Ektiklerini Biçenler...

Cumartesi günü, Ankara'da "Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı"nın Birinci Olağan Genel Kurul toplantısı vardı. O gün İzmir'de olduğum için katılamadım. Bir telgrafla, toplantıya katılanlara başarılar dilerim. Ankara'ya gelince, toplantı ile ilgili bilgi aldım. Seçimler sonunda Köy Enstitüleri Vakfı yönetimi şu kişilerden oluşmuş:

Ali Yılmaz (Başkan), Naci Tataroğlu (Başkanvekili), Mehmet Yiğit (Sayman), Mustafa Aydoğan (Yazman), Veli Görmez (Üye), Ali Dündar (Üye), Mahmut Makal (Üye). Yedek üyeliklere: Mustafa Gökkaya, Nadir Gezer, Mustafa Şanlı. Denetleme Kurulu'na: Hasan Arabacı, Eyüp Yaşar, Dursun Kut seçilmişler. Denetleme Kurulu'nun yedek üyesi: Hacı Angı. (Görev alanlara başarılar!)

Köy Enstitüleri Vakfı'nın yeni yazışma adresi (İsmet Tiryaki İş Merkezi, Atatürk Bulvarı 64/10, Kızılay- Ankara). Toplantıya, Türkiye'nin dört bir yanından gelerek katılmış üyeler. 96 yaşındaki Ferit Oğuz Bayır, Foça'dan gelip katılmış toplantıya. Rauf İnan gelememiş. İstanbul'dan Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Bekir Semerci, Yılmaz Elmas, Osman Yıldız; Dikili'den Osman Özgüven; İzmir'den Mehmet Cimi, Sabri Kurt, Mevlüt Kaplan, Antalya'dan Veli Görmez, Mustafa Şanlı;

Konya'dan Galip Candoğan (Taşkafa); Ankara'dan Talip Apaydın, bir ara Yakup Kepenek katılmış. Konya Ereğlisi'nden gelen Mustafa Karataş yaptığı konuşmada:

- He şey iyi gidiyor, demiş. Yöneticiler gelip örnek alsın bizden!

Prof. Server Tanilli'nin Strasbourg'dan yolladığı ileti büyük alkış toplamış. Prof. Tanilli, iletisinde şöyle diyor:

Sevgili arkadaşlarım,

Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı'nın kuruluşuna pek sevindim. Böylesi bir kuruluş gerekliydi; onu yaşama geçirenleri yürekten kutlarım. İlk Gelen Kurulunuzun toplandığı şu günde, bizzat olmasam bile, manen aranızda olduğumu bilmenizi isterim.

Düşüncelerimi, bir mesajda -ayrıntılarıyla- dile getirmenin güçlüğünü takdir edersiniz; o bakımdan genelde kalarak şu birkaç noktanın altını çizmekle yetineceğim.

Köy Enstitüleri, başta üretime dönük eğitimle, halk çocuklarının okutulmasının yollarını açmak bakımından; eşsiz bir deneyimdi. Türkiye'de eğitimin, her türlü çağdaş pedagojik ilkeden saptırıldığı ve hemen her yönüyle antidemokratik bir kisveye büründürüldüğü -şu içinde bulunduğumuz yılların- gerçekliğini gözönünde tutarak, ülkemizde demokratik eğitimin yeniden örgütlendirilip yaşama geçirilmesi yolunda mücadele vermek zorundayız. Vakıf, bu mücadeleyi, yayınlarıyla, kongre ve paneller düzenleyerek, hatta gerektiğinde örnek okullar açarak ya da açılmasına öncülük ederek yoğunlaştırmalıdır.

Somut eylemlere ve eserlere alabildiğine gereksinmemiz vardır.

Hatırlatmak istediğim bir başka nokta da şudur: Cumhuriyetimizi kuranların en büyük mirası, laik eğitimdir. Laiklik ise devlet etkinliğinin her alanında olduğu gibi, en başta da eğitimden dışlanmıştır bildiğiniz gibi. Bunu yapanlar, yurdumuza ve insanlarımıza en büyük kötülüğü yapmışlardır.

Daha da karanlık bir geleceğe doğru götürülmek istendiğimiz şu koşullarda, laik eğitim, bu arada özellikle öğretim birliği ilkesini savunmak, -belki her zamankinden çok- yaşamsal bir nitelik kazanmıştır.

Vakıf, bu yolda da elinden geleni yapmalıdır.

Bir mesajın dar sınırları içinde, ancak bu iki noktaya değinebildim. Bunların dışında kalanlar da pek önemlidirler.

Vakfın yönetiminde yer alacak arkadaşların, eğilecekleri her konuda tarihsel bir hizmette bulunacaklarını hatırlatarak, onlara şimdiden başarılar diliyor; hepinizi selam ve sevgilerle selamlıyorum.

***

İstanbul'da pazar günü Küçükköy'de, Alevilerin toplandıkları kahveleri silahla tarayıp cinayet işleyen yobaz faşistlerin yaptıklarına hiç şaşırmadım. Günlerce yazdım, söyledim, dilimde tüy bitti. Köy Enstitülerini kapatanların şakşakçıları, Köy Enstitülerinin adını ağızlarına almayanlar, daha ne olsun istiyorlardı? "Ne ekersen onu biçersin." demiş atalar, işte ekilenler bir bir biçiliyor.

Yapmayın etmeyin! Sonu kötü olur, dedik dinletemedik.

- Politikacı oruç ayında iftar veremez, bu din sömürüsüdür! diye yazdım, kimse oralı olmadı. Herkes bildiğini okudu. En sert eleştirilerde bulundum, "Oruç Ayı mı, Zulüm Ayı mı?" diye attım, yazıya başlığı, bana mısın diyen olmadı.

Zulme başlamak için, demek oruç ayının bitmesini beklerlermiş. Zulmün ayı günü mü olur?

Oruç ayında, Kocatepe Camisi sanki bir siyaset alanıydı. "Aczmendi" denen bir grup, caminin içinde "ayin" yapıyor, Hacı Başbuğ bir başka gün "konferans" adı altında konuşuyor. Gün gün politikacılar akın ediyor!

Siz hiç Atatürk'ün, İsmet Paşa'nın, cumhurbaşkanlıkları döneminde, Çankaya'da "iftar" verdiklerini duydunuz, bir yerlerde okudunuz mu? Ben duymadım, okumadım. Yapılanlar bir anlamda Atatürk'e, onun ilkelerine ihanet değil miydi? Din sömürüsünün bir türü değil miydi?

1927 yılında, "Türk Ocakları Kurultayı"nda söyleşiler sürerken, devrimler tartışılmaktadır. Üyelerden biri heyecanla atılır:

- Paşam, der, müsterih ol, bu inkılâp yerleşmiştir. Millet bunu anlamıştır, benimsemiştir. İnkılâbımızın halk tabakalarına kadar her tarafta kökleşmiş olduğu muhakkaktır. Bundan emin ol paşam...

Mustafa Kemal, bir an durur, şöyle der:

- Arkadaşlar, inkılâbımız henüz yenidir. Dedikleri gibi kökleşip benimsendiği hakkındaki kanaatlerimiz ancak ileride karşılaşacağımız hadiselerle tahakkuk ve teeyyüt edecektir (sağlamlaşacaktır). Fakat şimdi şuna emin olmalısınız ki bugün başına şapka giyen, sakalını, bıyığını tıraş eden, smokin ve frakla cemiyet hayatında yer alanlarımızın çocuğunun kafalarının içindeki zihniyet hâlâ sarıklı ve sakallıdır.

14 Mart 1995