Köylüler benzetmeyi çok severler. Anam, tarih kitabımı karıştırırken Köprülü Mehmet Paşa'nın resmine bakar bakar:
- Kâtip dedene nasıl da benziyor! derdi.
Nadir Nadi sağ olaydı da bu yazıları okuyaydı, sanıyorum hoşlanırdı. Nadir Nadi, Köy Enstitüleri üstüne en güzel yazıları yazmış, onları yürekten desteklemiş kişiydi. Köy Enstitülerine, İsmail Hakkı Tonguç'a yapılan saldırılar, benzerleri Nadir Nadi'ye de yapıldı. Tonguç gibi o da bunlara karşılık bile vermedi. Aralarında böyle bir benzerlik gördüm işte!
İsmail Hakkı Tonguç'un oğlu, sağın (hekim) Engin Tonguç anlatıyordu, hep dinliyorduk. "Öğretmen Dünyası"nda dinleyenlerin sayısı 50-60 kişi var, yoktu. Bunları tüm Türkiye'nin dinlemesini istedim, onun için yazıyorum. Benim bir işim bu, çok ufak yerlerde, topluluklarda olanları, yığınlara aktarmak, kalabalıkları genişletmek; gazetecilik bir yerde bu değil mi?
Engin Tonguç, konuşmasını sürdürüyordu:
- Şimdi, olumlu eleştirileri bir kenara bırakıyorum, onları hepimiz biliyoruz, olumsuz olan bir iki örneğe değinmek, onlara bazı yanıtlar vermek istiyorum. Diyeceksiniz ki:
- O olumsuz eleştiriler açıklanalı yıllar oldu, bir tanesi 1970'ten önce, öteki 70'ten sonra, şimdi bu kadar zaman geçtikten sonra mı yanıt vereceksiniz? Yanıt verme gereksinimi şuradan doğuyor, o olumsuz eleştiriler, bugün yeniden etkili olmaya başladı. Özellikle genç kuşak üzerinde. Çünkü genç kuşak, geçirdiğimiz dönemleri çok iyi bilmiyor. O eleştirilerdeki Hakkı Tonguç kişiliğine baktığımız zaman, eleştirilerin daha geniş boyutlu ayrıntısına, analizine girmek istemiyorum, anma toplantısı olduğu için daha çok kişisel olan kısımlarıyla ilgili sözler söylemek istiyorum; baktığınız zaman, insan diyor ki: "Benim evde bütün gençliğimi, çocukluğumu geçirdiğim adam mı onların yazdığı adam, yoksa bir başka kişiden mi söz ediyorlar?" O kadar değişik birtakım tasvirler, resimler çiziliyor Hakkı Tonguç portresi olarak o eleştirilerde. Ona birazdan geleceğim, onların yanlışlıklarına; "Bu eleştirilerin amacı ne?" diye düşünüyorum; yani, olumlu birtakım şeyler yapılıyor; oradan da saygı duyduğumuz, "aydın" diye, "sol aydın" diye bildiğimiz insanlar çıkıyorlar, çok değişik birtakım eleştiriler yapıyorlar. Bunların amacı ne? Bir kez, benim dikkatimi çeken şöyle bir şey var, 1960'tan beri, birçok yabancı inceleyici geldi, gitti; ne bileyim Hamburg Üniversitesi'nden, işte Pedagoji Fakültesi'nden bilmem kim, kalkıyor geliyor:
- Ben Köy Enstitüleri konusunda tez yapacağım! diyor, sizi buldum, siz yakınıymışsınız, elinizde de birtakım belgeler varmış, bu belgeler nelerdir? İşte, "Hangi kitabı okurdu? Mektupları neydi?" uzun uzun burada günlerce kalıyor, Ankara'da, bizimle defalarca konuşuyor, Türkçe bilmediği hâlde, Türkçe bilen bir adam buluyor, mektuplardan, kitaplardan fotokopiler alıyor, gidiyor. Bizde, nedense şu otuz yıl içerisinde bana bu konuda başvuran insan sayısı herhalde ikiyi, üçü geçmez! Onlar da gayet yüzeysel birtakım şeyler sorup ortadan kayboluyorlar. Ama, ondan sonra bir bakıyorsunuz, son derece iddialı, son derece geniş, kapsamlı birtakım şeyler yazıyorlar...
Şimdi, yabancı inceleyicilerin yaklaşımı genellikle, inceledikleri konu içerisinde olumlu olan nedir, onu bulmaya yönelik oluyor. Olumlu bir şey bulduğu zaman da seviniyor, "Aaa, diyor, bak bunu ne güzel düşünmüş!" Bizimkiler de olumsuz bir şey buldukları zaman çok seviniyorlar! "Aman, ne güzel hata etmiş! Oh, oh..." Çok memnunlar bir yanlış varsa. Bu, bir kez çok garip bir özellik bizim inceleyicilerde, olumsuz konuda inceleme yapanlardan söz ediyorum; Batılı inceleyicilerle tam birbirinin zıddı bir özellik. Şimdi, bu neden? Hekim (sağın) olarak da ilgilendiriyor insanı, yani bizim ulusal yapımız bakımından ilginç. Öyle sanıyorum ki bir kez ruhsal yapı açısından biz, özgün olma, kendisini kanıtlama gereksinimi içerisinde birtakım insanlarız; yani, "herkesten farklı bir şey yapayım da, kendimi kanıtlayayım", "bak, işte bu da bir şey biliyor!", desinler! Bir kez, bu komplekste olan bir insanız. Birincisi bu...
İkincisi, kişiliğin dışında, amaç olarak öyle sanıyorum ki bunların bazıları, "Daha önceki tüm değer olabilecek her şeyi silelim, yepyeni şeyler getirelim. O eskilerin etkisinden tamamen arınalım, hiç bulaşmasın eski olup bitenler, biz her şeyi yeni yapalım" diyorlar.
Şimdi bu aslında çok riskli bir şey, güzel bir şey belki de ilke olarak, çok riskli bir şey; çünkü çok güçlü olmanız gerek bunu yapabilmek için; hepsini aşmış olacaksınız sizden öncekilerin; hepsinden daha çok eylem yapabilme olanağını yaratmış insanlar olacaksınız; o zaman bir değer taşıyor. Yok, bunu yapamaz da sadece eskileri yıkmakta, eskileri karalamakta kalırsanız, o zaman ortaya hiçbir şey çıkmıyor. İkinci şey de bu, bu tür eleştirilerde.
İki örnek vereceğim, bildiğiniz klasik örnekler; bir tanesi Kemal Tahir örneğidir, ikincisi Yalçın Küçük!
28 Haziran 1992