Tonguç'un Söyleyemediği...

Yalçın Küçük, doğum günü belli değil diye, İsmail Hakkı Tonguç'u "köylülükle" suçlamış. Benim de doğum yılım, doğum günüm belli değil. Nüfusa göre, benden büyük ablamla ikiz görünüyorum. Adım Mustafa ya, benden kaç yıl önce doğup ölmüş kardeşimin adı da Mustafa! "Frenk Mustafendi" adı, o zaman benim değil, onun adı oluyor. Anam söylerdi:

- Senin adın, kendi adın! derdi. "Atatürk'ün doğum tarihi belli değil" dedi Engin Tonguç, Yalçın Küçük'e dokundurduğu konuşmasını şöyle sürdürdü:

Çünkü, kimse o zaman oğlunu gidip de hemen nüfusa kaydettirmiyor. Neden sonra gidiyor, kaydettiriyor. Onun için belli değil.

(Yalçın Küçük'ün) gösterdiği kanıt bu. Ondan sonra, daha genel çerçevede işi aldığımız zaman; köylülük meselesi, acaba bu derece dogmatik ele alınıp köyü de reddedebilecek bir olay mı bütün dünyada? Buna ek olarak da, (Yalçın Küçük) tabii şunu söylüyor: "Tarımla hiçbir şey olmaz! Endüstrileşmektir esas, halbuki Köy Enstitülerinde endüstriye yönelik hiçbir çaba yoktu, sadece tarıma dönüktü. 'Sadece tarım yapılsın, o tarım gerçekleştirilsin, Türkiye bir tarım ülkesi olsun' amacı güden bir kuruluştur bunlar" diyor. Bir kez bu yanlış. Çünkü, Köy Enstitülerinde o dönemin koşullarına göre endüstriye yönelik bölümler de var. Kalkıp da, o dönemde elektronik bilmem ne atölyesi kuracak değiller ya, o dönemin kendine göre zanaat sayılabilecek şeyi. O dönemde Türkiye'de endüstri yok ki; şimdi gençler onları bilmedikleri için, kafaları çeliniyor, ondan söylüyorum bunları. Türkiye'de o dönemde endüstri dediğimiz şey, dört tane şeker fabrikası, Karabük Demir Çelik Fabrikası, üç tane bez dokuma fabrikası, başka endüstri yok Türkiye'de.

Olması olanağı da yok, çünkü savaş çıkıyor, savaş! Şimdi, dışarıdan öyle geliyor, Köy Enstitüsü müdürlerinin mektupları var, yalvarıyorlar. "Filan şey çıkmadı.” diye. Bütün bunları bir kenara bırakıp da "Efendim endüstri yoktu!" demek, bir yerde "Ben bu işi iyi incelemedim, o dönemi de iyi bilmiyorum." demeye eşit oluyor bence.

Köylüye gelince, köy olayına, köylü olayına, tarım olayına! Bütün dünyada önümüzdeki yüzyılın en önemli problemi beslenme problemi. Çünkü, dünya nüfusu gitgide artıyor; istediğiniz kadar endüstrileşin; istediğiniz kadar ileri ülke olun, başınız belaya tarımı organize edememekten giriyor. İşte, Sovyetler Birliği"nde olan olay! İnsanların beslenme sorunu ön planda gidecek hep, önümüzdeki yıllarda artarak gidecek. Belki laboratuvarlarda yiyecek hapları filan yapılırsa, o zaman tarım denen olay da ortadan kalkar, herkes hapını yutar, beslenir! Ama, o dönemden daha çok uzağız. Üstelik Türkiye'de üstünkörü birtakım gözlemlere dayanarak söylenen bir şey var:

- Efendim, biz endüstrileştik, köyden kente göç var, nüfus oranı değişti, tarım değişti!

Nasıl değişti! 1935'te Türkiye'nin nüfusu 17 milyon, insanların yüzde 80'i köyde yaşıyor; tarımla uğraşıyor. 17 milyonu, yüzde 80'e oranladığımız zaman aşağı yukarı 12 milyon falan çıkıyor; 12 milyon insan köyde ve tarımla uğraşıyor; 1990'larda Türkiye'nin nüfusu 50 küsur milyon, yüzde 40'ı, yüzde 50'si köylerde yaşıyor, tarımla uğraşıyor, ediyor 24 milyon. Yani, 12 milyon tarımla uğraşan insan yerine 60 yıl sonra, bugün Türkiye'de 24 milyon tarımla uğraşan insan var. Şuradan çıkalım, gidelim en yakın Ankara köylerine; Ankara köylüsünün telefon, yol dışında tarım olarak, yaptığı iş, üretici olarak yaptığı işin düzeyi, 1935'lerden, 1940'lardan hani şöyle bir parmak ya yüksektir, ya değildir. Yani, tarım sorunu çözümlenmemiştir henüz Türkiye'de. Öyle mi? Evet, biraz gübre mübre hikâyesi var, ama aynı köydür aşağı yukarı, aynı güç koşullar içinde çalışan tarımcıdır; yani kökünden çözümlenmemiştir. Demek ki, dogmatik şeylerin dışında endüstrileşmeye hiç kimse karşı değil. Köy Enstitülerinin ilkeleri de endüstrileşmeye karşı ilkeler değil. Hatta, endüstrileşme içerisinde rahat rahat uygulanabilecek ilkeler. O aşamaya, o sürece de uydurulabilecek ilkeler.

Şimdi, (Yalçın Küçük'te) bir başka yanılgı yine, aynı incelemede, "Tonguç köye yalnız öğretmen yetiştirmeyi düşünüyordu.” diyor. Sadece Köy Enstitüleri Yasası'nın 1. maddesini okusa öyle olmadığını anlayacak; "Köye yarar her türlü meslek erbabını yetiştirmek üzere kurulmuştur Köy Enstitüleri." diyor, birinci madde. Ama, öğretmenle başlamışlar, arkadan biraz "sağlık memuru" gelmiş, ondan sonra kapanmış, bitmiş olay! Bu denli yüzeysel incelemelerle varılmış sonuçlar!

"Köyü canlandırma eşittir köyü kalkındırma!” diyor. İyi, tam tersini söylemişler. Köyün canlanması, mealen söylüyorum, "Canlandırılacak Köy"deki ifadeyi, köydeki eğitim ve ekonomi sorunları da içinde olmak üzere, su sorunu, toprak sorunu, her türlü toplumsal, ekonomik sorunlar içinde olmak üzere, bir bütündür. Köy, içinden öyle canlandırılmalı ki, kimse köylüyü köylü olarak kullanamasın, uşak muamelesi yapamasın!" falan diyor (Tonguç). "Canlandırmadan" kastettiği, ama o dönemde söyleyemediği şu: Köylüde sınıf bilinci uyandırmak! Adam, onu öyle söylese, zaten o günün iktidarıyla işbaşı yapıp da o işi gerçekleştiremez ki. Şimdi, bekliyorlar bizimkiler, bugünün terminolojisiyle, bugünün kitaplarında olduğu gibi otursunlar orada gayet rahat, H. Âli Yücel, Meclis'te, öteki de kitaplarında, yazılarında, efendim işte, "diyalektik materyalizme göre şu sınıf, bu sınıf" diyemezler, o dönemde. Bu kadarını söyleyebilmek için.. iyi niyetle bakmak gerek kötü niyetle bakarsanız, tabii öyle yorumlarsınız!.."

7 Temmuz 1992