Köy Enstitülerinde Ağaç Sevgisi...

Sovyet Elçiliği'nin bahçesi için bir Türk bahçıvan almışlardı. Bahçıvan ağaçları buduyor, çiçekleri suluyordu.

Günlerden bir pazar günü bahçıvan, ağaçlardan birinin öbür ağaçlara zararlı biçimde geliştiğini fark etti, kesmeye karar verdi. Eve gidip balta getirdi. Ağacın köküne baltayı salladığı sırada olayı pencereden seyreden elçilik görevlisi Azerbaycanlı, Türkçe:

-     Orta Asya'yı kuruttunuz, sıra buraya mı geldi? diye bağırdı. Hışımla bahçıvanın üzerine yürüdü. Ağacın doğranmasını önledi. Azerbaycanlının öfkesini gören bahçıvan kaçmıştı...

Ankara eskiden ormanlıkmış. 1402 Ankara Savaşı'nda Timur, fillerini Çubuk'ta ağaçların arasına saklamış. Demek, yakıla söküle bu duruma gelmiş. Sütundaşım Mehmed Kemal, bir süre önce, Batıkent'in düzenlediği bir söyleşide Bulvar Palas'ta konuşmuş, eski Ankara ile ilgili ayrıntılı bilgiler vermişti. Bu sırada dinleyicilerden biri Mehmed Kemal'le ünlü Ankara armudunu sordu. Dinleyici şöyle dedi:

-    Bir söylentiye göre bir zamanlar bağlar bahçeler Ankara armudu ile doluymuş. Tren Ankara'ya geldiği zaman, odunla çalışan lokomotiflerde yakıt olarak

kullanıp armut ağaçlarını bitirmişler, doğru mu?

Mehmed Kemal bu olayı bilmediğini söyledi. Söz alıp konuşanlar, Ankara armudunu çocukluklarında yediklerini anımsadıklarını söylediler.

Ağaca karşı sevgimiz, ilgimiz nedense az. Geçenlerde Ankara'da önemli bir olay oldu. Sıhhiye'de Zafer Parkı'ndaki ağaçlar Anakent Belediyesi'nin kararı ile kesildi. Parktaki ağaçlar Danıştay'la Orduevi'ne bakıyordu. Danıştay üyeleri, yüksek yargıçlar, ağaçların kesildiğini görünce aşağıya fırladılar, yıllanmış güzelim ağaçları kesen belediye işçilerini -neredeyse- kovaladılar:

-     Ağaçları ne kesiyorsunuz, gidin buradan! diye bağırdılar.

Arabalarını park etmiş taksi şoförleri olayları görüp üzüldüler. İleri sürüldüğüne göre Çankaya Belediyesi ağaçların kesilmesine karşıydı, Çankaya Belediyesi'nden gelen işçiler işe karışmıyorlar, gözlemci olarak seyirci duruyorlardı. Danıştaycılar, yüksek yargıçlar, olayın korkunçluğu karşısında ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. Bir yandan imza toplayarak, "yürütmenin durdurulması” için Bölge İdare Mahkemesi'ne gittiler. Bir Danıştay Savcısı bayan eve telefon etti:

-     Sayın Ekmekçi, lütfen bu konuya eğilin, ağaçları kesiyorlar!

Büroyu arayıp olayı arkadaşlarıma söyledim. Ama kesilen kesilmişti. Bu sırada, Bölge İdare Mahkemesi "yürütmeyi durdurma" kararı verdi.

Kızılay'la Sıhhiye arasında Zafer Parkı'nın önünden geçenler, temizlenememiş ağaç köklerini, kesikleri görenler başlarını sallıyorlar...

Zafer Parkı'ndaki ağaçların doğranmasına gerekçe olarak, Belediye'nin burayı "otopark" yapma isteği gösteriliyor.

- Efendim, diyorlar, Sıhhiye'deki Orduevi'nde yapılan toplantılar için gelen arabaları park edecek yer yok. Bu da garip kaçıyor...

Bu gerekçe, ağaçların doğranması, parkın ortadan kaldırılması için geçerli olabilir mi? Çok gerekliyse, Orduevi, Ankara dışında bir başka yere taşınabilir. Kimse bir şey diyor mu şu şu paralar harcandı diye? Kaça çıkarsa çıkar, Orduevi oradan başka yere taşınır, bu iş biterdi.

Dönüp dolaşıp ağaç sevgisine geliyoruz. Anakent Belediye Başkanı da, çoğu yöneticiler de Avrupa ülkelerini gezip görmüşlerdir. Otopark yapılacak diye halkın, çocukların gezip dinlendiği parkların yok edildiğini görmüşler mi o ülkelerde? Danıştaycılar yine sabırlı adamlarmış, yürüyüş ne yapmadılar...

Sultanahmet'te bir çınar var yıllanmış, onu kesmemek için yol kıvrımlı olarak Gülhane Parkı'na iner. Vedat Dalokay anlatmıştı, Almanya'da bir kentte üniversite binasını yapan mimar, bir ağacı kesmemek için yapının simetriğini bozar. Falih Rıfkı yazar, Bulgarlarda ağaç sevgisi Tuna Valisi Mithat Paşa'dan kalmıştır. Mithat Paşa ağaç keseni asar...

Çalışma odamın penceresinden bakıyorum, ağaçlar dallarını sallayarak selamlıyorlar sanki...

Yıl 1917, Mustafa Kemal'le, İsmet (İnönü) Doğu Anadolu'da at üstünde ağaçsız yolda giderlerken, Atatürk:

-     Bana hemen bir din bul, der. İsmet Paşa:

-    Ağaç, diye karşılık verir. İbadeti de ağaç dikmek olsun!

27 Mayıs'ın önderi Cemal Aga da (Gürsel) ağaçlandırma özlemi içindeydi. Kendisiyle görüşmeye gelen Türkiye Öğretmen Dernekleri Millî Federasyonu yöneticilerine şöyle der:

-      Millî Eğitim Bakanı'na söyledim, toplu

ağaçlandırma bakımından bana bir broşür hazırlayın getirin, dedim. Hâlâ olmadı!

Gürsel'e giden federasyon yöneticileri arasında, Köy Enstitüsü eski müdürlerinden Rauf İnan da vardır. Olayı o anlattı.

Okulu, çevreyi ağaçlandırma, Köy Enstitülerinde başlıca işlerden biriydi. Türkiye'de trenle, otobüsle nereye giderseniz gidiniz, yollarda, köylerde toplu

ağaçlandırmalar görmüşseniz, kesinlikle, o yakınlarda bir Köy Enstitüsünün kurulmuş olduğunu anlarsınız. Rauf İnan şöyle diyor:

-    Çifteler Köy Enstitüsü kurulduğu zaman o yörede sığırkuyruğundan başka bitki yoktu. Bir Mahmudiye 'de caminin yanında üç ağaç vardı. Şimdi bütün köyler ağaçlıktır. Köylüler bu ağaçların fidanlarını enstitüden almışlardır. Hamidiye'de, Mahmudiye'de ellişer dönüm

akasya yetiştirilmiştir. İki köyde yine ellişer dönüm bağ dikilmiştir. Üç yüzer dönüm meyve bahçesi

oluşturulmuştur. Enstitünün 12 saat yakınına dek, tüm köyler ağaçlandırılmıştı. Enstitü kurulduğunda, bir tek Kaymak Köyü'nde ağaç vardı. Sonra evler ağaçlardan görünmez oldu.

Hangi Enstitülüye sorsanız, size diktiği ağaçların sayısını söyleyebilir. Yine bir Köy Enstitülü olan Dursun Kut anlatmıştı: Antalya'nın Aksu yöresinde, bataklık bitkisi okaliptüs ekerek bataklığı kuruturlar. Burada çamlar yetiştirirler. Yine Dursun Kut anlattı, 1950'li yıllarda Isparta'da çıkan, zaman zaman yazılar gönderdiğim "Demet" dergisinde çıkmış anlattığı olay. Köy Enstitüsünü bitirdikten sonra, Isparta'nın Gelendost ilçesinin Hacılar Köyü' ne atanan bir öğretmen, köyde suyun olmadığını görür. Suyu getirir, okulun bahçesine 200 kavak diker, bunları sular. Aradan beş yıl geçer. Öğretmen başka bir yere atanmıştır. Kara kara düşünmeye başlar:

- Şimdi ben gidiyorum, bu kavaklar ne olacak? Ya gelecek öğretmen, kavaklara bakmazsa?

Tutar, kavakların tümünü okulun demirbaşına geçirir. Okuldan öyle ayrılır... Köy Enstitülerinde ağaç sevgisi böyledir:

27 Mayıs'tan sonra, Sabahattin Eyüboğlu, gezdireceği Fransız konuğu ile birlikte, İsmail Hakkı Tonguç'u da Hasanoğlan'a götürür. Tonguç vaktiyle dikilmiş, kocaman olmuş ağaçlara sevgiyle bakar, duygulanır...

Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940'ta çıkan bir yasa ile kurulmuşlardı. Bu kuruluşlar kapatılmamış olsaydı, Türkiye'nin de, Türk köylerinin de yapısı bambaşka olacak, köylüler bilinçlendirileceği için, gerici iktidarlar ülkeye egemen olamayacaklardı. Bir "Ankara Notları”nda değinmiştim, Enstitüler kapatılmamış olsaydı, Güneydoğu'daki olaylar olmayacaktı. O yıllarda kurulmuş olan, "Bölge okulları" şimdi de yaşamlarını sürdürüyorlar. Ancak, göstermelik mi ne? Enstitüler kapatılmasaydı, iç, dış politikamız böyle mi olurdu?

Aradan kırk altı yıl geçti. Köy Enstitüsü düşüncesi, hâlâ yepyeni, dipdiri. Çünkü bu eğitim sistemi, bizim buluşumuz. Kuranlar, emek verenler arasında yaşayanlar var; onların anılarını dinlemek, insanın içini ısıtıyor.

Bugün İstanbul'da, Ankara'da belki daha bilmediğim birçok yerde eğitimciler, bilim adamları Köy Enstitülerinin yıldönümünde, eğitim çıkmazını tartışacaklar.

Ankara'da bugün Maltepe'de Köşk Düğün Salonu'nda saat 20.00'de Köy Enstitüleri konusuna açık oturum var. Burada, Rauf İnan, Hami Konur, Şevket Gedikoğlu, Mümtaz Soysal, Cevat Geray, Nazif Evren, Fethi Esendal konuşacaklar. Çağrıda belirtildiğine göre Erdal İnönü ile Aydın Güven Gürkan değerlendirmeler yapacaklar. Daha sonra, eğlence düzenlenecek...

Toplantıyı SHP düzenliyor...

Bugünün bir eğitim olayı daha:

Foça'da Ferit Oğuz Bayır Ödülü verilecek. Bayır, İsmail Hakkı Tonguç'un bakanlıkta sağ kolu idi. Emekli oldu. 80 yaşında. Bayır, kendi adını taşıyan bir ödül koydu. "Türk Gençliğinin Sorunları” konulu yarışmayı, 'Arayış" dergisinin eski yazı işleri müdürlerinden Mehmet Erdül kazandı. Ödülün seçici kurul üyeleri; Mehmet Başaran, Sami Karaören, Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Emin Özdemir'den oluşuyor...

17 Nisan 1986