Kutlu Olsun!

İzmir Belediyesi, İzmir'de bir caddeyle bir parka 'Hasan Âli Yücel' adını vermeyi kararlaştırdı. Belediye Başkanı Yüksel Çakmur, bu kararı, bir mektupla bildirdi; çok sevindim. Yüksel Çakmur'a:

- Hasan Âli Yücel'in, açacağınız parka bir de anıtını dikmelisiniz, dedim.

Yaşamları boyunca, haksızlığa uğratılmış, horlanmak istenmiş yurtseverlerin anıtları dikilmelidir ki yapılan haksızlıklar bir dereceye dek unutturulabilsin. Daha önce bir İzmir gezisinde, İzmir sağınlarının düzenledikleri bir toplantıda anlatmıştım Hasan Âli Yücel'in yaptıklarını; bunu yazdıktan sonra Yüksel Çakmur ilgilenmiş, kuruldan çıkarmış Hasan Âli Yücel'in adının verileceği park ile caddenin kararını... Bu güzel karara aydınların da yardımcı olmaları gerekir. Hasan Âli Yücel'in ilk öğretmenliği, 1922'de, kurtuluşun dumanları tüten İzmir'deydi. 1935'te milletvekilliği İzmir'den. İzmir'in, bir öğretmeni, hemşerisi de. 1950 yılına dek İzmir'den milletvekili seçilmiş. İzmirliler, Hasan Âli'ye ne yapsalar azdır. Hasan Âli'ye, İsmail Hakkı Tonguç'a, hepimiz borçluyuz.

İsviçre'de yaşayan Bey'in "cerrahı" Gazi Yaşargil, 2 Ekim 1990'da Ankara'da DTCF'de bir konuşma yapmış; konuşmasını Ankara Üniversitesi 'Beyin ve Evrim

Hakkında Düşünceler' adıyla yayımlamış. Üniversitenin Basın-Halkla İlişkiler yöneticisi kitabı bana da yollamış. Gazi Yaşargil, konuşmasında, 1940'lı yılları anlatırken, "O zamanın Kültür Bakanı, Hasan Âli Yücel'e şahsen ve neslim adına burada teşekkür etmeyi boynumun borcu bilirim" diyor. Şöyle sürdürüyor konuşmasını:

- Eskiden lisede fen ve edebiyat sınıfları vardı, yeni açılacak klasik sınıfta Latince, ileride eski Yunanca öğretilecek; isteyen bu yeni sınıfa girebilecekti. Avrupa'da tıp tahsili için o zamanlar Latince istendiğinden ben hemen klasik sınıfa katıldım. Hasan Âli Yücel'e bu Latince sınıfı için şahsen medyunumdur. Bizim kuşak içinde, 1930'lu yılların sonlarında başlatılan, Türkçeye çevrilen dünya klasiklerinin Devlet Maarif Matbaası'nda bastırılıp gençlere ucuz fiyata sunulmuş olması, Rönesans bahçesini bizlere açmıştı. Baba oğluna bağ bağışlamış, okul salkım esirgemiş durumuna düşmememiz için büyük hümanist Hasan Âli Yücel'e layık olduğu bir anıtını dikmemiz bizim kuşağın vazifesidir...

Gazi Yaşargil, Hasan Âli Yücel'in oğlu Can Yücel'in de okuldan arkadaşıymış. Onu anımsatmış konuşmasında, şöyle demiş:

- İkimiz de cerrah olduk; ben beyin cerrahı oldum, o şiir cerrahı oldu!

Hasan Âli Yücel'le ilgili bir öyküyü Can Yücel anlatmıştı, İstanbul'da, Karaca Tiyatrosu'nda düzenlenen bir "Hasan Âli" gecesinde. O akşam güzel konuşmalar oldu; Mehmet Başaran, Sami Karaören, Mualla Eyüboğlu, Demirtaş Ceyhun, Aziz Nesin, Can Yücel konuştular, tiyatro sanatçısı Candan Sabuncu, güzel sunuculuk yaptı, Aytaç Yörükaslan şiirler okudu. İsa Çelik'in çektiği fotoğraflar yansıtıldı.

O akşam toplantıyı, Salim Rıza Kırkpınar, Asım Mutlu, Ayla Akbal, Oktay Akbal, Canan Eronat izleyenler arasındaydılar. Can Yücel' in anlattığı öykü şöyleydi:

Hasan Âli Yücel'in Kenan Öner aleyhine açtığı davadan sonraydı. Kenan Öner, davayı yitirmesine karşın, herkes Hasan Âli'ye öylesine karşıydı ki sanki Hasan Âli davayı yitirmiş havası yayılmıştı. Hasan Âli, o günlerde Ankara'da bir dolmuşa biner; dolmuştakiler, Hasan Âli hakkında konuşmaktadırlar. Biri:

- Köy Enstitülerini komünist yuvası yapmış! der. Bir başkası, onu destekler. Şoför söze karışır; herkes bir şeyler söylemekte, Hasan Âli'yi kötülemektedir. Hasan Âli Yücel söze karışır:

- Siz o Hasan Âli'yi benim kadar tanımazsınız! der, ne namussuz adamdır o! Dünyada, onun kadar zararlı bir adam yoktur. Pezevengin tekidir!

Ağzına geleni söyler; tüm aleyhinde bulunanları bastırır. Dolmuş yolcuları susup Hasan Âli'yi dinlemeye başlarlar. Bir durakta inerken, yol arkadaşlarına:

- İşte, o Hasan Âli benim! der, hepsinin ağzı açık kalır; o ardına bakmadan yürür gider!

Son derecede şakacı mı şakacı bir adam. Dursun Kut anlatmıştı; bir gün Köy Enstitülüler, evine görüşmeye giderler. Hasan Âli Yücel onlara:

- Biraz sonra, buraya bir adam gelecek; dikkat edin Ankara armudu gibidir! der. Köy Enstitülüler beklerler, bakarlar ki gerçekten ufak tefek bir adam; köylü gibi biri. İçlerinden armuda benzetirler! Ama adam konuştukça hoşlanırlar; dili çok tatlıdır. O zaman anlarlar, 'Ankara armudu' deyiminin anlamını. Gelen, Cevat Dursunoğlu'dur. Gençler, Cevat Dursunoğlu'nu belki bilemezler, Erzurum Kongresi'ne Atatürk'ün katılmasını sağlayan adam olarak bilinir. Mustafa Kemal'in delege olabilmesi için o, istifasını verir. Cevat Dursunoğlu'nu sevgiyle, saygıyla anmak istiyorum.

Ankara'da Eğit-Der ile Kent-Koop işbirliği sonucu Batıkent'te bir 'Tonguç Ormanı' kuruldu. Tonguç Ormanı ile 'Nusret Fişek Ormanı' birlikte açıldı. Köy Enstitülü Ali Yılmaz, açılış törenindeydi; o fideleri görünce çıkışır gibi dertlendi:

- Hani bunun can suyu? Can suyu olmazsa, bu fideler kurur!

Ali Yılmaz'dan bu ormanların bakımını üstlenmesini istedik. Tonguçlar, Fişekler bakımla yaşatılabilirlerdi. Mahmut Makal da oradaydı, konuştu. Engin Tonguç, Talip Apaydın oradaydılar...

Geçen hafta perşembe günü Ankara'da, 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde, Eğitim-İş Sendikası'nın duruşması vardı. Ankara Valiliği, Eğitim-İş'in kapatılmasını istiyordu. Duruşma dolayısıyla, Avrupa'dan sendikacılar gelmişlerdi. Bunlar öğretmen sendikaları temsilcileriydiler. Bunlar şöyleydi; Marc-Alain Berberat, Monque Fouilloux, Daniel Dumont, Alain Olive,

Reinhard Hocker, Dominique Trigon, Mikkel Michelsen, savunman Frederic Wely, savunman Roger Trask...

O gün Eğitim-İş'in, öğretmen sendikalarının kurucularının günüydü sanki. Gittikleri yerde tüm kapılar açılıyordu. Millî Eğitim Bakanı Avni Akyol, eski görüşlerini değiştirmiş gibiydi. O da artık, öğretmen sendikasının kurulmasından yanaydı, hem de grevli toplusözleşmeli! Görüşme sırasında Niyazi Altunya'yı öve öve bitiremedi. Oysa Eğitim-İş'çilerin birçoğu hâlâ sürgündeydiler! Yabancı öğretmen sendikacıları Avni Akyol'a, 'Eğitim-İş'i sonuna dek destekleyeceklerini söylediler...

Bugün dinsel bayram, yarın da 17 Nisan, Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü. Köy Enstitülerinin, ona gönül verenlerin bayramı kutlu olsun. (Köy Enstitülüler, yarın sabah saat 11.00'de Anıtkabir'e gidecekler...) 1950 Demokratları, Köy Enstitülerini kapatmamış olsalardı, Türkiye'de eğitim düzeyi, okuryazar oranı, özeti demokrasimiz nerelerde olurdu, onu düşünüyorum. (Kapatılma hazırlıkları, 1950 öncesine gider ya düşünülecek şeyler.) Cezaevlerinde kalanların da kutlu olsun bayramları.

Hacı T.Ö., Paris'e gittiği zaman, çevirmenliği, orada yaşayan mühendis Mehmet Basutçu yapar. Mehmet Barutçu, Köy Enstitülü Halil Basutçu'nun oğludur. Basutçu, bir ara Hacı T.Ö.'ye:

- Benim annem de babam da Köy Enstitüsünü bitirmişler! Köy Enstitüleri olmasaydı, ben burada olamazdım! der. Hacı T.Ö.:

- Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, sen buraya gelemezdin! der.

Mehmet Basutçu, "Köy Enstitüleri kapanmasaydı, siz de geldiğiniz yere gelemezdiniz!" demek ister, ama diyemez. Olayı, "Baba, böyle böyle oldu" diye Halil Basutçu'ya anlatır! Neden yanıt veremedim? diye de üzülür.

16 Nisan 1991