Belek'te...

Ne demiş köylü:

-     Deniz deniz dedikleri bi duzlu su, fıslağımın yarısı yandı, yarısı döndü!

Akdeniz'in suyu, şerbet gibi; yanmak, donmak yok. Belek, Antalya'nın Serik ilçesine bağlı bir köy. Belek'in bir çeşit yaylasındayız. Turizm Bankası'nın, çok sayıda kişinin dinlenebileceği bir kuruluşu Belek dinlenme yeri. On beş günde bir 2500'er kişi dinleniyor burada Büyük bir tatil köyü. Belek'te birlikte, birçok köyün yaylası. Yataklar pansiyonun fiyatına. Yemek yapmak için mutfakları var. 500 kadar kişiye, lokantasında hizmet verebiliyor. Fıstık çamlarının altında, günün bir bölümü serin; deniz ise ılık mı ılık, şerbet!

Yıllık iznin bir bölümünü kullanırken, ne der yazarlarımız: "Yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağımdan, yazılarıma bir süre ara veriyorum!"

-      Bayram dolayısıyla dükkânımız kapalıdır! gibi...

Bu kez böyle yapmadım; Belek'te teleks olduğunu öğrenince, hem yazıp hem dinlenmeyi yeğledim. Sabahın altı buçuğunda kalkıp denize giriyorum, çıkıyorum. Sonra çöküyorum teleksin başına...

Çalışarak dinlenmek hoşuma gidiyor.

Belek'te, dinlenme yerinin bitişiğinde, Seriklilerin obaları var. Orada tanıdım "Ali Hoca"yı. Ali Hoca, Köy Enstitüsünü bitirmiş, Aksu'da okumuş. Dursun Kut'u tanıyor. Serik'te gazetecilik yapıyor. Hürriyet'in Serik muhabiri. "Serik Postası"nı çıkarıyor Serik'te. Şiir yazıyor, anılar yazıyor, yazarken, yazım kuralı filan dinlemiyor. Noktalamalar da öyle. Yerinde "de"leri filan ayrı yazmaya boş veriyor. "Der Deli Şiirler" adlı yapıtını aldıktan sonra, Mehmet Başaran şunları yazmış:

Sevgili Ali Oğuz,

Ömer Serin söz etti ilkin sizden, 'Yılların eritemediği, yöresinde ses çıkaran bir yiğit' dedi. O yiğide merhaba demek istedim ben de.

Ahmet oğlu Naciye'den olma Oğuz Kehya, (bunların tümü Ali Hoca'nın adı) yıllar ne tez geçip gidiverdi. Yaşlarımız üç yirmiye dayandı. Geldik gidiyoruz işte. Sesin Aksu'dan, Akdeniz'den mavilikler doldurdu içime. Enstitüleri, 17 Nisanları yaşadım yeniden.

Kabına sığmayan, hep güzel şeyler yaratmak dünyada bi güzel iz bırakmak isteyen bir yaradılışın olduğu belli. Yontular, gazetecilik. Nasrettin Hocalar yetiştirmiş bir halkın olduğunu gösteren zeki bir ses.

Ama işte, içkiciliğin düşündürdü biraz. Hiçbir zaman iyi bir sığınak değil içki. İçkiden, güzelden başka nesi var şu kahpe dünyanın desek de, ona anlam vermek bizim elimizde. Diyonizos tanrıya da Hayyam'a da merhaba, ama yaşamda güzel içki de yok.

Murtaza'dan Deli Şiirler'de yer yer özgün bir sanatçıdan pırıltılar var ya ah şu rakı dilini dolaştırmasa:

'Çocukken kitaplarımı çaldılar / Okuyası okumayanlar / Büyüdüm / Kitaplarımı yaktılar / Onmayası yanasılar / Kitap yakılır mı lan / Allahsız kitapsızlar...' diyebilen Ali Oğuz'dan bu doğrultuda çok şey bekliyor gönül. Pamfilya'nın bitek toprağının çocuğu, yöreden güzel derlemeler yapabilir, 'Antalya'yı görmeden ölmemeli' diyenleri haklı çıkaran güzellikleri diline yükleyebilir.

Serde öğretmenlik var. Hani öğretmen takımı da suların akmasını yeryüzünü güzelliklerle donatmasını ister hep. İnsanlara kendilerini, dünyayı göstermeyi ister, özler.

Benim ki de öyle bir kaygı.

Kafana, diline sağlık, yoluna Akdeniz aydınlığı. Ta Aksu'daki güzel günlerden merhaba.

Selamlar sevgiler. Gene de benim için de bir kadeh içiver gitsin. Hoşçakal.

Mehmet Başaran.

Ali Hoca'nın Hasan Hüseyin'le ilgili dizeleri şöyle:

- Şair Hasan Hüseyin'e,

Gözümde büyüyor / Hasan Hüseyin / Dağ gibi, /Ova gibi, / Deniz gibi,

Rüyalarıma giriyor / Hasan Hüseyin / Türkü gibi, / Şiir gibi, / Masal gibi,

Yanına varmak istiyorum / Hasan Hüseyin / Aramızda dağlar var /Gelemiyorum / Yalnız / Bil ki / Seni Seviyorum.”

Bu dizeler de Ö. Serin'e yazılmış.

"Büyük dostum / Ufak rakı yollamış / Yuh olsun / Onun büyüklüğüne..."

Ali Hoca, artık içki içmiyor, doktor yasaklamış besbelli. Burada, güzel bir çevreleri var; Hasan Ali Hoca, Ali İhsan Hoca... Tümü öğretmenler, Anadolu aydınları bunlar.

Ayrılmadan önce, Ali Hoca'nın Belek'te, ağaç yontu sergisini izledik.

Ali Hoca'nın Turban-Belek çay bahçesinde düzenlediği sergiye, Serik'in "protokolü" katıldı. Açılışa gelenlerden bazıları şöyleydi: Şakir Özdikici (Serik Kaymakamı), Fikret Gölek (Turban-Belek Turizm İşletmesi Müdürü), Mustafa Oruçoğlu (Serik eski Kaymakamı, şimdi Orhangazi Kaymakamı, burada dinleniyor), Sabri Gültekin (C. Savcısı), Ali Osman Memedoğlu (Serik Ceza Yargıcı), Yaşar Boyar (Serik Yargıcı), Mehmet Sunar (Mal Müdürü), Sezer Çakır (Vergi Dairesi Müdürü), Necati Kaymakçı (Noter), Hasan Şenay (Emniyet Amiri), Serikli işadamlarından Mehmet Bankoğlu, Rafet Oğuz, Serik Postası'ndan Kadir Temiz, Ali Hoca'nın eşi Hatice Oğuz, çok sayıda konuk, İstanbul'da Pazarlama gazetesi sahibi Turan Ada, öğretmen Muzaffer Adıgüzel, yer yer çoğu Alman yabancı konuklar, Ali Hoca'nın sergisini ilgiyle izlediler. Ali Hoca'nın bu ağaç işleme ile plastik işleri, Türkiye'de pek yok gibi. Ankara'da bunu yıllar önce Dündar Elbruz yapardı, Dündar Elbruz ODTÜ'de öğretim üyesiydi, bir trafik kazasında Oran yolunda öldü.

Belek sosyetesi değişiyor. Burada TRT'den Şengül Karaca ile eşi Çetin Karaca vardı, onlar daha önce gelmişlerdi, bayramdan önce döndüler. Tiyatro sanatçıları da buradaydılar.

Bir öğretmen okurumuzla karşılaştım, tanıştım. Emekli olmuş, dershanelerde çalışıyordu. Çok üzgündü:

-    Türkiye'de eğitim bitti! Devlet, eğitimi ihale etti, biz de kendimizi içinde bulduk!

Devletin okullarında artık iş kalmadı. Ne varsa dershanelerde var. Dershaneler, bir ölçüde eğitim görevi yapıyorlar. Böyle Millî Eğitim olur mu? Metin Emiroğlu, kendini Millî Eğitim Bakanı filan sanıyordur herhalde! Turgut Bey'in kendini Başbakan sandığı gibi!

Burada, özellikle Serik yöresinde gözledim; 6 Eylülde Nurcular "evet", Süleymancılar "hayır" oyu vereceklermiş. Süleymancılar, Süleyman Bey'e kızmışlar. Yargılanıp sürüklenmelerini ondan biliyorlarmış. "Nurcu"ların, Süleyman Bey'i tuttuklarını biliyordum. Süleyman Bey "Köprü" dergisinde Nurculara göz kırpmıştı!

Bir öğretmen soruyordu!

-     Ne olacak bu ülkenin hâli! 1960 yılında, 2000 imam- hatipli vardı, şimdi 700-800 bin; Ankara'ya gidiyorum, 1960'ların Ankara'sını tanıyamıyorum!

12 Eylülcüler din derslerini zorunlu yaparken, Kuran kurslarının kapatılacağını söylerlerdi. Hiç inanmazdım! Kapatılamadı. Şimdi yenileri açılıyor. Son aylar içinde, İstanbul'a 17 Kuran kursu izni verildi, Kâzım Oksay'ın onayıyla. Fatih'te, Kadıköy'de, daha nerelerde?

9 Ağustos 1987