Engin Tonguç: "Gazi Eğitim Çok Önemli"

Aziz Nesin, "Köy Enstitüleri Vakfı” toplantısı ile ilgili olarak, "Ben çok şey öğrendim bu toplantıdan." diyor, konuşmasını şöyle sürdürüyordu:

Genelde konuşmalara çok katılıyorum. Amaçları da doğru. Yalnız şunu söylemeden geçemeyeceğim, Tonguç'tan çıkmamıştır; hiçbir şey bizden çıkmamış ki, o çıksın yani. Çıkmış olan bir şey yok bir defa, bu da ayıp değil mi yani, ayıp tabii, ayıp olmaz olur mu? Ayıp da, bu ayıbı biz çekmeyelim. Tabii, işte bu, kaynağı nereden geldi, nasıl geldi, hangi amaçla geldi? Ama, geldiği gibi yürümemiş, çok daha olumlu biçimde, çok daha demokrasiye yatkın biçimde yürüyebilirdi. Ben şeyden geldiğini sanmıyorum, falan bakan gelmişse de, hani 'Köy çocuklarını okutalım...' da, böyle, orada burada böyle şeyler her zaman bulunabilir. Ama, bir akım, büyük bir akım olarak bunlardan gelmiş değil. Diyelim ki, bankacılık, Emniyet Sandığı ile başlamıştır, olabilir, ama bunlar hep Batı'dan gelmiştir. İslamlık da Doğu'dan gelmiş, dışarıdan gelmiş. İslam da bizim babamızın malı değil, oradan gelmiş...

Bu Köy Enstitüleri Vakfı'nın asıl uğraşacağı şey, bugünkü durumu düzeltemeyiz tabii, elimizde değil, ama savaşını vermek... Kaybettik, biz savaşı aslında kaybettik. Köy Enstitüleri de savaşı kaybetti, ilerici aydınlar da kaybetti. Bu savaşımın düzelmesi için ne gerekir? Yani, ilerici tarafların kazanması için ne gerekir? Geriye doğru gidiş hiçbir zaman düzeltilip ileriye dönmez. Yani, siz bugün Arapça ezanı Türkçe ezan yapamazsınız. Ses çıkarmadınız, ses çıkarmadık, babalarımız da ses çıkarmadı, Arapça ezan gitti bundan sonra. Yalnız Arapça ezan değil, ezan hepiniz biliyorsunuz ki, hatta her gazetede vardır... hangi saatte okunacağını yazar, 'sabah ezanı şu saatte okunacak', 'öğle namazı şu saatte' diye. Akşamları da yazar. Ama, siz minareden ezan dinlerken, bir müezzin bitirir, arkadan öbürü, bir müezzin bitirir, arkadan öbürü. Böyle dalga dalga ezan okunuyor. Niye? Propaganda yapacaklar da, bizi Müslüman yapacaklar. Böyle şey olur mu? Bunun saati bellidir! Çok teşekkür ederim efendim, çok sağ olun!..

23 Haziran akşamı, Eğit-Der'in, Dikmen'de Sokullu Caddesi'nde, Ahmed Arif Parkı karşısındaki yerinde konuşmalar yapılmış, Mustafa Gazalcı, Mahmut Makal, Engin Tonguç, Hüsnü Ciritli konuşmuşlar. Biz, Metin Aksoy'la gittiğimizde, konuşmalar bitmiş, Ahmed Arif Parkı'nda halay çekmeler başlamıştı.

Eğit-Der, Dikmen'deki yerinde bir "eğitim müzesi ve arşivi” düzenlemeyi düşünüyormuş. Engin Tonguç, konuşmasında buna değinerek özetle şunları söylemiş:

Arşiv yapıyorsunuz; eğer ukalalık saymazsanız, ben arşiv konusunda iki şey anımsatmak isterim. Birincisi: Türkiye'de bu arşiv işi çok sağlam olarak yapılmalı, çok güvenceli yapılmalı. Çünkü, otuz yıldan beri benim en büyük korkum, evdeki belgelerin, fotoğrafların vb. Türkiye'deki politik çalkantılar içinde bir kazaya uğraması korkusu idi. Bu nedenle, benim bulabildiğim en basit çözüm, en azından belgeleri ve başkalarını iki ayrı yerde toplamak. Yani, bir tanesinin başına bir şey gelirse, ikincisinin kurtulması biçiminde bir önlemle bu işi yürütmek. Örneğin, ben bir zamanlar, 12 Mart'tan önce bazı kitapları Gazi Eğitim Enstitüsü'ne verdim. Fakat 12 Mart olayı olur olmaz, oradakiler geldiler:

 

- Aman, dediler, o kitapları geri al! Çünkü, ne olacağı belli değil, bunlar yok olabilir!

 

Hatta, onların dışında da birtakım şeyleri bize getirdiler korumamız için. Birincisi bu, arşiv konusunda.

 

İkincisi: Madem ki arşiv yapıyorsunuz, Köy Enstitüleri ile ilgili bir toplama işine girişiyorsunuz, çok önemli olan iki olay daha var, Türkiye'nin Millî Eğitim tarihinde. Bir tanesi Mustafa Necati dönemi (1894-1929, Mustafa Kemal'in Millî Eğitim Bakanlarından), ikincisi de Gazi Eğitim Enstitüsü. Mustafa Necati dönemi Türkiye'de, Millî Eğitim içerisinde çalışacak en nitelikli kadroların bir araya toplandığı ve örgütlendiği dönemdir. Onun için Köy Enstitüleri olayının başlangıcı aranırken, kesinlikle Mustafa Necati dönemine değinmek gerekir. Örneğin, orada 'Mektepler Müzesi Müdürü' diye ikinci, üçüncü derecede bir görev gibi gözüken, Hakkı Tonguç'un bulunduğu bölüm... Çünkü, Tonguç, Mustafa Necati'nin bakanlığı döneminde oraya gelmiş ve orada 'Mektepler Müzesi Müdürü'. Yakından incelendiği zaman, böyle bir ikinci, üçüncü derece gibi görünen görevin aslında, o dönemde, eğitime yeni birtakım yöntemlerin sokulması için çok önem verilen bir kuruluş olduğu anlaşılıyor. Örneğin o yıllardaki bakanlık bütçesinin çok önemli bir bölümü o işe, o bölüme ayrılmış. Okullara, işte biraz iş eğitimini sokacaklar, yeni araç gereçlerin kullanılmasını sağlayacaklar okullara çağcıl eğitim yöntemlerini sokacaklar. Yakından bakıldığı zaman, böyle birtakım ilginç şeyler bulunuyor Mustafa Necati döneminde.

 

İkincisi de Gazi Eğitim Enstitüsü; Türkiye'de öğretmen yetiştirmekte çok önemli işler görmüş olan bir kurum. Ve ne yazık ki, son zamanlarda tamamen kenara itilmiş, değeri de iyice ortaya çıkarılamamış bir kurum. Orada ilginç bazı şeyler var: Örneğin, buna benzer bütün yabancı kuruluşlarda olduğu gibi, 'Pedagoji' bölümünün, eğitimin kurmaylarını yetiştiren bölüm olması düşünülmüş. (Pedagoji bölümünün başında Halil Fikret Kanat var. Kanat, Köy Enstitülerine karşı; o da, öğrencileri de Köy Enstitülerini sürekli eleştiriyorlar.)

Engin Tonguç, anlatmayı sürdürüyor:

Bir kitapta geçiyor, (Hürrem Arman'ın 'Piramidin Tabanı' kitabı) Gazi Eğitim Enstitüsü'nün en üstünde, böyle el üstünde tutulan Pedagoji bölümü var: Hatta, bazen öğrenciler farkında olmadan birtakım kişilere veya bölümlere ad takarlar, farkında olmadan orayı en iyi belirleyen adlar olur onlar. O zaman öğrenciler arasında, Resim-İş bölümünün adı da 'Mukavva Fakültesi' imiş! 'Mukavva Fakültesi!' derlermiş. (Resim-İş öğretmeni olan Tonguç da onun başında.) Bir yabancı eğitimci gelmiş Gazi Eğitim Enstitüsü'nü incelemeye. Gezip inceledikten sonra demiş ki:

- Ben çok şaştım, bu gibi kurumların hepsinde, en aktif olan pedagojik denemeler, incelemeler, hareketler Pedagoji bölümünde yapılır. Burada daha aktif gözüken Resim-İş bölümü. Orada yapılıyor bu gibi işler, tuhafıma gitti bu benim!

Gazi Eğitim Enstitüsü, bugüne değin, tarihi yazılmamış, içeriği, değeri henüz ortaya çıkarılmamış bir kurumdur. Onunla ilgili belgeleri de toplarsanız, çok büyük hizmet etmiş olursunuz. Arşiv konusunda, benim söyleyeceklerim aşağı yukarı bunlar...

17 Temmuz 1994