Çırttan Pırttan Ye...

Ahmet Tahtakılıç takıldı:

- Törenlere, kokteyllere gitmesen doksan dokuz yıl yaşarsın, dedi.

Tahtakılıç'ın İnönü'yle, geçmiş dönemlerin dürüst politikacılarından örneğin, bir Sadık Aldoğan'la, bir Fuat Arna'yla ilginç anıları vardı, onları bir gün, izniyle yayınlamak istiyorum.

Bu hafta bir yandan Meclis'e, Ermeni sorunları, Amerikan ilişkileri konusundaki toplantıyı izlemeye gittim. İş Bankası salonundaki İnönü fotoğrafları sergisini gezdim. Çarşamba günü Dil Bayramı törenine gittim, kalamadım, çıktım...

İnönü fotoğrafları sergisi, ailenin elinde bulunan fotoğraflarla, Hüseyin Ezer'in arşivinden derlenmiş fotoğraflardan oluşmuştu. Eksikleri çoktu belki serginin, ancak başlangıç olarak iyiydi. Bir kez değil, iki kez gidip, izleyenleri de gözledim. Fotoğraflarını görenlerin, demokrasinin ülkemizde babası diye düşündüğüm İnönü'ye nasıl ilgiyle, sevgiyle baktıklarını gördüm. İnönü'nün askerliğinden çok, demokrasiyi yerleştirmede gösterdiği çaba, yankılar bırakmıştı bende. Dursun Kut anlatmıştı sergiyi gezerken, o da İsmail Hakkı Tonguç'tan dinlemiş. Bir 'Ankara Notları'nda değinmiştim, beni çok etkilediği için yinelemek istedim olayı. Tonguç, Köy Enstitüleri döneminde, yapılan çalışmalarla ilgili olarak, belirli günlerde Çankaya'ya çıkar, Cumhurbaşkanı İnönü'ye ayrıntılı bilgiler sunarmış. Bir gidişini de şöyle anlatıyor:

-     İnönü, olaylar konusunda tek kanaldan aldığı bilgiyle yetinmez, aynı konuda birkaç kanaldan (emniyet, ordu, haber alma vb.) aldığı bilgileri de birlikte değerlendirir. Karar vermesi gereken bir konu varsa, ondan sonra değerlendirir. Ben de, Cumhurbaşkanı ilk elden haberi dosdoğru öğrensin diye, her şeyi anlatırım. Köy Enstitüleri ilk mezunlarını verip öğretmenler köylerde çalışmaya başladıktan sonra, yer yer anlaşmazlıklar, sürtüşmeler olmaya başladı. Örneğin, öğretmenin, köyün ağasıyla, muhtarıyla, kaymakamla anlaşmazlıkları, çatışması oluyor. Anlaşmazlıklar, kişisel değil, öğretmenin görevini yaparken karşılaştığı engeller, güçlükler ya da öğretmene çıkarılan engeller, bunlara bağlı olaylar, ben her zaman olduğu gibi, olayları tüm ayrıntılarıyla aktarırdım. Anlatacaklarım bitince, içimden "Dur bakayım, bu olaylar karşısında, Köy Enstitüleri konusunda, İsmet Paşa'da bir gerilme, bir tereddüt var mı, saptayayım." diye geçirdim. Paşa'ya:

-     Paşa, dedim, biliyorsunuz biz Köy Enstitülerinde yeni öğretmenleri, toplumun alışık olduğu eğitim sisteminden farklı bir biçimde yetiştirdik. Şimdi, bu yeni tıp öğretmene karşı yer yer tepkiler oluyor. Ne emredersiniz? Köy Enstitülerindeki eğitim sistemini, klasik sisteme doğru biraz kaydıralım mı? Paşa şöyle

karşılık verdi:

- Yok, Tonguç devam edeceksin; bu tepkiler olacak. Daha da çok olabilir. Bunlara alışacağız. Toplum, böyle böyle kendi haklarının bilincine varacak. Bu halk ne çekmişse, her şeyi yukarıdan ve teklerden beklediğinden çekmiştir. Onun için bu tepkileri göğüsleyeceğiz, bu öğretmenleri yetiştirmeye devam edeceğiz...

Bu konuşmalar, 1944'lerde, 1945'lerde oluyor. Çok partili düzene geçilmemiş daha...

Dil Bayramı için TDK'ye giderken, düşünüyordum. Bir yıl önce çıkan yasayla, üyeliğim düşmüştü, beş yüzü aşkın üye gibi. Eski dilcilerden kimse yok gibiydi. Ha, bir Hasan Eren vardı, uzun yıllar TDK yönetiminde çalışmış. Sonra Tercüman'ın "yaşayan dil” kervanına katılmış...

Hasan Eren konuşurken titizlikle dinledim, "dil devrimi" demiyor, "dil reformu" diyordu. Bu daha sakıncasız mı geliyordu? Oysa TDK'nin yayımladığı "Türkçe Sözlük'lerde, "devrim" sözcüğü geçiyordu. Sözcüklerin en son çıkanı dışında, tümünde "Hasan Eren tarafından denetlenmiştir" deniyordu. Dil devrimi ne çabuk, dil reformu oluverdi? Reform Türkçe mi? Son "Türkçe Sözlük"te, "devrim" sözcüğü tanımlanırken, Atatürk'ün bu sözcüğü kullandığına değiniliyor, "devrim" şöyle anlatılıyor:

Devrim: Yerleşik toplumsal düzeni köklü, hızlı ve geniş kapsamlı olarak niteliksel değiştirme ve yeniden biçimlendirme eylemi, "inkılâp". Harf devrimi, "Uçurumun kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan. Yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler... İşte Türk genel devriminin bir kısa deyemi..." Atatürk.

Devlet Bakanı Kâzım Oksay, hükümetin dil işine el atacağını söyleyince usuma, Ataç'ın bir sözü geldi. Ataç, 1950 öncesinde, SBF'de dil üzerine bir konuşma yapar. Şimdi kaymakam. Adı bende var. Bir öğrenci de şöyle bir soru yöneltir:

-     Efendim, dilin özleşmesi için hükümetler ne yapmalıdır? Ataç, soruyu sorana karşılık verir:

-     Hükümetlerin ellerinden geliyorsa dili bozsunlar, dili hükümetler sadeleştirmez, dili yapanlar, özleştirenler, yazarlar, ozanlardır...

Yüksek Kurul Başkanı Suat İlhan, "Türkçeyi kullanan herkes bizim doğal üyemizdir." dedi. Bu hoşuma gitti...

Amerika, hiç böylesine Türk toplumunun gözünden düşmedi. Ermenilere ilişkin kararından sonra, yardımı da azalttı mı size, buyurun bakalım.

Eski Ankara bağlıktı. Mehmed Kemal daha iyi bilir ya, Keçiören, Dikmen, Etlik tüm bağlık. Çocuklar da üzümü sever hani, şöyle bir uğrayıp, üzüm salkımlarını koparmak isterler, çitin kıyısından geçen çocuğu gören yaşlı kadın, ona o günün Ankaralısının diliyle şöyle der:

-     Oh bebem, çılgadan yürü, bağın içine uğrama, amcan; beyazlardan hevenk asar, siyahları pekmez kaynatırız. Cırttan, pırttan ye.

Amerika da öyle demeye getiriyor hani...

29 Eylül 1984