Köy Enstitülerinde Bağımsızlık Düşüncesi

Ankara'da Eğit-Der'in düzenlediği 17 Nisan toplantısında, Prof. Servel Tanilli'nin kendi sesinden yayımlanan iletisini yazmıştım. İleti, salonda uzun uzun alkışlandı. Toplantıda en son konuşmayı yapan Prof. Sadun Aren'di. Aren özetle şöyle dedi:

Köy Enstitülerinin bize öğrettiği birçok ders var. Tabii burada bazılarına değinildi, ben bunlardan sadece iki tanesine değineceğim: Birinci husus, ülkenin kalkınmasını, ileri gitmesini önleyen en büyük engelin, sermaye noksanlığı, bilgi noksanlığı filan değil, fakat gericiler, tutucular... Gerici, tutucu fikirler olduğu gerçeğini apaçık ortaya koymasıdır. Köy Enstitülerinin, Türkiye'nin kalkınması bakımından ne kadar yararlı bir girişim olduğu, sonradan da hem Türkiye'deki insanlar tarafından hem hatta bütün dünya eğiticileri tarafından da anlaşılmıştır, kabul edilmiştir. Fakat, bu kadar olumlu bir hareket, gerici baskılarla durdurulmuştur, yok edilmiştir. Bu, günceldir de. Çünkü gericilik, geride kalmış bir şey değildir, çağımızda da hem düpedüz gericilik hem çağdaş gericilik vardır. Gene burada konuşan arkadaşlar değindiler, imam-hatip okulları, mecburi din dersi uygulaması ve bu yöndeki baskılar bütün hayatımızda, bugün de geçerlidir. Görüyoruz, yaşıyoruz bunları. Hâlâ bugün Türkiye'de "türban" meselesi mesele oluyor, bir şey olmadığı halde.

 

Bu gerici gericilik. Bir de tabii, çağdaş gericilik var. Örneğin, KİT'leri yabancılara satıyorlar. Bu kadar uğraşmış, didinmiş Türk halkı, sanayi tesisleri kurmuş... Onları yabancılara satıyoruz. Bir kere, yabancı sermayenin Türkiye'ye gelmesi, yabancı sermayeden medet umulması yanlış bir şey. Fakat, hani hiç değilse, yabancı sermaye gelirse, ek bir fabrika kurar, bir teknoloji getirir gibi, lehinde bazı şeyler söylenebilir. Ama bizim kendi fabrikamızı yabancıya satarsak, ne var bunda? Ne ek bir şey geliyor ne yeni bir fabrika ne yeni bir iş alanı açılıyor ne de yeni bir teknoloji geliyor yani olacak şey değil. İşte, çağdaş gericilik bunlardır. Yahut, örneğin, Türkiye'de iç politikasında barışçı olması, barışçılığın ön safında koşması, silahsızlanmadan yana olması gerekirken, böyle bir şey yok. Hatta, aslında eski kafayı devam ettirmek var. Ve Türkiye herhâlde dünyada, hem coğrafi konumu itibarıyla hem gelişmiş düzeyi itibarıyla, silahlanmaya karşı olması, en başta olması gereken bir ülke olduğu halde öyle değil. Daha geçen gün gazetelerde gördük, Yunanistan'ın ülkesinden çıkardığı Amerikan dinleme tesislerini, NATO dinleme tesislerini, pek de fark görmüyordum arasında, biz alacakmışız! Yani, Yunanistan bunu niçin çıkarmış? İyi bir şey olsaydı niye çıkarıyordu da biz alıyoruz? Filan... Bizim biliyorsunuz dış politikamızda "Eğer Yunanlılar, NATO'dan çıkarlarsa, biz onların yerini doldururuz" filan gibi akıl almaz gericilikler var. Çağdaş gericilik diyorum bunlara. Burada, birkaç arkadaş çok iyi bir biçimde vurguladı, ben de vurgulamak istiyorum, bağımsızlıkçı olmak... Bağımsızlık, bir yönüyle milliyetçilik, halkın Türk halkının, yararına tavır almak demektir. Bu, öyle mücerret bir değer değildir. Bağımsızlıkçı olmanın veya milliyetçi olmanın öz olarak bir anlamı yoktur. Bir işlevi olduğu için yani bir işe yaradığı için bağımsızlık iyidir. Yoksa, demokrasi de kendi başına iyi değildir, o da bir işe yaradığı için iyidir. Bağımsızlık da bir işe yaradığı için iyidir. Ne işe yarar? Ülkenin kalkınması işine yarar. Ülkenin kalkınması için ülke halkının düşünmesi, çareler bulması ve bunları uygulamaya koymakta özgür olması anlamında olduğu için değerlidir. Bağımsız değilseniz geri kalırsınız. Geriliğinizi başkaları sömürür tabii. Geri kalmanızı isteyenler, sömürmek için ister. Otel yaparsınız, siz garson olursunuz, yöneticisini dışarıdan getirirsiniz. Siz maden işçisi olursunuz, öbürleri hiç değilse yerüstü işçisi olur vs, vs. Yani, Türkiye'yi kalkındırabilmek için Türkiye halkının çıkarlarına uygun hareket etmek lazımdır. Bunun için önce bu çıkarlar doğrultusunda düşünecek bir mevkimiz, bir yerimiz olmalı. Neresi? Padişahsa padişah olmalı, bağımsız bir padişahımız olmalı. Veya bağımsız, ülkesinin çıkarları doğrultusunda bağımsız bir Büyük Millet Meclisi olmalı. Temel unsur bu. Bir kere, bağımsız bir Büyük Millet Meclisimiz olacak, ülkemize eğer yabancı sermaye dolmuşsa, bunlar adamlarını seçtirirler oraya, Millet Meclisi'ne. Ve o Büyük Millet Meclisi artık Türk halkını temsil edemez olur. Başka çıkarları temsil etmeye başlar. İşte o zaman, bağımsızlık elden gitmiş demektir. Çünkü evvela bir millet kendi çıkarını düşünebilmelidir. Bunu düşünebilecek mekanizmaları olmalıdır. Örgütsel olarak bunu sağlayabilmelidir. Ama bu giderse her şey biter. Yabancı sermayenin büyük tehlikesi burasındadır, yoksa gelirmiş, iş sahası açarmış, biz işletemiyormuşuz, o işletirmiş, yararı olurmuş filan, bunlar olabilir, temenni kadar olmaz ama, bir miktar faydası olabilir böyle. Ama, başka bir şey elden gider. Bağımsızlığımız elden gider. Bir ülkenin sahipleri, o ülkenin üretim araçlarına sahip olan insanlardır. Orada üretim yapabilen, bunu örgütleyen insanlardır. Bu yabancı ise, o ülke artık yabancının olur. Çünkü alınan bütün kararlar o üretimin daha iyi yapılmasına yöneliktir, o üretim de başkaları tarafından yapıldığı için onların çıkarlarına hizmet ediliyor olur. Bunu, parantez içinde söylemiş oluyorum. Tabii Köy Enstitülerinin büyük öneminden birisi de böyle bağımsızlıkçı bir espri ile bir düşünce tarzı ile ele alınması ve halkın bir kısmının eğitilmek istenmesidir. Yanlıştı, doğruydu, o ikinci derecede bir şeydir; kaldı ki bunu tartışacak değildim; o ayrı bir konu. Bağımsızlık, Köy Enstitülerinin bize öğrettiği birinci ders budur.

30 Nisan 1989