İnönü'nün Imece'deki Başyazısı...

İsmet Paşa bir gün şöyle demiş:

-    Politikada övgü ile sövgü eşittir; etkin olmuş kişiler, övgüden de, eleştiriden de kurtulamazlar.

Paşa bu sözleri belki tam bu sözcüklerle söylemedi, ancak anlamı bu.

Günler var, İsmet Paşa'yı, kırık dökük anılarla yazmaya çalışıyorum. Yarın onun ölümünün onuncu yılı. Kızanlar da oluyordur; yazdıklarıma: .

-    Canım, Ankara'da bunca güncel olay varken, İsmet Paşa'nın ölüm yıldönümü yaklaşıyor diye, "Ankara Notlarını buna ayırmak niye?

Meclis'e gidip hükümet programıyla ilgili eleştirileri dinliyorum. Kulislerde milletvekilleri, "yerel seçimler" üzerinde duruyorlar. Turgut Bey'in çıkmasını istediği yasa, SODEP ile Doğru Yol'un seçimlere girmesine olanak verecek mi, vermeyecek mi?

En iyisi, bu "Ankara Notları"nı da İsmet Paşa'ya ayırmak. Günümüzün politikacıları, belki bunlardan dersler çıkarırlar. Paşa, Cihad Baban'ın deyimiyle, bir bardak su içer gibi, onca yıllık iktidarını bırakıp muhalefete geçti. Paşa'nın CHP Merkez Yönetim Kurulu'nda anlattığı bir öyküyü, Hayrettin Uysal'dan

dinlemiştim. Şöyle:

CHP 1950'de iktidardan düştüğü zaman, gerçekten üzülenler olmuş iktidar içinde; "Yapmayalım, etmeyelim” diyenler de olmuş. İnönü:

-    Başlarken, böyle başlayalım, dedik, böyle biter... diyormuş. Eski bakanlardan biri, haydi bu "Ankara Notları"nda anayım adını, Şükrü Sökmensüer:

-     Ben ne yapacağım şimdi, halkın içine nasıl giderim? dermiş. Paşa da:

-     Bayağı gidersin, ben bir gün seni alırım, birlikte gideriz. İnönü, bir gün, Anadolu Kulübü'ne gitmek için çıkacağında, telefon etmiş Sökmensüer'e:

-      Hazırlan, seni alacağım, demiş.

Onu almış, İş Bankası'na uğrayıp para çekmiş. Yapı Kredi Bankası'nın bulunduğu yerde o yıllar, "Özen" gibi pastaneler, kır kahveleri varmış. Birlikte birine oturmuşlar, halk da başlarına gelmiş. Çay içmişler; İnönü, Sökmensüer'e:

-    Bak, demiş, ben ne yapıyorsam, bundan sonra sen de onu yaparsın!

İnönü, anlatırken:

-     Benim yanımda ürkek duruyordu, bakan olmadan, vatandaşın karşısında böyle oturmayı hiç kendine yedirememiş durumdaydı! der. Sökmensüer'e:

-     Sen de arada sırada buraya gel... der. Kalkıp giderler. Sonra, Sökmensüer'e telefon eder Paşa:

-      Nasıl alıştın mı? Gidiyor musun kahveye?

-      Gidiyorum, çay içiyorum. Artık alıştım!

Bir başka anı; yıl 1961, Şubat ayı olmalı. Köy Enstitüler, o kuramların yaşamasını isteyenler, "İmece" adında bir dergi çıkarmayı tasarlıyorlar. Bunun için İnönü'nün de yazmasını isterler. Amaçları bu. İnönü, kendisine gelen Dursun Kut'la, Mahmut Makal'ı dinler:

-    Nasıl çıkaracaksınız? Ekonomi bakımından... diye sorar.

-      Vallahi Paşam, 250'şer lira koyduk, onunla çıkaracağız. Onlar ayrılırken, 250 lira da İnönü verir, böylece derginin kurucuları arasına girmiş olur.

-      Ama, biz moralimizi bozmuyoruz. Halkın eğitilmesi, Köy Enstitülerinin yaşatılması konusunda kavgamızı sürdüreceğiz, der Makal.

Bunun üzerine İnönü, şöyle konuşur:

-     Bu çok önemli. Harp tarihinde benim görüşüm, benim nazariyemdir bu. Bir savaş ne zaman biter? Mesela, cephe düşer, asker dağılır, asker tekrar toplanır. Cephane kalmamıştır, yeniden cephane bulunur. Yeniden mühimmat toplanır, yeniden silah bulunur, yeniden cephe kurulur, yeniden savaş başlar. Savaş, ancak kumandan "Ben yenildim" dediği zaman biter. Bu benim nazariyemdir...

"İmece" dergisi, 1961 Martı'nda çıktı. Dergide, İnönü'nün başyazısından başka, Hasan Âli Yücel'in, Fakir Baykurt'un, Sabahattin Eyüboğlu'nun, Mehmet

Başaran'ın, Mahmut Makal'ın, Engin Tonguç'un, Azra Erhat'ın, Yaşar Kemal'in, İbrahim Yasa'nın, Ferit Oğuz Bayır'ın, S. Edip Balkır'ın, Hüseyin Başaran'ın yazıları, şiirleri vardı. İnönü, "İmeceye Başlarken” başlıklı yazısında şöyle diyordu (Yer darlığı nedeniyle yazıdan bazı bölümleri aktarıyorum):

Köy davasına kendilerini vererek çalışacakların dergisine daha uygun bir ad bulunamazdı. Ciddi olarak inanmak gerekir ki bizim bir köy meselemiz vardır; bu mesele büyük Türkiye kalkınmasının başında, kapısında ve temelinde olan bir meseledir. Milletin ciddi olarak ilerlemesi, güçlü olması için büyük çoğunluk olan köylünün kalkınması şarttır. Aydınlarımızın zihinlerine ilk önce yerleştirecekleri konu, köy ve köylünün kalkınması olmak gerekir. Bu ihtiyaca inanmadan köy kalkınmasını bir millî ideal hâline getirmek mümkün olmaz... 'Köy kalkınması' sözü ile etraflı bir planı ve programı özet olarak dile getirmek istiyorum. Bu plana bir taraftan genel çehresiyle ve özel bölmeleri, çizgileriyle şekil vermeye çalışırken, hiç vakit geçirmeden esasından ve bir ucundan işe başlamak gerekir. İşte bu başlangıcın biz öteden beri köylü çocuğunun eğitiminde ve öğretiminde toplandığını sanmışızdır. Şimdi, köyde ilköğretim teşebbüsünün 20-25 yıldan beri gittikçe gelişen bir öğretim hamlesi olarak belirmesini hikâye etmiş oluyorum.

Köy eğitmenleriyle başlayan ilk hareket, pek iddiasız ve mütevazi idi. Bu hareket 25 yıl içinde çok daha geniş gelişmeler karşısında bilahare memlekete faydalı olmuş bir hatıra olarak zihinlerimizde değerini saklamaktadır...

Asıl büyük hamlenin, yani Köy Enstitüleri teşebbüsünün dayandığı temel inancı belirtmiş olduğumu sanırım. Bu enstitülerle, ömrünü köy eğitimine bağlamış kültürlü ve yüksek medeni kabiliyetli öncüler yetiştirmek hedefi de güdülmüştür. Bu öğretmenler, köy çocuklarına klasik ilköğretimle birlikte önemli olarak hayatta işe yarayacak bir meslek öğretimini de verecekler ve köy çocukları için ideal olarak düşündüğümüz bütün meslek eğitiminin temelini hazırlayacaklardı. Daha öğretim zamanında alıştırıldıkları geniş okuma zevki, müzik zevki ve ameli istihsal kudretiyle, bulundukları köy çevresine canlı birer teşvik örneği olarak geleceklerdi. Bu öğretmenler çalıştıkları sürece, yani hemen hemen dermanları elverişli olan ömürleri boyunca yetiştikleri asıl enstitülerin yardımı ve kontrolü altında yaşayacaklardı. Daima uyarılan ve tazelenen bir enerji içinde çalışacaklar, gevşekliğe ve tembelliğe düşmekten kendilerini koruyacaklardı. Bu suretle enstitüler, öğretim zamanında ödevi biten bir kurum değil, yetiştirdikleri eğitimcilerin, çalıştıkları sürece köylerde etkileri duyulan kurumlar gibi iş göreceklerdi. Eğitim bahsinde bu derece zamanları kapsamış bir çalışma usulü görülmemişti. Yalnız bizde değil, bilebildiğimiz yabancı memleketlerde dahi Türkiye'nin koyduğu sistem, bütünü yeni ve geniş ümitlerle dolu görülüyordu. Bu kurumların en verimli devirlerine ayak bastıklarından itibaren asıllarından ve hedeflerinden yoksun bir hâle düşürülmeleri, memleket için gerçek bir talihsizlik olmuştur. Bu büyük kayıp yanında, insana teselli veren çok önemli tek konu, enstitülerden yetişenlerin büyük çoğunlukla idealist olduklarının anlaşılmış olmasıdır. Güçlüklerle dolu insafsız günlerin çetin sınavlarını, idealistler, yüz akıyla geçirmişlerdir.

Köylerdeki ilkokulların yakın zamanda 8 yıllık bir öğrenim devresine çıkarılarak, bunun son üç yılının gerçek bir meslek öğretimi devri olmasını aziz bir ideal hedefi olarak zihnimde saklıyorum. O zaman köylerde ilköğretim düzenini tam kurmuş olacağımıza hükmolunabilir.

Şimdi ilk hedef, beş sınıflı ilköğretim okullarını tamamlamak ve kız-oğlan çocukları herhalde okutmak, eğitmek olacaktır.

Birikmiş tecrübelerin ışığında, gelecekte yeni enstitülerle ve asıl maksadı kavramış eğitimcilerle köylerde bu yeni eğitim-öğretim kurumları tesis edilecektir. Bu benim için aziz bir dilektir.

"İmece” dergisinin yayımı altı yıl kadar sürdü.

24 Aralık 1983