Engin Tonguç'un "Umut Yolu” adlı yapıtında şu bölüm var: "Sirer (Reşat Şemsettin) bakan olarak 5 Ağustos 1946'da işe başladı. İlk görüşmelerinde, görevden ayrılmak istediğini söyleyen babama, 'Birlikte çalışacağız, senin ayrılmanın hesabını meslek kamuoyuna nasıl veririm ben.' diyen Sirer, birkaç hafta sonra gerçek yüzünü göstermeye başlar. Bakan odasında aralarında büyük bir tartışma çıkar. Sesleri dışarıya kadar taşmaktadır. Son söz olarak Sirer:
- Senin çoluk çocuğunla birlikte belini kıracağım, der. Babam çıkıp gider.
21 Eylül 1946'da İlköğretim Genel Müdürlüğü görevinden alınmıştır. İnönü ile ilişki çok daha önceden kesilmiştir. Seçimlerden sonra bir daha Köşk'e çağrılmamıştır. Son görüşmelerinden birisi çok tatsız geçmiştir. O zamana kadar İlköğretim Dairesi'nin özlük işlerine karışmayan İnönü, bir enstitü müdürünün görevinin değiştirilmesini ister. Yapılmış birtakım ihbar ve jurnallerin etkisinde kaldığı anlaşılmaktadır. O gece Köşk'te babamdan başka Başbakan Saracoğlu ve Millî Eğitim Bakanı Yücel (Hasan Âli) vardır. İkisi de susarlar. Babamın karşılığı o güne kadarki ilişkilerinde görülmemiş sertliktedir.
- Bir kez kelle vermeye başlarsanız, sıra bir gün size kadar gelir!
Ortalık buz gibi olur. İnönü işi şakaya çevirir.” (s.96- 97) Yıl 1950'ye gelince, Mahmut Makal'ın "Bizim Köy”ü, Tonguç'un da yurtseverlerin de yüreğine su serper. Tonguç:
- Kazığı sağlam çakmışız, der. 8.2.1950'de Makal'a yazdığı mektubun girişinde şöyle der:
Varlık'ta çıkan yazılarınızı okuyorum. Bizim Köy adlı kitabını da okudum. Köyün içyüzünü olduğu gibi aksettiren bu yazılar köy davasını ele alacak olanlar için bir ayna vazifesi görecek, onları yanlış yollara sapmaktan kurtaracaktır. Bu bakımdan çalışmaların memleket için çok hayırlı olacaktır...(Tonguç'a Kitap, s.53)
Türk Eğitim Derneği'nin (TED) düzenlediği "İsmail Hakkı Tonguç'u Anma" toplantısında konuşan Engin Tonguç, onun insan ilişkilerindeki özelliklerini de anlattı. Bir yerde şöyle dedi:
Her şeyden önce o, ilişkilerinde baskıcı, zorlayıcı ve buyurgan değildir. Bu özellik şu inançtan kaynaklanır: İşin kişiliği geliştirebilmesi, olgunlaştırılabilmesi için ilk koşul, kişinin bu işi en geniş bir özgürlük içerisinde ve seçimlerini kendisi yaparak, kararlarını kendisi vererek, çalışmalarını kendisi düzenleyerek yapmasıdır. Ancak bu tür bir çalışma ile kişi kendi yeteneklerini tanıyıp geliştirebilir ve iş içinde yoğrularak kişiliğini kazanır. Burada aile büyüğü, öğretmen ya da yönetici artık her şeyin en doğrusunu bilen ve öğreten kişi değildir; en uygun ortamı hazırlayan ve yalnızca olabildiğince geniş tutulmuş bazı sınırların aşılmamasına özen gösteren bir gözlemcidir. Ama etkin bir gözlemcidir ve zorunlu durumlarda, özgürlük ortamına zarar vermeyecek bir duyarlılıkla gereken düzeltme ve yönlendirmeleri de yapacaktır. Ev ya da okul ortamında bu, özgür okuma, düşünme, tartışma ve araştırma demektir, özyönetimdir, özeleştiridir, sorumluluk yüklenmektir. Bu arada gözlemci de bir şeyler öğrenecek ve kendi yetişme sürecini işletecektir. Söz konusu olan, bir karşılıklı öğrenme ve öğretme işlevidir. Yalnız öğrenen ve yalnız öğreten yoktur. Ona göre bu sonuncu yöntem eskimiştir, çağdaş toplumların gereksinmelerini karşılayabilecek bir eğitim yöntemi ve sağlıklı bir ilişkinin temeli olamaz. Toplum açısından ele alınırsa, öğrenenin edilgen, öğretenin etkin ve sınırlayıcı, kısıtlayıcı ve baskıcı olmak zorunda kalacağı, insan doğasına aykırı böyle bir ilişki ile evde kişiliğini geliştirememiş çocuklar, toplumda da yukarıdan yönetilen, boynu eğik 'uyruk'lar türetilir. Oysa ki özgür bir ortamda, iş içerisinde yetişenler kendine güvenen, emeğinin değerini ve haklarını bilen, bunları koruyabilen, bunun için örgütlenebilen bireyler olarak kendi kendisini yöneten çağdaş toplumların vatandaşları olacaklardır. Cumhuriyet vatandaşı olmak da bu değil midir? İster aile büyüğü, ister öğretmen, isterse yönetici olsun, kişi, ilişkilerini bu gelişmeye yardımcı olacak, bunu sağlayacak şekilde düzenlemelidir. Tonguç, ilişkilerini bu görüşlere göre yürütmeye çalışmıştır.
Engin Tonguç, İsmail Hakkı Tonguç'un insan ilişkilerini anlatırken ilginç noktalara değindi. Özetle şöyle dedi:
"Bunu yaparken o, çalışan ve bir şeyler üretmeye çabalayanlara karşı sabırlı ve hoşgörülüdür. Onların eksiklerini, yanlışlarını düzeltmelerini bekler, en ufak bir olumlu gelişme gözlediğinde sabrını sürdürür ve tersi kanıtlanıncaya kadar umudunu kesmez. İş yaşamındaki ilişkilerinde bu tutumuna, o kişiden alınacak verimin son damlasına kadar elde edilmesi amacı da eklenir..."
Oğlu Engin Tonguç'un anlattığına göre "Baba Tonguç" düşüncelerini açıklarken kuramsal ve "kitabi" anlatımlardan kaçınır, düşünlerini somut örneklerle pekiştirmeyi yeğler. Ona göre bir konu açık, anlaşılabilir, ölçülebilir ve tanımlanabilir olmalıdır. Belirsizliklerden, kapalı ve karanlık anlatımlardan hoşlanmaz... İlişkilerinde duyguludur, duygulara önem veren ve bunları açıklamaktan çekinmeyen bir kuşaktandır. Ama kararlarında duygusal değildir.
Engin Tonguç, konuşmasını şöyle bitirdi:
"Onun insan ilişkileri, en üstün değer olarak işin kutsanmasına, insanın doğasında sınırsız yücelme olanaklarının varlığına, evrensel gelişmeye olan inancına ve bir eğitimci ve insan olarak ilişkilerini bunların doğrultusunda düzenleme istencine dayanır..."
"Uygarlığın tarihi, işin tarihidir." anlayışında olan İsmail Hakkı Tonguç, CHP hükümetlerinden ağır darbeler yediği hâlde, duygusal davranmaz, 1950'ye gidilirken dostlarının CHP'ye oy vermelerini salık verir. Böylesine kızgınlıklarını, öfkelerini bastırabilmiş bir insandı o.
26 Ekim 1995