Tonguç Baba...

İsmail Hakkı Tonguç'un ölümsüzlüğe göçmesinin dün 32. yıldönümüydü. Sabah, Cebeci'deki gömütü başında, akşamüstü de Ankara Sanat Kurumu'nda toplantılar yapıldı. Sabahki törene gidemedim. Tonguç'un gömütü başında Mustafa Gazalcı, Niyazi Altunya, Dursun Kut, Mahmut Makal, Ahmet Kurt, Doğan Gülmez, Ayyuk Erenberk, Abdullah Kaygısız, Nurten Özdemir, Veli Doğanay, Arife Erkul bulunmuşlar. İki toplantıda konuşanlar ise Mustafa Gazalcı, Niyazi Altunya, Dursun Kut, Mahmut Makal, Ayyuk Erenberk, Ahmet Kunt, Hidayet Telli ile Abdullah Kaygısız'dılar.

Bundan bir süre önce İsmail Hakkı Tonguç'un oğlu Engin Tonguç, "Öğretmen Dünyası” dergisinde Tonguç'u anlatmıştı. Konuşma bana çok ilginç gelmişti. Engin Tonguç, bildiklerimi söylüyordu ama, onu dinlerken içim coşkuyla doluyordu. İçimden:

- Ne şanslı kişiymişim, Tonguç'u yakından tanıma olanağım olmuş, diyordum.

Onu tanıdığımda, "Vatan" gazetesinde, kendime göre deneyimli, Ankara basınına göre "çiçeği burnunda" bir muhabirdim. Vatan gazetesinin bürosu, Kızılay'da İnkılap Sokak'taydı, '1' numaraydı. Şimdi, Cumhuriyet bürosu da aynı sokakta, 19 numarada; aralarında elli metre ancak var. Zaman zaman kendi kendime gülerim:

- 33 yılda, 50 metre yol gitmişim derim. Tonguç, hiç beklemediğim bir sırada, çıkar gelirdi.

- Sen otur çalış, derdi, işini bitirince seninle bir yere gideceğiz...

Heyecanlanırdım; o oturur, gazeteleri okur, ben kovaladığım haberleri yazardım. Oradaki eski püskü ama, oturunca gömülen fiyakalı koltuğa oturtamazdım.

- Belki koltuk cezalıdır der, koltuğa değil, oradaki bir tahta, arkalıksız sandalyeye otururdu.

Fıkrayı da anlatırdı:

- Osmanlı bakanlarından biri, başbakandan bir yazıyla zılgıt gelince, zılgıtın kendisine değil, koltuğa geldiğini söyler, o koltuğa oturmaz, 'Koltuk cezalı' dermiş. Sizin koltuk da belki cezalıdır! Tonguç'a Köy Enstitülüler 'Tonguç Baba' derlerdi.

Engin Tonguç, İsmail Hakkı Tonguç'la ilgili şöyle diyordu konuşmasında:

- Kişilerle tartışmaya girmeme özelliği, insanı isyan ettirecek derecedeydi. Biz, çok tartışmasını yapmışızdır, 'Bu saldırıları yapıyorlar, bir şey söyle!', 'Hayır, ben bu düzeye inmem, ben kişisel tartışmaya girmem; bunun Köy Enstitülerine hiçbir yararı olmaz, hatta bu ortamda zarar getirir' derdi. 'Bu düzeyde, bu koşullar içerisinde, mücadeleye girmem, bu mücadeleyi kabul etmem' derdi. Bu, en önemli kişilik özelliklerinden bir tanesi. Ve söylediğim gibi, insanı isyan ettirecek dereceyi bulurdu bu. Örneğin, Reşat Şemsettin Sirer, kaza geçirerek öldüğü zaman tepkisi şu oldu:

- Zavallı Reşat! dedi. (Reşat Şemsettin Sirer, bir gün Tonguç'a, 'Senin belini kıracağım!' demişti. Beli kırılarak öldü!)

Yani, belli bir düzeyin altına kesinlikle indirememişizdir. Bir ikinci özelliği, alçakgönüllü bir insandı. Gösterişten kesinlikle kaçınırdı. İşbaşında bulunduğu on yıl içerisinde, gazetelerde adının geçmesi son derece enderdir, resmi hiç çıkmamıştır.

Bu arada, sahip çıkan insanlar var; 'Bu işi (Köy Enstitülerini) biz bulduk' diyorlar. 'Sen kimsin?' diyorlar, falan. Bir gün onu sordum, dedim ki:

- Böyle böyle diyorlar, hiçbir şey söylemiyorsun!

- Bir şey anlatayım, dedi. Birinci Dünya Savaşı'nda Almanlarla Ruslar savaşıyorlar, Doğu cephesinde de bir Alman Mareşali var, Hindenburg, o Ruslara karşı büyük bir muharebeyi kazanıyor. Birinci Dünya Savaşı bitiyor; onun yanında bulunan generaller, 'Canım işte, ben filan hareketi yapmasaydım, falan kıtayı şöyle kullanmasaydım, Hindenburg bunu kazanamazdı!' filan diye yazıyorlar. Adam hiç sesini çıkarmıyor. En sonunda sormuşlar bir gün Hindenburg'a:

- Sen ne diyorsun? diye gazeteciler.

- Valla, diye karşılık vermiş Hindenburg, bu muharebeyi kimin kazandığını bilmiyorum, ama eğer yitirseydik, sorumlu ben olacaktım!

Bunu anlattı. Şimdi, bu tipik bir davranış biçimi, bu tür eleştirilere karşı. Yani, düşünce, fikir düzeyinde tutmak istemiştir hep tartışmayı ve eleştirilere olan yanıtları. Ama, şu anlattığım örnek de gösteriyor ki, işin de bilincinde, yani yapılan işin sorumluluğunu taşımanın bilincinde. Bir şunu çok iyi biliyordu ve söylerdi: Dünyada bir eğitim sistemi gelip de o eğitim sistemini bu denli büyük ölçüde uygulama olanağını bulabilmiş eğitimci çok az. Şimdi, koskocaman eğitimci Pestalozzi, bir İsviçre köyünde 200 öğrencisi olan bir okul açmış, Kerschensteiner'da Almanya'da Bavyera Cumhuriyeti'nde Millî Eğitim Bakanlığı yapmış, çok kısa sürmüş çalışması, çünkü, arkasından 1918-19 yıllarındaki Almanya'daki sosyalist ihtilal çıkıyor, deviriyorlar hatta, 'gerici' diye tutukluyorlar, Kerschensteiner çok az olanak bulmuş düşündüklerini uygulamak için. Sovyetler Birliği'ndeki Blonsky gibi, 'teknikum', iş okulu yöntemini getiren eğitimciler, onlar da istediklerini tam anlamıyla uygulayamamışlar.

Ve Türkiye'de Köy Enstitüleri uygulaması bu bakımdan, bütün dünya eğitbilim tarihinin içerisinde, son derece özelliği olan bir siyasal güce dayanarak, o siyasal güçten yararlanarak çok geniş kapsamda uygulanabilmiş bir sistem. Tonguç, bunun bilincindedir ve onu söylerdi.

- Bu olanağı bize veren cumhuriyettir, Atatürk rejimidir, İsmet İnönü'dür vs.'dir derdi, onun bilincindeydi...

25 Haziran 1992