Aziz Nesin: "Güzel Bişey Varsa, Kapanır!"

Dr. Engin Tonguç'un Köy Enstitüleri ile ilgili olarak anlattığı şeylerin hemen hemen hepsine katılmadığını söyleyen Aziz Nesin, "Yalnız Köy Enstitüleri falan değil, eski iyi şeyler neler varsa, onları eleştirir duruma gelip aşmalıydık. Halbuki, biz onları kurtaralım diye onları savunmaya uğraşıyoruz. Ama n'apalım, başka çaremiz yok. Memleket o denli kötüye gidiyor ki..." diye konuşmasını sürdürüyordu. Aziz Nesin, "Başta Atatürk... Atatürkçülük, onları eleştiremedik..." diyor konuşmasını şöyle sürdürüyordu:

... Kaç yıl oldu, Atatürk öldükten sonra hâlâ hâlâ Atatürkçülük! Atatürkçü de olamıyoruz. Ki Atatürkçü olmak gerekir mi gerekmez mi o ayrı bir konu. O noktaya bile gelemiyor. Köy Enstitüleri de öyle. Köy Enstitüleri, bu 'Vakıf kurulunca, benim bildiğim şudur: Köy Enstitülerine ilişkin bütün eleştirileri çok dikkatle gözden geçirip onlara haklı nedenlerle yanıt vermek, ille karşı gelmek değil. Çünkü, onların kimileri haklıdır. Köy Enstitüleri ile ilgili eleştirilerin kimine ben katılıyorum. Haklı olduğuna inanıyorum. Ama neden öyle yapılmıştır? Niçin yapılmıştır? Çok ilginç. Tek parti döneminde Köy Enstitüleri kurulmuştur. Elbette köylünün ilerlemesi, kalkınması için kurulmuştur, ama bazı ilerleme ve kalkınmaların nedenleri de bir önceki nedenleri bakımından yine kötü.. Bunları da bilmek gerekir. Bunlara düpedüz karşı gelmek değil, bunları bilip, olumlu yanlarım alıp, düzeltmek gerekir. Bugün Köy Enstitüleri, o haliyle bile devam edebilseydi, Türkiye elbette, bu noktada olmayacaktı.

Aziz Nesin, olumlu olarak kurulup kapatılanların ilk ikisini böyle saydı; Halkevleri ile Köy Enstitüleri. Olumlu olarak açılıp sonra vazgeçilen biri daha vardı. Aziz Nesin, onu da şöyle anlattı:

Üçüncü olumlu şey, 'Aman ne yapsak da kapatsak' diye uğraştığımız 'yedek subay öğretmenliği'dir. Kurumlaşamadı. Kurum değil çünkü. 27 Mayıs'ın getirdiği, rastlantı olarak mı getirdi, ayağına mı takıldı, nasıl oldu bilmiyorum, ama bu Türkiye'nin kalkınmasında Köy Enstitülerine yakın başarı sağlayacak bir işti. Hemen kapattılar! Çünkü, biliyorsunuz sanatta da yararlı oldu, yardımlaşmada da yararlı oldu. Burada arkadaşlarımız söylediler, Köy Enstitülerinin en büyük şeyi, uygar bütün ülkelerde olduğu gibi köyü kentleştirmekti. Oysa bugün biz, köyü kentleştiremiyoruz, kenti köyleştiriyoruz. İstanbul, 10 milyon nüfuslu bir köy. Köy Enstitüleri yürümedi ve köyleri kentleştiremedi. Kenti arıyor insanlar doğal olarak; çünkü köy, gayet açık olarak ilkeldir, yabanıldır, oradan kurtulmak gerekir? Köyün coğrafyasından kurtulmak değil, köye kenti götürürseniz kurtulur insan. Kafa yapısı bakımından, ekonomik bakımdan böyle kurtulur köylü. İkincisi de tabii, korkusuz, özgür bir insan yetiştirmek. İşte üç tane kurum var ki bana göre Türkiye Cumhuriyeti'nin, tabii Mustafa Kemal'in ilkeleri filan dışında, işte ayrı onlar, bize özgü değil onlar. Bunlar, tam tamına bize özgü olmasa bile bizden çok kaynaklanmış, kendimize özgü bir olay olmuş. İşte Fay Kırby'nin kitabında yazdığı gibi bunları kapatmışız kesin. Zaten güzel bişey varsa, bunlar kapanır.

Kaynağa, eğitim kaynağına gelince: Bizim ilk eğitimcilerimiz, Türk olarak Osmanlı döneminde ilk aydınlarımız askerlerdir. Bütün sanatçılar, büyük ressamlar, askerdir. Ondan sonra yazarlarımız, biraz daha sonra olmakla birlikte, asker veya aristokrat, aristokrat bizde yok aristokrasi, soylu, saraya mensup insanlardandır. Bunu anlamak çok kolay. 'Edebiyatta İsimler Sözlüğü'nün hangisini açarsanız açın, bakın isimlere, onlar kesinlikle zengin sınıf çocuklarıdır. Bir Abdülhak Hamit'tir, şudur budur, o insanlar öyle olmuşlardır, devrimci olmuşlardır. Hep ülkenin ilerisinde askerler, ondan sonra bu soylu sınıflar, saray mensubu sınıflar, ondan sonra işte Galatasaray, daha sonra Mülkiyeliler, sonra da Köy Enstitüleri olmuştur. Şimdi de imam-hatipler!.. Kabul etmek gerekir ki doğrudur. Bu neyi gösterir? Köy Enstitülerinden niye bu kadar aydın çıkıyor? İnsanlar, nerede okuma olanağı, fırsatı bulurlarsa, orada okuyup yetişiyorlar. Fakir sınıf, Türk halkının yoksul sınıfı, kimdir onlar? Askerler veya soylular olabiliyor tabii, askeri okullara gidiyorlardı, orada uyanıyorlardı; Mülkiye'ye gidiyorlar, orada uyanıyorlardı. Galatasaray'a gidiyorlardı, zenginler orada ilerici oluyorlardı veya aydın oluyorlardı, kendi ölçülerine göre. Köy Enstitülerine gidiyor, orada oluyordu. Ve şimdi Sivas'ta... Lanetliyoruz, kızıyoruz filan, ama onların ortamında ben olsaydım, siz olsaydınız, biz bizi öldüren insanlar olacaktık. Onlar bizim yerimizde olsaydı, yani bizim gibi yetişmiş olsalardı, kendi kendilerine, bugünkü tavırlarına, düşüncelerine düşman olacaklardı. Demek ki ortam yapıyor bu insanları...

Bunun en güzel örneği Türkiye; ilk Batı'yla değinen insanlar, askerler. Topçu, harita okulu vb. Hep bunlar, Batı'dan geliyor, oradan değiniyorlar. Uygarlıkla değinen insan oluyorlar. Uygarlıkla değinmezler, işte bu son eğitim kurumu, imam-hatipler gibi ters yandan olursa onlar gelişiyor. Ve onlar da 'Teknoloji alalım Batı'dan, ama ahlakı almayalım, bilim alalım, fen alalım' derler. Örnek olarak da Japonya'yı gösterirler. 'Çünkü Japonya geleneklerini bozmadı, ulusal geleneğini sürdürüyor, ama Batı'nın bütün uygarlığını aldı' derler. Bizim Batı ile ilişkimiz, Japonya ile çok yakın, aynı tarihlerde. Japonya bu noktaya gelmiş, biz gelememişiz. Ama, olmuyor işte. İşte, bu konuda Köy Enstitülerinin önemli bir rolü oldu...

12 Temmuz 1994