Eleştiri, Özeleştiri...

Bugün 17 Nisan. "Köy Enstitülerinin kuruluş günü. Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940'ta çıkan bir yasayla kuruldu. Kurulalı 45 yıl olmuş demek. Önemli bir yıldönümü. Kuranları, emek verenleri içtenlikle anmak gerek. Kuranlar, emek verenler uzun yıllar baskılar altında yaşadılar. Ancak ezilmediler. Türk eğitimini, ulusal eğitim yapma çabasının onurunu hep taşıdılar. Bir gün gelip gerçeklerin anlaşılacağını hep bildiler. Bu "Ankara Notları"nda, onlara bir selam yollamak, borcumdur. "Köy Enstitüleri"ne sık değindiğim için, çok kişi o kurumlarda okuyup geldiğimi sanır, doğru değil. Keşke okusaydım...

Doğru görüp, bildiğimi yazıp, yansıtmaya çalışıyorum. Köy Enstitüleriyle ilgili yazılar, geniş yankılar da yapmaktaydı. Bunu biliyordum. Bir Hayrettin Özer vardı, Mersin'de yüz yüze tanıştık mı onu da bilmiyorum? Bir mektubuna şöyle başlıyordu:

Sayın Ekmekçi Kardeş,

Sen de olmasan Köy Enstitülerinin adını anacak, basına yansıtacak pek kimse kalmadı gibi bir şey. Çok sağol. Eline, diline sağlık...

Hayrettin Özer'in uzun mektubunu yayımlayamadım, ancak sakladım. Sonra öğrendim. Hayrettin Özer ölmüş, nasıl üzüldüm...

İstanbul-Tarabya'dan yazan Köy Enstitülü emekli sağlık memuru Kanber Özyürek başından geçenleri anlattıktan sonra, şöyle demiş:

... Evet yazdığınız gibi Köy Enstitülerinin içinde yaşadım; Köy Enstitüsü mezunu olduğumu kıvançla, çekinmeden, her yerde söyledim.

Sizin gibi yazarlara gıpta ediyorum. Yazı yazmak çok zor. Öyle zamanlar oluyor ki, uykumu kaçırıyorum. Saat 02.30'da uyanıp kuzeyin taşını güneye, güneyin taşını kuzeye taşıyorum, bir türlü bitiremiyorum...

Köy Enstitülerinin temel ilkelerinden biri, "iş içinde, öğrenerek eğitim" ise ikincisi "eleştiri-özeleştiri" idi. Hafta içindeki, ANAP Birinci Kongresi'yle, SODEP Küçük Kurultayı'nı "eleştiri-özeleştiri" açısından da gözlemeye çalıştım. Emekli elçilerimizden Sacit Somer anlattı Nasrettin Hoca fıkrasını, Bahçeli'de Zafer Gençaydın'ın sergisine giderken otobüste. Fıkra şöyle:

Hoca, yığılmış karpuzlardan birini alarak karpuzcuya sorar: "Karpuz kaça?" Satıcı haydi şimdiki fiyattan karşılık versin, verir: "Bin lira." Hoca, bu kez karpuzların yanı başındaki kavunları görür, birini alır, bakar: "Kavunlar da güzelmiş." der, "Kavun kaça?" "Güzeldir." der satıcı. "O da bin lira." Hoca, "Ben karpuzu almıyorum, kavunla değiştiriyorum." diye sürdürür konuşmayı. "Peki, değiştir" der satıcı. Hoca kavunu aldığı gibi kolunun altına, yola koyulur. Satıcı arkasından bağırır:

-      Hoca kavunun parasını vermedin.

-      Karpuzla kavunu değiştirdim.

-      Ee, karpuzun parasını da vermedin.

-      Karpuzu almadım ki.

ANAP Birinci Büyük Kongresi böyle bitti.

SODEP Küçük Kurultayının son günü ilginç geçti. Küçük kurultayda az da olsa, eleştirilerden kurtulamayan Erdal Bey, Anadolu'da olup bitenleri dinledikten sonra bir yerde şöyle dedi:

-     Biz ne düşünürsek düşünelim, yaşanan olaylar böyleyse, görünen buysa, politikamızı buna uydurmak zorundayız.

Erdal Bey, özellikle anayasanın değiştirilmesi konusunda, bildiriye de yansıyan tümcelere karşı çıkmamakla birlikte, kişisel görüşünü belirterek,

-           Kolay yolu seçmenin yararlı olacağına inanmıyorum, diyordu. Kurultayın ilginç geçen yönüne geldim. Bu, il başkanlarınca ağır eleştirilere uğrayan SODEP Genel Sekreteri Prof. Hicri Fişek'in konuşmasıydı. Konuşmasının sonunda, Erdal Bey'den de çok alkışlandı Hicri Bey. Eleştiriler ağırdı, ama Hicri Bey'in yanıtları da öylesine ağırdı. Hicri Bey, önce eleştiriyi tanımladı, irdeledi, şöyle dedi:

-     Bizi bu denli ağır eleştirdiniz, haksızsınız! Genel Başkanımız, bütün illeri dolaşarak 60 bin kilometre yaptı. Bütün illerle, ilçelerle teması biz kurduk. Ankara'da işleri yürütmeye çalıştık. İl başkanı arkadaşlarımız, Ankara'ya geldiklerinde Genel Merkezi boş bulduklarını, genel sekreteri tanımadıklarım söylediler. Bu arkadaşlarımız genel sekreterin MKYK üyelerinin o gün, hangi ilde, hangi açıkoturumda olduklarını araştırsalardı, böyle konuşmazlardı. Genel Merkezi "huzurevi"ne benzetenler, bizleri o "huzurevi"nin "asık suratlı bürokratları" olarak görenler... Eğer arkadaşlar, biz böyleysek, başka partiler mezarlıktır; arkadaşlarımız "YÖK" konusundaki tutumuzu eleştiriyorlar, açık açık söylüyorum, bizim iktidarımızda YÖK olmayacaktır. Ama ben bunu söylerken, yumruğumu masaya vurarak söylemedim. Şimdiki üslubumla söyledim. Arkadaşlar, üç türlü eleştiri vardır: Yüze karşı eleştiri, arkadan eleştiri, dedikodu. Eleştiri bilgilere dayanarak yapılmalıdır, haklı olmalıdır... Ben burada, bunların hepsine tanık oldum. Ama ben bütün bunları aile içinde yapılmış konuşmalar olarak benimseyeceğim."

Prof. Hicri Fişek, yönetimi ağır eleştiren il başkanlarına şöyle diyordu:

- İki yüz ilçede kongre yapılmamış. Türkiye'de kırk bin yerleşim merkezinde kaç gönüllü çıkıp üye kaydı yapmış?

İl başkanları önce şaşırdılar. Bunu beklemiyorlar mıydı? "Aman efendim, size layık olmaya çalışacağız efendim" gibi yanıtlar mı bekliyorlardı? Genel Sekreter Fişek' in aynı ağırlıktaki yanıtları, il başkanlarınca neden böyle alkışlandı? Anlaşıldığı kadarıyla, Hicri Fişek'in ödün vermek istemeyen, dürüst konuşması, SODEP il başkanlarını hoşnut etmişti. Dinleyenler "Hocanın vurduğu yerde gül biter." örneği, karşı eleştirileri de benimsediler.

Ayrılanlar, Hicri Fişek'i uzun uzun alkışlarken, "Ödün vermeyen, böyle dürüst bir genel sekreterimiz var, ne iyi" diye diye gittiler.

17 Nisan 1985