İvriz Köy Enstitüsünde...

Hakkı Tonguç'un oğlu Dr. Engin Tonguç, "Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı" toplantısında, konuşmasının sonunda şöyle dedi:

Vakıf konusuyla, sözü uzatmak istemiyorum, daha çok şey söylemek isterdim; vakıf olayı nedeniyle konuya birçok yönden yaklaşıyoruz ama, bir yaklaşımımız da bu: 'Acaba Köy Enstitüleri meselesini, dünya eğitim tarihi içindeki yerine nasıl oturtabiliriz?' Bunun için elimizde çok geniş gereç (materyal) var; yüzden çok kitap yayımlanmış, yüzlerce makale yayımlanmış. Ayrıca, toplanması gereken, ilgili insanlarda bir yığın belge var; binlerce fotoğraf var. Bütün bunları biz, ciddi araştırmalar yapmak isteyen insanların önüne sürerek, Köy Enstitülerinin evrensel boyutunu, özgün özelliklerini bulup çıkarmalarını istiyoruz. Son olarak bir tümce ekleyeceğim başkanın izniyle.. (Başkan Osman Bolulu):

- Rica ederim!

- Şimdi o vatandaşlık şapkasını bir kenara koyarak, izninizle, o kan bağı şapkasını giyeceğim ve hem bu toplantıyı, Hakkı Tonguç'un anma gününde düzenleyen arkadaşlarıma, hem bu olanağı sağlayan çok değerli belediye başkanına (Doğan Taşdelen) burada teşekkür edeceğim. Hepinize saygılar, sevgiler. (Alkışlar)

Engin Tonguç'tan sonra, Başkan Osman Bolulu, Prof. Yakup Kepenek'e, Mehmet Başaran'a, Prof. Mustafa Altıntaş'a, Doğan Taşdelen'e söz verdi. Aziz Nesin en son konuşacaktı. O da görüşlerini açıkladı. Aziz Nesin'in konuşmasını -hem aykırı, hem ilginç diye- vermeyi düşünüyordum. Bu arada, İstanbul'a gittim. 'Yunus Nadi Ödülleri' ile ilgili toplantıyı izledim. Çok sade bir kokteyldi. Fikri Sağlar, Nurettin Sözen, Emre Kongar, Tarhan Erdem de oradaydılar. Cumhuriyet okurlarından Burak Ekmekçioğlu Tekirdağ'dan gelip katılmıştı kokteyle. Meral Ege'den, Hülya İstanbul'dan katılmıştı kokteyle. Ertesi günü, Aziz Nesin'in Çatalca'daki "Nesin Vakfı”na gittim, bir grup arkadaşla; Aziz Nesin'in orada yaptıklarına hayran kaldık.

Çatalca'dan Ankara'ya döner dönmez, yeni bir izlence bekliyordu. Fikret Ünlü'yle sözleşmiştik, Ereğli'ye gidecek, İvriz Köy Enstitüsü'nü bitirenlerin geleneksel toplantısına katılacaktık.

İvriz'i hiç görmemiş, gitmemiştim. Heyecanlanıyordum, çoğu eski Köy Enstitüsünü görmüştüm. Adı değiştirilmiş de olsa, "mihrap" yerinde duruyordu çoğuna. Bakımsız bırakılmış, eski "Enstitü" yapıları bile sanki bir "eski eser" gibi, anıtlaşmışlar, duruyorlardı. Hasanoğlan, bunlardandı.

Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra, bu yapılar ne yapılabilirdi? Dursun Kut anlattı, Hakkı Tonguç, ona bir gün şöyle demiş:

- Bir gün bizim elimizden bu okulları almaya kalkabilirler. Bunu ne yaparlar, kime verirler, ne olarak kullanırlar? Kentlerden uzak olan bu kuruluşları ancak orduya verebilirler. Biz bu yapıları öyle yapalım ki, ordunun işine yaramasın. Hiç değilse, yine bir eğitim kurumu olarak yaşamı sürdürsün. Ordunun aradığı bina, koğuş sistemidir. Girişine nöbetçiyi koyar, içeriye erleri yerleştirir.

1950'de Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra, Millî Eğitim Bakanlığı, Kars'taki Cilavuz Köy Enstitüsü'nü, Millî Savunmaya devretmek ister. Millî Savunma Bakanlığı'ndan Kars'a giden bir kurul, gerekli incelemeyi yapar, "Bu binalar, askeri amaçlara uygun değildir.” raporunu verir. Böylece Köy Enstitüleri, kapatıldıktan sonra da bir ölçüde, öğretmen okulu ya da öğretmen lisesi olarak yaşamlarını sürdürürler...

İvriz'deki İvriz Köy Enstitüsü, 1970'lere değin öğretmen okulu olarak, Enstitü ruhu gitmiş de olsa, yapılar olarak yaşamını sürdürmüş. Fikret Ünlü'nün anlattığına göre Enstitü'nün olduğu yer bir ağaç, bir çiçek deniziymiş. Ağaçlar bakımsızlıktan kurumuş, çiçekler yok olmuş. 1942 yılında, kısa sürede öğrencilerin yaptıkları taş yapılar, yıkılmaya, yok olmaya bırakılmış. Kaloriferli bir lise binası yapılıp, iş bitti sanılmış. İvriz Köy Enstitüsü binaları ise, onu yıkmak isteyenlerin yüz karası olarak duruyor. Binaların içinde yılanlar, çıyanlar olmalı diye düşünüyorum. Kıbrıs'taki Maraş'ı anımsatıyor. Yapıları yıkmak için açık eksiltmeyle yükleniciye vermeyi düşünüyorlarmış!

Bana gelen çağrı kartında emekli öğretmen İlköğretim Müfettişi İsmet Beyazıt şöyle diyordu:

İvriz mezunlarına çağrı,

Anıları gözümüzde değil; İvriz'de yaşamak için, yılların eskittiği çehrelerimizi hayalde değil; gerçek görmek için, birbirlerini unutanları yeniden tanımak, bütünleşip gönlümüzde bir gün yaşamak için İvriz'de buluşalım.

Köy Enstitülerinde okumadığımı kaç kez yazdım. Ama Köy Enstitülüler beni, kendilerinden sayarlar, okurlar da öyle bilir. İnsanın adı çıkacağına canı çıksın derler, öyle. Ama, ben böyle bir yanlışlıktan dolayı mutluyum.

İvriz Köy Enstitüsü, Ereğli'ye yirmi kilometre uzaklıkta, İvriz Köyü'ne, İvriz Eti kabartmalarına da beş kilometre uzaklıkta. Oraya da bir ağaç denizinden giriyoruz. Bu, Köy Enstitüsünün çevresine etkisi...

İvriz Köy Enstitüsü'nün 17.000 dönümlük tarım arazisi, Millî Eğitim Bakanlığı emrine verilmiş, o da İvriz Öğretmen Lisesi'ne bırakmış. Öğretmen Lisesi, 17.000 dönümlük araziyi ne yapsın? Bir de traktör var, kim ekecek, kim bakacak? O da öylece "Dıral Dede'nin düdüğü gibi" kalmış mı? Öğrencilerin diktiği akasyalar kurumuş, onlara bakmak için o öğrenciler gerek, o öğretmenler, o yöneticiler gerek.

İvriz Köy Enstitüsü'nü gözyaşları içinde gezdik. Ak saçlı adamlar, "Şurası bizim sınıfımızdı", "Şurası müdür eviydi", "Şurası öğretmenler odasıydı" diye ağlaşıyorlardı.

Tanıdığım tanımadığım insanlar boynuma sarılıyorlardı. Buğulanan gözlerimi kaçırmayaçalışıyordum...

5 Temmuz 1994