Bayramlar Kutlu Olsun!

Fay Kirby'nin öldüğünü, 20 Nisan cuma günkü Cumhuriyet'te, İlhan Selçuk'un yerinde, ilanda gördüm. "Türkiye'de Köy Enstitüleri" kitabının yazarını yıllardır görmemiştim. Ankara'daydı. Birkaç kez yolda karşılaşmış, ayaküstü konuşmuştuk. Sayrılığını bilmiyordum. Yakın dostu, Associated Press Ajansı'ndan Emel Anıl, kaç kez Fay Kirby'ye, evine götürmek istemiş, "Sizi görürse çok sevinecek" demişti. Olmadı, gidemedim.

"Türkiye'de Köy Enstitüleri" kitabı, çıktıktan sonra geniş yankılar yapmıştı. Bir Amerikalının, böyle bir çalışma yapması önce kuşkuyla karşılanmış, Fay Kirby'ye "CIA ajanı" diyenler bile çıkmıştı. Toplumbilimci yazar Niyazi Berkes'le evliydi. Fay Kirby; çalışmayı hazırlarken, Köy Enstitülerini çok iyi tanıyan Niyazi Berkes'ten yararlanmış olmalıydı belki de, ama çalışma Türkiye'de ilk bilimsel çalışma sayılırdı. Köy Enstitülerinin kuruluşunun ellinci yılında, herkes onun kitabından bir ölçüde yararlandı da nedense adı pek geçmedi. O törenler yapılırken, Fay Kirby, Ankara'da İbni Sina Sayrıevi'nde ölüyordu...

Emel Anıl, Fay Kirby'nin ölüm ilanını verebilmek için, gazetede beni aramış, bulamamış. Uğur Mumcu'yu görmüş. Uğur yardımcı olmuş. Emel Hanım, "Belki birkaç satır yazılabilir, adı geçebilir, iyi olur" dedi. Şöyle dedi:

- En son gördüğümde, ölmeden önce akşamüstüydü, o sabaha karşı ölmüş, kalp krizi geçirmişti, onu tekrar elektro şokla kendine getirdiler, ama işte o geceyi çıkaramadı. Evet, işte kendine yeni bir çevre yapmıştı, öğrencileri, bir dolu tıp öğrencisi, onların yabancı dillerine yardımcı oluyordu; dün akşam şey vardı; İrlandalılar, öldükten sonra, hani içki içip falan kutlarlar. Sıkı sıkı tembih etti bana, "Sen bilirsin işte, aman iyi olsun!” diye. Topladık bütün dostlarını. Ölmeden her şeyi hazırlamış, gitmeden. Bir koca mum, yuvarlak küre biçiminde, akşamki tören için onun üstüne böyle güzel yazılar yazmış daktiloyla, yapıştırmış. İşte onları okudular falan dostları. Evet, iyi insandı çok. Yaa, Türkiye'ye de çok bağlıydı, ama sonunda Türkler onu yaya bırakmadı. Amerika'ya gitse, böyle bakılamazdı. Özellikle ona bakan doktorlara, "Hepinize teşekkür borçluyuz" dedim. Çok iyi baktılar. Mühendislik dalında, tıp dalında "profesyonel İngilizce" dersleri verirdi öğrencilerine. Parlak öğrencileri Amerika'ya gitmek için bir dil sınavı var, ona hazırlıyordu. Son yıllarında hiç küçük öğrenci almazdı; İngilizcesini ilerletecek birkaç küçük öğrenci aldı, yedi sekiz yaşında; onların bir kısmıyla büyük başarı kazandı, bir tanesi benim küçük kız. Kendi hâlinde, ama birçok insanın yaşamını etkiledi. İngilizcelerine yardım ettiği doktor çocukların kimi şimdi doçent, kimi profesör. Çok iyi baktılar, öğrencileri...

Fay Kirby, cenaze için hiçbir tören yapılmasını istememiş, vücudunu da tıp fakültesine bağışlamış, çocuklar öğrensin diye...

1960'ların ortalarında mıydı? Fay Kirby, İzmir'in Çeşme ilçesinde deniz kıyısında bir köyde, tavuk çiftliği kurmuştu. Milliyet'teydim. Oraya gidip kendisiyle bir röportaj yapmıştım. Baskılar altındaydı. Çiftliğe radyo ne almamıştı:

- Bir ihtilal ne olursa, nasıl olsa haberimiz olur, demişti. Çiftliğe ikide bir jandarma geliyor, arama yapıyordu. Söylentiler çıkarmışlardı: "Çiftlikte, radyoyla Moskova'yla konuşuyor!" diye. Röportajda geçer, çiftlikte birlikte çalıştıkları bir "Gavur Ali" vardı; anlaşamayıp ayrıldılar. İnşaat işlerine başladı, o da olmadı. Köy Enstitüleriyle ilgili çalışması o ilk kitabıyla kaldı mı, bilmiyorum. ODTÜ'lü gençlerin, Köy Enstitülerinin yerini aldığını söylerdi.

Çeşme'de Fay Kirby'yle röportaj yapıp ayrılırken, arkama bir sivil polisin takıldığını anlamıştım. İçişleri Bakanı o zaman Dr. Faruk Sükan'dı. Solcuların soluk alışlarını dinlediğini söylerdi.

Kirby, öldüğünde 64 yaşındaydı. Köy Enstitüleri kitabı yazdı. Köylü bayramında sessizce ayrılıp gitti!

***

Köy Enstitüsü müdürlerinden M. Rauf İnan, 17 Nisan köylü bayramında, Anıtkabir özel defterine yazmak için hazırladığı tümceleri okudu telefonda. Bir aksilik olmuş, yazamamış orada. İnan'ın tümceleri şöyle:

Bütün insanlığın Atatürk'ü, evrensel Atatürk!

Düşman orduları Ankara ilinin sınırlarına yaklaşırken, 1 Mart 1922'de: '... Bu asil sahibin huzurunda bugün kemali hicap ve ihtiramla hakiki vaziyetimizi alalım...' dediğin köylünün çocukları için 50 yıl önce bugün yasası çıkarılarak açılan Köy Enstitülerinin ilk yıllarında yetişen -artık torun sahibi- bizler, minnet duygularımızla sana geldik. Yazık ki o okullar uzun sürmedi. Sürseydi, istediğin Türkiye bugün gerçekleşmiş olacaktı. Minnetlerimiz, şükranlarımızla yolundan ayrılmayacağımıza kesin andımız var.

17 Nisan törenleri dolayısıyla, Dursun Atılgan da Ankara'ya gelmişti. Almanya'da Düsseldorf'ta yaşayan Dursun Atılgan, Ankara'da köylü bayramının ikinci gününde, Eğit-Der'in düzenlediği toplantıda bir konuşma yaptı. Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi:

... Ne demişti Atatürk? Türk ailesine aydınlık 'ana' ile girmelidir” demişti. Bunun gerçekleşmesi için Köy Enstitüleri, o özgün kuruluşlar en zor koşullar altında uğraş vermişlerdir. Rauf İnan'larıyla, Hatice Sökmen'leriyle, Nazif'leriyle (Evren), Sıdıka Avar'larıyla, uğraş vermişlerdir, savaşmışlardır. Hele o Sıdıka Avar, o dağ çiçekleriyle nasıl da bir örnektir. Eğer Sıdıka Avar'ın 'dağ çiçekleri'nin çoğalmasına izin verilseydi, eğer Köy Enstitülerine yaşam hakkı tanınsaydı, nüfusu 20 milyon bile olmayan ülkemizde sorun taaa o zamanlar çözülmüş olacaktı ve bugünlere gelen yollar, ara rejimsiz olacaktı. Karanlık bölgeler aydınlanacaktı, bugün 'Doğu olayları' olmayacaktı...

Ulusun efendisi köylüyse, ulusal egemenlik bayramı da "Köylü Bayramı"dır, gerçekten emekçi bayramıdır. Tüm bayramlar, emekçilere, onların çocuklarına kutlu olsun!

26 Nisan 1990