Köy Enstitülerinin Yıkıldığı Yörelerde...

Kasımın son haftası içinde bir gündü, İhsan Sabri Çağlayangil'le telefonda konuşuyordum. O hafta, "Nokta" dergisinde Nâzım'ı öven sözlerini okumuştum.

-      Siz zaman zaman Nâzım Hikmet' i övüyorsunuz...

-      Evet övüyorum, Nâzım büyük şair...

-     Peki Köy Enstitüleri gibi bir kurum kapatıldı. Ben zaman zaman bu kurumları kapatanları eleştiriyorum. Siz neden bu Köy Enstitülerini savunmuyorsunuz?

-     Onu yapamam. Çünkü benim partim o kurumlara karşıydı.

-     Sizin partiniz Nâzım'a da karşıydı. Onu övüyorsunuz!

-      O başka!

Çağlayangil, Köy Enstitülerinde kız çocuklarla, erkek çocukların bir arada okumalarının sakıncalarına değinmeye çalışıyordu.

-     Heyyy, koca Çağlayangil! dedim içimden. Yıllarca valilik, senatörlük, senato başkanlığı, cumhurbaşkanı vekilliği yap. Hâlâ bu kafada git. Bu olacak şey mi?

İçimden acıdım Çağlayangil'e, bir yararlı kuruma, partisi siyasal açıdan karşı diye, gerçekleri görmezden gelebiliyor; saklayabiliyor içindekini!

Çağlayangil, daha ilk duyduğu dedikodunun etkisinden kurtulmamış değil, kurtulmak istememiş bir kişi izlenimi uyandırdı bu sözleriyle. Nâzım'ı övecek, ilericiler; "Bak ne akıllı, değerbilir kişi!” diyecekler. Altındaki oyunu sezemeyecekler. Nâzım, dünyaca ünlü bir Türk ozanı, ona yaslanmak hoş bir şey de, Köy Enstitülerini kapatıp halkın beynini kurutanı eleştirmek öyle kolay gelmiyor baksanıza...

Bir ara Süleyman Bey'le de konuştum:

-    Allah senden razı olsun! dedi. Yine de insaflı yazıyorsun! Satır arasında söylemek istediklerini anlamıştım.

-     Elbette insaflı olacağım, diye yanıtladım. Elleriniz bağlı!

-      Allah razı olsun!

12 Eylül öncesinde Süleyman Bey için, yönetimi için en ağır yazıları yazmışım. Uyarmak istemişim. Dost acı söyler, derler ya, öyle yazılardı onlar, başka hiçbir amacı olmayan şeyler...

Köy Enstitüleri konusunda Süleyman Bey'in de susacağını biliyorum. Yalnız o mu? Turgut Bey de susar o konuda merak etmeyin!

Sustu da. Eskişehir'e giderken, Çifteler'e uğradı. "Çifteler" yakın geçmişte "Köy Enstitüsü" ile ünlüdür. Binlerce adam yetiştirmiştir. Enstitünün adı "Çifteler"di, ama asıl okullar "Hamidiye" ile "Mahmudiye" köylerindeydi. 1940'lardan kapatılıncaya dek. Buralara uygarlık taşındı. Adam yetiştirildi. Ruhi Su, Âşık Veysel burada öğrencilere saz öğrettiler... Çifteler Köy Enstitüsünde müdürlük yapmış Rauf İnan, bana şunları söylemişti:

-          Köy Enstitüsü kurulmadan önce, oralarda

"Seydisuyu"nun kıyısındaki söğütlerle,

"Sığırkuyruğu"ndan başka bitki yoktu. Hamidiye ile Mahmudiye'de köylüler üzüm bilmezler. Çerçiler eşek yükleriyle oralara üzüm getirip satarlardı. Enstitü kurulunca, yöre baştan başa orman oldu. Enstitünün altı bin beş yüz dönüm tarlası, altı yüz dönüm bahçesi, yüz dönüm bağı, yüz dönüm ormanı vardı. Hamidiye sebze, meyve, kavaklık oldu. Mahmudiye'de 300 dönüm sebze ve meyve bahçeleri vardı. Hamidiye'deki yıkık bir değirmenin yerine elektrik santralı kurmuştuk öğrencilerle. Oradaki tüm bunlar, öğrencilerin, öğretmenlerin elleriyle yapıldı. Enstitünün ilk yıllarında kız öğrenci yoktu. Cumhurbaşkanı İnönü, kız öğrenci almamızı istedi. Üçüncü yılda 118 kız öğrenci sağladık. Hiçbir öğrenci, başarısızlıktan dolayı okuldan çıkarılmamıştır. Bir kızla bir erkek öğrenci başarısızdı. Onları da bir yıl okulda tuttuk. Biri marangozluk, öbürü dikiş öğrenerek dikiş makinesi ile okuldan ayrıldılar...

Rauf İnan anlattı. Namık Gedik bir gün Fatih Rıfkı Atay'a dert yanıp şöyle demiş Köy Enstitüleri konusunda:

-     Kurduğumuz çimento fabrikalarının yüz yıllık ürününü temeline döksek, yıktığımız ahlakı bir daha düzeltemeyiz!

Namık Gedik, 27 Mayıs'tan sonra Harp Okulunda kendisini pencereden attı. Canına kıyıp öldü. Onurlu

kişiydi...

Köy Enstitülerinin yıkılmasıyla, başarı ile işleyen bir eğitim ahlakı çökertilmiş oluyordu. Halkın bilinçlenmesi durduruluyor, düşüncelere zincir taaa o zamandan vuruluyordu. Bunlar gerçekte demokrasiyi yozlaştırmanın ilk adımlarıydı.

Sivrihisar'dan doğruca Çifteler'e gitmedik de, Lütfü Oflaz'la ters yönden, Başbakan Turgut Bey'i Hamidiye, Mahmudiye yöresinden çevirdik. Başbakan Çifteler'den daha gelmemişti. Mahmudiye Kaymakamı Yakup Vatan, Belediye Başkanı Talat Yücel, Başbakan'a iyi bir karşılama hazırlamanın rahatlığı içindeydiler. Olsa olsa bu kadar oldu vesselam!

Çifteler'de, Başbakanın oradan geçişi için on beş gün önceden belediye hoparlörü anonslara başlamıştı. Partizanlık da olsa olsa bu kadar olurdu işte. Vali Hanefi Demirkol, gelişten iki gün önce, köy muhtarlarıyla toplantı yapmış:

- Başbakanı kitlelerle karşılayın! demişti. Bu, valinin aba altındaki sopasının ucuydu.

Geçişten bir gün önce belediye hoparlöründen yayılan müzik de partizanca mıydı? Belediye zabıtasının esnafı bir bir dolaşması neyin nesiydi?

Çifteler'de bazı okullarda, yöneticilerce öğrencilere "Başbakanın geleceği, karşılamaya gitmenin iyi olacağı” ince bir biçimde anımsatılmış mıydı?

Mahmudiye Belediye Başkanı ile konuşurken çevredeki kırk yıllık kavak ağaçlarını seyrediyordum. Bu kavakları Köy Enstitüsü öğrencileri ile öğretmenleri dikmişlerdi. 1944-1945 yıllarında Hamidiye ile Mahmudiye'de öğrenci sayısı 1150'ye çıkmıştı.

Belediye Başkanı Talat Yücel, ben "Köy Enstitüleri” der demez. "Onlar kapatıldı. İyi oldu!" demeye getirdi, ekledi:

- Benim babam da karşıydı, beni Köy Enstitüsüne değil de sanat okuluna yazdırdı.

Başkan bir süre orada okumuştu, "Köy Enstitüleri kötü!" demişler. O da koşullanmıştı. 1985 yılında da ANAP'tan belediye başkanıydı...

Turgut Bey de, o yörelerde Köy Enstitülerinden söz etmedi. Edemezdi elbette, o da öyle bellemişti. Öyle gidecekti. Mahmudiye'de toplananlara "Yeniliklerin bize gelmesi için çok iyi çalışmamız lazım..." dedi. Türk eğitimcilerin buluşu olan, Atatürk'ün kafasında yatan "Köy Enstitüleri" yenilik değil miydi? Hiç oralı bile değildi Turgut Bey...

Eskişehir'de "Petek Gecesi"nden sonra, Başbakan Turgut Bey'den izin istedim. Yola çıkmayıp Eskişehir'de kaldım. Bir karşılamanın içyüzünü, perde arkasını bir gün kaldıktan sonra daha iyi öğrendim. Perde kapanıp tiyatro dağıldıktan sonra ortalık ne durumdadır? Onu özlemiş oldum...

4 Aralık 1985