Köyde Mezarı Olan Aydın

Yalçın Küçük, Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi Yayınları arasında çıkan "Seçme Teknik Çalışmalar” kitabının ön sözünde, bir yerde şöyle diyor:

Bir öğretim üyesi bilgin olabilir. Ancak bundan her öğretim üyesinin bilim adamı olduğu ve olması gerektiği sonucu çıkmaz. Öğretim birliği, eski dilin çok daha güzel kelimesiyle hocalık, ayrı ve bağımsız bir meslektir. Üstelik mesleklerin en güzelinden birisidir. İktisatçı deyimiyle, mutlak verimi olan tek yatırım hocalıktır ve verim her zaman değerlendirilmiştir. Hocalık kadar şükranla ödenen başka bir meslek yoktur. En 'yaramaz' öğrenci bile bir gün gelmiştir, hocasına şükranını ifade etmiştir.

Hoca'nın kitabı olabilir, hoca bilgin olabilir. Mümkün. Ancak hoca olmak için ne kitap, ne de bilim adamı olmak vazgeçilmez bir koşuldur. Hoca olmanın deyim uygunsa, 'büyük hoca' olmanın, meslekte 'ulu' olmanın iki vazgeçilmez koşulu vardır. Birinci koşul dersini sevmek ve dersi iyi anlatmaktır. Dersini ve öğrencisini sevmeyen bir kimse, ne kadar bilgin ve ne kadar çok kitap sahibi olursa olsun, hiçbir zaman 'hoca' olamaz. Bugün dersini sevmeyen, öğrencisinden nefret eden, içlerinde benim öğrencilerim de olan 'hocalar' görmekten pek büyük üzüntü duyuyorum.

'Büyük hocalar' olmuştur, büyük bilim adamlarını yetiştirenler. Bunların pek azı kayıtlara düşmüştür. Düşenlerden birisi Francis Hutcheson'dur ve Hutcheson ünlü Adam Smith'in, ancak meraklılarının bildiği ünsüz hocasıdır. Adam Smith'in yaşamını araştıranlar, Hutcheson'un derslerinin çok büyük bir zevk olduğunu, derslerine mutlaka sokaktan dinleyici geldiğini öğreniyorlar.

Bizim tarihimizde benim çeşitli anılardan çıkarabildiğim bir büyük hoca Mizancı Murat'tır. İttihat ve Terakki öncesi Mekteb-i Mülkiye'de tarih müderrisidir. Jön Türk tarihinde ünlü bir Mizan dergisini çıkarmıştır. Anılardan anladığıma göre Roma tarihini çok iyi anlatırmış. Öğrenciler öyle kendinden geçermiş ki havada sandalyeler uçarmış. Murat, istibdatta Paris'e kaçarak derslerini bırakmış.

Benim de bir büyük hocam oldu: Profesör Sadun Aren. Siyasal Bilgiler'de bizim nesil Sadun Bey'in derslerine doyamazdı. Şimdi anlıyorum. Sadun Bey bize, iktisat dersinde hümanizmayı anlatırdı. İktisatla birlikte, çok kurnaz bir biçimde, bizim içimizde insana uymayan tortuları ayıklamaya çalışırdı. Öğrencilerinin çoğu, kuşku yok başta kız öğrencileri, Sadun Bey'e hayrandık. Öyle sanıyorum Sadun Bey bu hayranlığın farkındaydı ve bundan büyük bir haz duyuyordu...

Ben hep şükran duydum. Yanlış gördüğüm düşünceler karşısında, her zaman hiç çekinmeden kalem oynattım... diye sürdürüyor Yalçın Küçük, Önsözünün

bir yerinde de şöyle diyor:

Hocalık, bilim adamlığından ayrıdır. Hoca dersini iyi anlatan ve öğrencisini seven kimsedir. Bilim adamına toplum, hocaya öğrencisi şükran duyar...

Gazetecilikte, düş kurmanın, sezginin büyük rolü olduğunu düşünürüm. Gazetecilik, azıcık da dedektifliktir. Yalçın Küçük, bilim adamının da bir dedektif gibi çalışması gerektiğini vurguluyor. Yöntem ve sezgiye şu örneği veriyor:

... Adam Smith, Adamus Smithus olarak kaydını yaptırdığı Oxford'da geçirdiği ilk gece, önüne konan budun görkemi karşısında şaşırmaktan olsa gerek, yemek masasında hayal alemine dalıyor ve uyukluyor. Adamus Smithus'u, servisini yapan uyandırmak zorunda kalıyor. Demek ki, en gelişmiş 'tıp' kendi zenginliğinden dolayı değil, somutun zenginliği nedeniyle ortaya çıkıyor...

Öğretmenler Günü'nün kutlandığı sırada, kimi öğretmenlerin işsizlikten garsonluk yaptıklarını öğrenince nasıl üzüldüm. Öğretmenin dersini, öğrencisini sevmesi için, öğretmenlik uğraşının da "sevimli" duruma getirilmesi gerekir. Toplumda öğretmen itilir kakılırsa, "hor" görülürse nasıl gönlüyle çalışabilir?

Eğitimci Tonguç sık sık söylerdi. Şöyle:

- Köyde mezarı olan tek kamu görevlisi, tek aydın öğretmendir. Bu daha da çok olacaktır...

Rauf İnan, Tonguç'un bu sözü üzerine eklemişti:

- Atatürk'ün devrimlerini halka götüren tek aydın da öğretmendir...

Köy Enstitüleri kurulurken köylü çocuğu öğrencilere taş kırdırılarak enstitüler yapılabildi. İnsanın hiç gönlü olmasa taş kırar mı?

O kurumları tuzla buz etmeseydik, bugün Türkiye'de okur-yazar olmayan kalmayacaktı. Bu az şey miydi? Yine de geçmişe dönerek yakınmanın gereği yok. Yol yakınken öğretmenleri, gençleri değerlendirmesini bilmeli. Onlara düşman kesilmemeli. Aralarında geçmişte, yanlışlara düşmüş olanlar bulunsa da, onları kazanmaya bakmalı...

25 Kasım 1981