Öğrenmek...

Ankara'nın eski basın savcılarından, emekli Yargıtay üyesi Hasan Kemal Çiçekoğlu'yla oturup geçmişin olaylarını konuştuk. Çoğu, bilmediğim ya da o günler gazetelerde okuduğum olayların anıları. Bunların içinde, tek parti döneminin, demokrasiye geçiş döneminin anıları da var.

Hasan Âli Yücel, Millî Eğitim Bakanlığından ayrılmış ama, Ulus gazetesine yazılar yazıyor. Olay, 1950 öncesinde geçer...

Bir gün, Hasan Âli Yücel'le, Hasan Kemal Çiçekoğlu Rüzgârlı Sokak'taki Ulus gazetesi önünde karşılaşırlar. Yücel, Çiçekoğlu'nu görünce çok sevinir. Ona şöyle der:

-     Çiçekoğlu, yemek yemediysen haydi birlikte yemek yiyelim. Şu anda hayatımın en üzüntülü anını yaşıyorum!

-      Neden?

-Ulus'a on beş gün önce, imzamla bir yazı getirdim. Yazı çıkmadı. Bugün, niye çıkmadığını öğrenmeye geldim. Yazıişleri Müdürü Münir Bey, "Efendim, yazınızın başka bir imza ile çıkmasını istiyorlar. Ya da 'Üç yıldız koyalım imza yerine' diyorlar" dedi. Partiden öyle istiyorlarmış...

Hasan Âli Yücel, çantasından bir zarf çıkarır. Çiçekoğlu'na gösterir...

-     Yazımı geri aldım. Bu zarfın içinde... Bir daha ayağımı basmamak üzere, Ulus'tan ayrıldım...

Gericilerin saldırıları, Yücel'i sindirememişti ama, partisini sindirmişti. Anımsadığım, Yücel ondan sonra bir daha Ulus'a yazmadı, yazılarını Cumhuriyet'te yayımladı.

Karpiç'e yemeğe giderlerken, Yücel, Çiçekoğlu'na anlatır o davudi sesiyle:

-     Bana, komünist derler! Bana, "Sen kadınsın" diyorlar. Soyunuyorum. Görüyorlar beni, hâlâ da "Hayır, sen kadınsın!" diyorlar...

Öylesine haksız saldırılara uğramış Hasan Âli'nin, kendisine haksızlık etmiş olanlara da düşmanlık beslediğini sanmıyorum.

Basınımıza bakıyorum, yine değişen pek bir şey yok gibi. Gerici basının saldırıları, yöntemleri hiç değişmemiş gibi...

***

İlk yazımın yayımlandığı gazete, "Ilgın" gazetesiydi. Otuz yılı aştı. Sonra, askere gidene dek, "Öğüt" gazetesinde yazdım. Öğüt, Konya'da çıkardı. 1957'lerde, Ulus'ta "Yurt Köşelerinden" başlığıyla yayımlanan gözlemler, Ankara basınına adım atmamı sağladı. Ulus'un Genel Yayın Müdürü İhsan Ada, Yazıişleri Müdürü Nihat Subaşı, postayla yolladığım yazıları yayımlardı... Muhabirlikle ilk, "Yeni İstanbul'da yüz yüze geldim.

Gazeteciliğin özünün haber toplama, yazma olduğunu gördüm orada. Çok sürmedi bir ay içinde kovuldum!

Bir gün büroya Mahmut Makal gelmişti. Gazetenin idare müdürlerinden biri de o sırada İstanbul'dan gelmişti. İdare müdürünü ilk kez görüyordum. Makal gidince, sordu:

-      Kim bu?

-      Mahmut Makal...

-      Kime geliyor, o burada?

Bir terslik olduğunu sezmiştim...

-    Burada herkesin arkadaşıdır. Hepimiz tanırız, "Bizim Köy” yazarını... diyerek soruyu savmak istedim, ama olmadı. İstanbul'a gider gitmez, işime son verdirdi. Bir aylık muhabirlik kursağımda kalmıştı.

Sanıyorum, gazetenin kadrosunda bile değildim. Yıl, 1958 mi, 59 mu ne? Ama, fırtına gibi geçen bir aylık muhabirlik dönemimi unutmadım. Basın kartı için doldurduğumuz kâğıtlara yıllarca, çalıştığım gazeteler arasında, "Yeni İstanbul" adını da yazdım...

***

12 Mart'ın üstünden on yıl geçmiş. 12 Mart'ı bir ajansta karşıladım... Ajansın yeni dönemiydi. Fırtına gibi çalışıyorduk. Ama, çok çalıştıkça başım derde de giriyordu. 11'ler olayını Türk basını da dünya basını da, ajansın telekslerinden öğrenmişti...

Bir gün, ajansın genel müdürü şöyle dedi:

-    Çok baskı altındayız. Senin çalışmanı istemiyorlar. Ama, bu günler geçecek. Sen şimdi, eve git otur. Her ay gelip aylığını alacaksın. Ama bizde çalışır görünmeyeceksin...

Evde oturmam, iki ay kadar sürdü. Bir gün gidip, şöyle dedim:

-    Ben böyle sürgünde gibi oturmak istemiyorum. Ya döner çalışırım ya da benim işime son verin.

İşime son verildi. Rahatlamıştım. Geçenlerde, o zaman ajansta çalışan bir arkadaşım geldi büroya...

-    Sana anlatacaklarım var... dedi. İşine neden son verildiğini biliyor musun?

-      Biraz... Ama, tam değil...

-     Bak anlatayım, dedi. Bir gün, genel müdür Ankara'ya geldi. Bana dedi ki, "Oğlum Mehmet, Tekel'e git. Bir şişe viski al, otele getir. Oraya filan bakan gelecek, konuşacağız..." Gittim, Tekel'den bir şişe viski alıp otele getirdim. Bakanla konuştular. Sonra, bana dedi ki:

-     Ekmekçi'nin işine son veriyoruz. Buna karşılık, Basın-Yayın on bin liraya ajansa abone olacak. Gelecek yıllarda daha da arttırılacak para. Bir Ekmekçi giderse, bir başka Ekmekçi gelir, ama on bin lira her zaman bulunmaz.

Ajansın genel müdürü öldüğü zaman, çok üzüldüm doğrusu. Ama kimseye gücenmedim. Adını yazmadığım eski bakanla, yolda sokakta karşılaşınca selamlaşıyoruz. Ajansın genel müdürü öldüğü zaman, çok üzüldüm.

Ölümü üstüne, onu öven, bir güzel yazı yazdım...

Kimseye düşmanlık beslemedim. Anam,

-      O, yedi düvelle dost derdi. Basında çok şey öğrendim. Anam, bir şey daha derdi:

-      Oğlum, tuttuğun ele ise, öğrendiğin kendine!

Her dönemden, her olaydan bir şeyler öğrenerek geçip gidiyoruz...

14 Mart 1981