Enstitülerde Cinsel Eğitim!..

Engin Tonguç'un "Tonguç Baba"yı anlatısı, daha sürecek. Zaman zaman okurlardan, özendirenler oluyor; örneğin "İki Gözüm Ayşe" yani Ayşe İlhan, Köy Enstitülü Galip Taşkafa (Candoğan), Dursun Kut... Köy Enstitüleri üstüne bir yapıtı da olan Galip Candoğan, mektubunun girişinde şöyle diyor:

"Dün yazdığınız 'Tonguç Baba... (1)' yazınızda Tonguç'u ne kadar gerçekçi yönleriyle anlattığınızın farkındasınız. Sizi, bu başarılarınızdan dolayı kutlarım. Yurdumuza emeği geçmiş Türk aydınlarının tanıtılmasında üstünüze gelecek yok vallahi..."

Galip Candoğan (Taşkafa) daha sonra, Tonguç için yeni çalışmalar yapmaya başladığını anlatıyor; mektubun bir yerinde, özetle şöyle diyor:

1944 yılında Ankara'da Maarif Basımevi'nde basılan 'Köy Enstitüleri I' broşüründe benim şimdiye kadar hiçbir eğitimciden duymadığım, 'Enstitü öğretmenlerinin kendi kendilerini yetiştirmeleri' başlığı altında sıraladığı maddelerin 4. maddesinin bir yerinde, cinsel eğitim hakkında şunları söyler:

"... Enstitü öğrencileri buluğ çağını ve gençlik devrinin bir kısmını bulundukları kurumlarda geçirmek zorundadırlar. Bu çağın gereği olarak onların gelişimiyle ilgili birçok hayatsal meseleler vardır. Bunlardan birincisi hayat ve onun eğitimi meselesidir. Bu bakımdan da öğretmenlerin tıpkı çocukların ana ve babaları gibi onları aydınlatmaları lazımdır.

Eğitim ve öğretimin en güç koşullarından birini teşkil eden bu meseleyi görmemezliğe, bilmemezliğe gelmek ve genç nesilleri bu alanda kendi kendilerine terk etmek hem bireylerin hem de toplumun hayatı için çok zararlı sonuçlar doğurmaktadır. Onun için enstitü öğretmenleri bu problemi işlemeyi, öğrencilere anlatma yollarını ve usullerini öğrenmeleri gerekir.”

5. madde de şöyle: "Öğrencilerin içinden çıkıp geldikleri köylerde her normal insan evlenir, geçim güçlüklerini hiç hesaba katmadan bir aile yuvası kurar... Normal yaşlarda evlenerek aile yuvası kurmak, bu yuvayı çocuklarla kuvvetlendirmek yeni neslin ülküsü olmalıdır...

1940'lı yıllarda, öğrencilerin cinsel eğitimlerini böylesine ciddi olarak ele almak istemiş bir başka kuruluş anımsamıyorum... Köy Enstitüleri olayına önem verişim boşuna değildir. Cumhuriyet okurları, bu kuruluşların öneminin bilincindedirler. Geçen gün İlhan Selçuk söylüyordu; yapılan bir araştırma sonucu olsa gerek, bir Cumhuriyet'i 4.8 kişi okuyormuş. Demek her gün Cumhuriyet'i 336 bin kişi okuyor! Bunca insan bizim yazdıklarımızı okuyor. Bu az kıvanç, az sorumluluk mu?

Usumdan geçiyor; denebilir ki:

- Sen gazete yazarısın, bize günlük olayları anlat. Hacı TÖ ne olacak? Koalisyon delindi mi gerçekten?

CHP'nin başına kim gelecek?

Doğru, günün konuları bunlar. Hacı TÖ'nün geleceği pek parlak gözükmüyor. Hacı TÖ'nün günlerini Süleyman Bey sayıyor! Ortaklığa bir şey olacağı yok, düzelir onlar; delikler kapatılır. CHP'nin başına Altan Öymen de, Deniz Baykal da gelse, olacağı yok ya, Bülent Ecevit de gelse boş! DYP-SHP ortaklığı sürdükçe, solda yeni oluşumlara yaşam yok!

Gelelim, Engin Tonguç'un "Tonguç Baba"yı anlatılarına; Engin Tonguç, Yalçın Küçük'ün eleştirileri dolayısıyla, 1940'lı yılların aydınlarının bakış açılarını ele alıyor, özetle şöyle diyordu:

Şimdi, Türkiye'deki aydın, o dönem aydını ülkeyi tanımıyor; köylüyü tanımıyor, gerçekçi değil. Onun için verdiği kararlar yanlış oluyor. Özel bir örnek vereyim hemen; eğitim olayı başladığı zaman, Saffet Arıkan, o dönemin Tarım Bakanı; adam, daha üç-beş tane tarım uzmanı vs. Ankara yakınındaki köylere gidiyormuş. Eğitmenler ne dereceye dek çalışıyorlar, ona bakacaklar. O arada, köyün birinde, tarım uzmanlarından biri köylüye diyor ki:

- Senin tarlan nerede?

- Şurda bir tane, şurda bir tane, şurda bir tane var, üç tane tarlam var'.

- Efendim, siz zaten akılsız adamlarsınız! Bunların arası ne kadar? Oradan, senin oraya gitmen bir saat! Ötekinden oraya gitmen bir saat. Sen böyle dünyanın vaktini kaybediyorsun. Aklınız olsa sizin, bunların hepsini bir araya toplarsınız, senin tarlan bir yerde olur, rahat rahat çalışırsınız!

- Bey, diye karşılık veriyor adam, eğer ben bunu yaparsam aç kalırım!

- Niye?

- Çünkü bizim buraya her yıl bir iki defa dolu yağar. Dolu yağdığı zaman, benim tarlamın bir tanesi gider, öbür ikisi kurtarır beni!

Onun üzerine Saffet Arıkan, hepsine dönüyor:

- Haydi binin arabalara da Ankara'ya, o ne işe yaradığı belli olmayan görevlerimizin başına gidelim! diyor.

Şimdi (Hakkı Tonguç'un) söylemek istedikleri bu. Ne aydın düşmanlığı ne bir şey. Doğru dürüst aydına, kimsenin düşman olduğu filan yok. Şimdi bütün bunların nedeni olarak Yalçın Küçük'ün gösterdiği şey, "Hakkı Tonguç köylüydü, köylülükten kurtulamadı! O kadar köylüydü ki, doğum tarihi bile belli değildir. Oğlu da doğum tarihinin belli olmadığını yazıyor!" diyor. Güzel kardeşim, sen Türkiye'de mi, başka yerde mi yaşıyorsun? O dönemdeki insanların çoğunun doğum tarihi belli değil. Atatürk'ün doğum tarihi belli değil!.."

5 Temmuz 1992