Bitmeyen Dava...

Cumhuriyet Dergi'nin bu hafta çıkan sayısında, Nadir Nadi'nin Hasan Âli Yücel'e yazdığı bir mektup var. Hasan Âli Yücel, Nadir Nadi'ye, "Davam" kitabını yollamış, o da bir mektupla teşekkür ediyor. Mektubu, Hasan Âli Yücel'in kızı Canan Eronat verdi; Sami Karaören'le, Lütfü Tınç'a gönderildi. Nadir Nadi, orada Hasan Âli Yücel'e "Dava'nız yalnız sizin değil, neslimizin davasıdır. Bu itibarla size hak vermeyen kararın acaipliğine şaşmamak lazımdır." diyor. Hasan Âli Yücel, 1947 yılında, Kenan Öner aleyhine açtığı davada, Ankara Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi'nde, başlangıçta davayı kazanamamıştı. Hasan Âli Yücel haklıydı, sonunda Yargıtay aşamasında, haklılığı ortaya çıkmıştır. Ancak dava iki yıl dallanıp budaklanacak, davanın sonunda kazanan Hasan Âli Yücel olduğu hâlde, kamuoyunda kazanmış sayılmayacaktır.

O yıllar, İstanbul Milletvekili olan Mareşal Fevzi Çakmak, Genelkurmay Başkanı bulunduğu sırada, bir Millî Eğitim Bakanı'nın, komünistleri koruduğunu öne sürmüştür. O sıralar, Bakanlıktan ayrılmış bulunan Hasan Âli Yücel, Mareşal Çakmak'a iki kez mektup yazarak, "Bu komünistleri koruyan Millî Eğitim Bakanı'nın kim olduğunu" sormuştur. Mareşal Fevzi Çakmak, yanıt vermezken Demokrat Parti'nin İstanbul İl Başkanı oları Savunman Kenan Öner, Yeni Sabah gazetesinde bir açıklama yaparak, "Komünistleri koruyan Millî Eğitim Bakanı'nın Hasan Âli Yücel olduğunu" ileri sürmüştür. Hasan Âli Yücel, bunun üzerine Kenan Öner ile Yeni Sabah gazetesi aleyhine davalar açmış, dava yılan öyküsüne dönmüştür. Hasan Âli Yücel'in savunmanı Bülent Nuri Esen'di. Kenan Öner'in tanık olarak dinlettiği, ırkçılıktan yargılanmış kimi kişiler, Hasan Âli Yücel'i suçlayan -çoğu dedikodulara- dayanan ifadelerinde, mahkemeyi bir çeşit politika alanına çevirmek istemişler, bunda da başarı sağlamışlardır. Hasan Âli Yücel, duruşmalarda yapayalnız bırakılmıştır. O zaman duruşmaları izleyen Ali Dündar şöyle dedi:

- Hasan Âli Yücel, duruşmalara gelirken koruması yoktu. Duruşmalar, Anafartalar'daki Adliye Sarayı'nda olurdu. Salon tıklım tıklım dolardı. O zamanki ırkçılardan, DTCF öğrencisi Osman Yüksel Serdengeçti, bir sürü avenesini toplar gelir, Hasan Âli Yücel'i protesto ettirirdi. Hasan Âli Yücel'in, emniyette görevli olan Karadenizli bir hemşerisi Komiser Ferit Hacaloğlu, pir aşkına duruşmalara gelir, Hasan Âli'yi beklenmedik saldırılardan korumak isterdi...

Hasan Âli Yücel'in açtığı davada, onu suçlayarak ifade veren tanıklardan kimilerini burada açıklarsam, davanın neden yılan öyküsüne döndüğü hemen anlaşılır. Tanıklardan kimileri şöyle:

Nihat Atsız, Orhan Şaik Gökyay, Mehmet Külahlı, Necat Sancar (Nihat Atsız'ın kardeşi), Ahmet Ellez (Irkçılık-Turancılık davasından' yargılanan Atsız'ı 'şef belleyen kişi), Necdet Özgelen (Irkçılık-Turancılık davasına karışmış), Alpaslan Türkeş (Irkçılık-Turancılık davası sanıklarından), Nurullah Banman (o da öyle), Ali Mustafa Soylu, Hüseyin Namık Orkun, Osman Yüksel, Zeki Sofuoğlu, Hikmet Tanyu, Selahattin Ertürk, Haluk Karamağralı, Sait Bilgiç, Ziya İlhan, Emin Soysal, Zeki Mesut Alsan, İbrahim Sururi Ermete... (Çoğunun ne olduğunu açıklama gereği duymadım.)

O zamanki basının gerici kanadı, bu dava dolayısıyla Hasan Âli Yücel'e yüklenir, Hasan Âli Yücel'i savunmak üzere ifade veren birkaç kişi vardır: Nabi Dinçer, Nurullah Ataç, Ferit Alnar. Hasan Âli Yücel yalnız bırakıldığını da görmüş, sineye çekmiştir:

- Benim için iki deli tanıklık etti! der.

Çünkü o havada, Hasan Âli Yücel'i savunmak deliliktir! Hasan Âli Yücel'i 'koruduğu' ileri sürülenler, neden mahkemeye gidip tanıklık ederek "Hayır, Hasan Âli Yücel bizi korumadı!" dememişlerdir, buna bugün de şaşmaktayım! Bir Sabahattin Ali, o zaman çıkardığı 'Marko Paşa' gülmece gazetesinin 11. sayısında, "Kenan Döner'in marifetleri" başlığıyla yayımladığı yazıda, özetle şöyle demiş:

Şimdi adı kızıla çıkarılan İnsan Haklarını Koruma Cemiyeti'nin yarı yolda dönen kurucularından Kenan Döner, bu sefer de Turancıların oyuncağı olmuş, 'Yeni Sabah'da, aklınca mareşali korumak için, bir yazı neşretti. Kafası çok daha berrak ve şuurlu işleyen mareşalin, böyle çürük avukatlıklara ihtiyacı olduğundan şüpheliyiz. Fakat artık selametle düşünemediği anlaşılan Kenan Döner, hiç olmazsa tamamıyla cahili olduğu hususlarda susmalı. Yoksa Marko Paşa'nın sahibinden bahsettiği satırlarda olduğu gibi üç satırda altı defa saçmalamak gibi gülünç hâllere düşer...

Yakın dostları Hasan Âli Yücel'in bu davayı açmasından yana değillerdir. Köy Enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç, davayı açmasının yararlı değil, zararlı olacağı kanısındadır. İsmail Hakkı Tonguç'un oğlu Engin Tonguç, "Umut Yolu" adlı yapıtının 107. sayfasında olayı şöyle anlatıyor:

Babam, Yücel'in Kenan Öner'le olan tartışmasını mahkemeye götürmesine de karşıydı. Millî Eğitim Bakanlığı'nda yapmış oldukları on yıllık çalışmaların eleştirilerinin tek hakimli bir mahkemede yargı konusu yapılmasını doğru bulmuyordu...

1946'dan sonra, zamanın Cumhurbaşkanı İsmet Paşa da, Hasan Âli Yücel'i bırakmıştı. Yücel gibi Tonguç da görevinden uzaklaştırılmış, Yücel'in yerine Reşat Şemsettin Sirer gelmişti. Engin Tonguç, "Umut Yolu"nun 79. sayfasında, Yücel'in İsmet Paşa'yla ilgili düşüncelerine yer verir. Yücel, ölümünden bir iki ay önce:

- Onu hiçbir zaman affetmedim, etmem de! der.

Tonguç ise 1946'dan sonra, aile arasında İsmet Paşa'nın adını bir kez anmış, şöyle demiştir:

- Onun için politika her şeydir, politikasız yaşayamaz. Politika da kalabilmek için de her gerekeni yapar. (Engin Tonguç, Umut Yolu, sayfa 106)

Hasan Âli Yücel'in, dava açmasından yana olmayan yalnız Tonguç değildir. İstanbul'dan geçerken Nahit Hanım'a uğramıştım. Ona sordum. Şöyle dedi:

- Hasan Âli Yücel'in o davayı açmasına çok kimse razı değildi. Eşim Halil Vedat Fıratlı'ya, Bülent Nuri Esen başvurdu, onun da dava açması için, eşim Halil Vedat reddetti, "Ben dava açmam!” dedi.

Nadir Nadi'nin de 3.12.1947 günlü mektubunda Hasan Âli Yücel'e şöyle yazdığını görüyoruz:

... Bundan birkaç ay önce doktor Muzaffer'in (Muzaffer Şerif Başoğlu) evinde 'Neden mahkemeye başvurdunuz?' dediğim zaman bana verdiğiniz cevabın manasını bugün kitabınızı okuduktan sonra, iyice anlamış bulunuyorum. Evet, bir büyük 'davam'ız vardır ve biz bunu hâkimin önünde kazanmaktan ziyade, cemiyetimizin bağrında çözmek zorundayız...

Köy Enstitüleri, 'aydınlanma' davası bugün de sürmektedir. Bugün de kimi politikacılar, ucuz kahramanlık, halkı uyutma politikasının izleyicileridirler. 'Köy Enstitülerini yeniden açacağız!' diyen politikacı babayiğit sayılır!

Perşembe akşamüstü Köy Enstitülülerden Mahmut Makal, Bekir Semerci, Ali Dündar, Fethi Esendal Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ne gittiler. Ben gidemedim. İlginç şeyler görmüşler. Makal şöyle dedi özetle:

- Gezimiz çok iyi geçti; ağaç işleri, demir işleri atölyesi var; beş yıl, altı yıl orada okuyan çocuklar, bu atölyeleri görmeden mezun oluyorlar. Eskiden öğrencilerin de eğitim gördüğü atölyeler bunlar. Şimdi işlevi değişmiş, sipariş alıyorlar dışarıdan; birtakım maaşlı ustalar, tahta, demir işleri yapıyorlar. Yani hemen "Ha" desen, Köy Enstitüsü hazır! Karar verilse, Köy

Enstitüleri hazır. Binaları, işlikleri yıkamamışlar. Ruhu değiştirmek yetti onlara, zaten üst tarafına gerek yok. Konu, bugün de güncel. Çalışanları yermek, çalışmayanları övmek bizde felsefe haline geldi. Çalışanın değeri bilinmiyor. Çalışana hep yükleniyoruz. Çünkü biz, kafaları geriye doğru uyarlanmış, oy deposuna düşürülen toplumuz. En akıllımız, değirmene yoğurt öğütmeye giden deli durumuna düşürülüyor! Mahmut Dikerdem'in bir tümcesi var, "Hariciye Çarkı” kitabında, "Hasan Âli ile tanıştım, dedim ki, 'Burada da Köy Enstitülerini yıkıyorlar, ama Fransız basını Köy Enstitülerini göklere çıkarıyor'. Hasan Âli, 'Gel de bizimkilere anlat, kellemi istiyorlar!' karşılığını verdi..."

15 Eylül 1991