açısından çok daha şanslı olanlar vardı. Müzik öğretmenleri, bol çalgıları ve öbür olanaklar ile göz dolduran sonuçlar alınmıştı. Enstitüler arasında ekipler gelip gitmeye başlayınca yakından gördük. Halkoyun grupları, çoksesli koroları çok başarılıydı. Bizi de durmadan teşvik ediyorlardı. Bu ekiplerin bir yararı da o oldu. Çeşitli bölgelerin türküleri, oyunları başka bölgelere taşındı. Sivas halayları Antalya'da, Aydın zeybekleri Kars'ta oynanır oldu. Yerel türküler öyle, tüm yurda yayıldı.

Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç'un benim okuluma, Çifteler Köy Enstitüsü'ne asıl bir kıyağı oldu ki, o hiç unutulmaz. Biz son sınıfta iken, hatta bahar aylarıydı, -biz artık mezun olmaya hazırlanıyorduk- bir iki aylığına Ruhi Su'yu gönderdi. Radyoda sesini dinlemiştik, Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde şan öğretmeni olduğunu duyuyorduk, ama kendisini ilk kez görüyorduk. Çok etkilendik. Sesi, bilgisi, kişiliği, bize öğrettiği parçalar, çok hoşumuza gitti. O söyleyince her türkü güzel oluyordu. Bizleri, müzikte başarılı öğrencileri hemen tanıdı, ayrıca ilgilendi, sorularımızı yanıtladı. İki sesli şarkılar öğretti. Beethoven'in 9. Senfonisi'nden 'Neşeye Şarkı' bölümünü iki sesli olarak ilk kez o zaman öğrendik. Ders dışında akşamüstleri hep müzik çalıştık. Hızlı bir gelişme gösterdik. Benim mutlaka yüksek kısma gelmemi istedi.

- Efendim, babam çok yoksul, köyüme öğretmen olup ona yardım edeceğim, dedim.

- İşte, onun için Hasanoğlan'a gelmelisin! dedi. Uzun uzun düşündüm bu söz üstüne ve karar verdim. Orada da üç yıl okuyup müzik öğretmeni oldum. Ruhi Su'nun o sözü yaşam çizgimi belirledi.

Başta İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüleri'ni kurup yönetenler, insan kişiliğinin oluşmasında, insanoğlunun gelişmesinde sanatın önemini iyi kavramış eğitimcilerdi. Ayrıca köye öğretmen olacak bir kişinin başarılı olabilmesi için, halk sanatlarına ilgi duyması, onun beğenisine katılması ve onu geliştirmesi gerekliydi. Bu nedenle her Köy Enstitüsü öğrencisinin bir enstrümanı çalması, halk türkülerini doğru olarak söyleyebilmesi, oyunları hakkını vererek oynayabilmesi ve başkalarına öğretebilmesi isteniyordu. Ulusal kimliğimizin en belirgin yaratıları olan halk sanatlarımızın ülke çapında yaygınlık kazanması, sevilmesi Köy Enstitüleri ile başlar...

Talip Apaydın'ın, konuşması daha uzundu; Apaydın konuşmasının sonunda şöyle dedi:

Geçenlerde bir gazetede okudum, Hollandalı bir bakan, 'Türklerin sorunu eğitimsizlik ya da yanlış eğitim' demiş. Durumumuzu bundan daha güzel hiçbir tümce özetleyemez... Köy Enstitülerinin kapatılması bizi işte buralara getirdi. Yurtiçinde, yurtdışında halkımız ilkel bir yaşamı sürdürüyor. Biz Köy Enstitülerinde okuma şansına erenler, bir ölçüde kendimizi kurtardık. Ama ya geride kalan milyonlar? Onlar ne yapıyor, ne haldeler? Kim verecek bunun yanıtını?

Talip Apaydın, konuşmasını yaparken sayrıymış; kan basıncı (tansiyonu) 19'muş. Bugün de Akşehir'de konuşacak. O, cumhuriyetin yetiştirdiği aydınlardan biri. Zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, "Köy Enstitülerini cumhuriyetin eserleri içinde en önemlisi sayıyorum" demişti. Ama, o kurumlar kapatıldı. 1946'dan sonra, Hasan Âli Yücel, kurucusu İsmail Hakkı Tonguç'la birlikte buralardan yetişenlerin başlarına gelmeyen kalmadı. Saçma sapan ihbar mektupları sonucu, cumhuriyet çocukları yedeksubay okulundan "çavuş" çıkarıldılar. Çavuş çıkarılanlar içinde "ihbar edenler", "aksi görüşte olanlar" bile var. Liste şöyle:

Mehmet Başaran, Emrullah Öztürk (öldü), Hüseyin Elmasyazar (öldü), Veli Demiröz (Koca Veli), Mehmet Toydemir, Turan Aydoğan (öldü), Mustafa Aydoğan (Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Genel Yazman), Süleyman Koyuncu, Halil Basutçu, Bekir Semerci, Mustafa Buğday (Askerdeyken, mide ameliyatında kuşkulu biçimde öldü), Hüsnü Yalçın, Tevfik Gültekin, Hüseyin Yücel (Yemişçioğlu), Fahri Yücel, Kemal Güngör, Azmi Erdoğan, Talip Apaydın, İhsan Güvenç, Halil Özcan, Nusret (?)...

29 Ekim 1995