Safa Güner'i Anarken...

Kastamonu Köy Enstitüsü 1940 yılında, Kastamonu'nun "Göl" köyünde açılıyor. Kastamonu'ya on beş-yirmi kilometre uzaklıkta bir köy, "Göl" köyü. Bir ağanın konağında başlıyorlar çalışmaya köyde. Buna "1 numaralı bina" diyorlar. Daha sonra, başka öğrenciler, işçiler yeni binaları yapmaya başlıyorlar. Geniş bir arazisi var enstitünün. Şimdi, "Anadolu Lisesi" olarak kullanılıyor eski Köy Enstitüsü. Ne ilgisi var? Daha önce, öğretmen okuluydu. Bu geniş arazinin bir bölümünü, 1950'lerde, Bulgaristan'dan gelen göçmenlere ayırıyor Demokratlar. Arazinin bir bölümü de "Fidanlık Müdürlüğü"ne aktarılıyor. Devlet Üretme Çiftliği'nin fidanlığı, Köy Enstitüleri döneminde de vardı. Gölköy Enstitüsü'nün bulunduğu yerlere doğru gidiyoruz...

- Şu gördüğünüz binalar da Orman Entegre Tesisleri binaları. Orman ürünlerini işlemeyle son duruma getirecek bir kuruluştu. 1978'de CHP döneminde hızlandırıldı. Ancak, şimdi burada iki tane sunta fabrikası var. Biri, Eymen Topbaş'ın fabrikasıydı, şimdi yenilerde eniştesine devretti. Eymen Topbaşlar, Orman Entegre Tesisleri'ni engellediler. (Tam o sırada fabrikanın önünden geçtik.)

- Eymen Topbaşlar Nakşibendi şeyhleri!

- Tabii, dışarıdan gelip burada fabrika kuruyorlar, "Orman Entegre Tesisleri” bizim ekmeğimize engel olur, diye engellediler. Hatta Evren buraya geldiğinde konuşmasında "Ben o fabrikayı inceledim, Kastamonu'nun ormanları yetmiyormuş" dedi. "O yüzden vazgeçtik fabrikadan" dedi.

- Ona öyle bir bilgi verdiler, o da söyledi!

- Onlar ne fabrikası kurdular?

- Sunta!

- Orman Entegre Tesisleri ile ilgili çalışmalarda, çalışanlara lojmanlar yapılmıştı, lojmanların önünden geçiyorduk, onlar da boştu doğal olarak. Eski Orman Bakanı Vecdi İlhan (CHP'li) Kastamonu'nun üç ilçesine daha bu fabrikaları planladı. Türkiye'de on iki fabrika olacaktı. Bunlar bir süre sonra, Orman Köylerini Kalkındırma Kooperatiflerine devredilecekti. Dolayısıyla onların malı olacaktı.

- Orman köylerini kalkındırma yani?

- Tabii, amaç oydu.

Eski Köy Enstitülü Mustafa Özkan bilgi veriyor arabada:

- Burası, Devlet Üretme Çiftliğinin o fidanlığına gidiyor...

- Dökülüyor tabii şimdi?

- Bakın, burada bizim (Köy Enstitüsünün) tarlalarımız vardı. Çift sürerdik. "Peder" derdik, yaşlı bir çiftçi vardı (usta öğretici), bütün öğrenci "peder" derdi. Hayvan bakımını, çiftçiliği öğretirdi biz öğrencilere. Biz tabii, pulluk filan görmemişiz, karasaban vardı, bizlerde daha çok, pulluk tutardık. Ben küçüktüm daha çok, öyle büyük işlere yaramazdım. "Peder" iki yanından tuttururdu pulluğu, birimiz bir yandan, birimiz bir yandan, "Deh de oğlum" derdi peder. Atlarla pulluk, bize göre makine gibi, çok değişik, o zaman... (Binaların önünden geçiyoruz.) Eski binalar, bakımsız tümü, boşaltılmış. Bina yığını!

- Bu ağaçlar eski mi yeni mi?

- Eski, bizler diktik bu ağaçları. Müdürün eviydi şurası, Müdür İsmail Safa Güner burada oturdu. Çok yaman adamdı. Enstitünün ilk müdürü Ali Doğan Toran, sonra Danıştay üyeliği falan yaptı; 1954'te ben burada öğrenciyim, öğrenci başkanıyım, sabahın çok erken saatinde, sizin gibi erken kalkıyorum demek ki...

- Köylüler erken kalkar!

- Yaşlı bir adam, kimseyi bulamamış tek başına geziyor. Beni hemen yakaladı, "Evladım beni gezdirir misin" filan dedi, ama...

- Kim?

- Kim olduğunu o anda bilmiyorum, ağlıyor, ama adam, gözleri yaşlı böyle; azıcık gezdirdim, idareyi gösterdim; oraya da girmedi. Sonradan öğrendik ki, ilk müdür Ali Doğan Bey'miş! Gezmeye gelmiş burayı; burası 1940'ta kuruluyor, on beş yıl sonra gelmiş demek ki, eskisinden daha farklı gördü sanıyorum; duygulandı...

- Safa Güner ne zaman müdürdü?

- Safa Bey, 1948-49, benim girdiğimde okula. 1949-50 öğretim yılının sonuna doğru ayrıldı. İsmail Safa Güner, çok yaman, çok demokrat bir kişiydi...

- Bu ağaçlar o zaman mı dikildi?

- Tabii, tabii. Şunları anımsamıyorum, bunlar bizim zamanımızda dikildi. (Beş bin çamı biz diktik, ellerimizde, dedi biri.) Şurası kütüphaneydi. Burası filan yoktu. İlk girdiğimizde asker gibiyiz. Asker kumaşından giysiler veriyorlar. "Saç serbest bırakılacak” söylentisi yayıldı. Hepimiz çok özeniyorduk, şöyle saçlarımızı güzel güzel taramak hoşumuza gidiyordu.

- Siz Kastamonu'nun köyünden misiniz? Daha çok köyden toplanıyordu çocuklar?

- Tabii köydenim. Daday'ın "Bağışlar" köyünden. İsmail Safa Güner, bütün öğrenciyi şurada topladı; gece ay ışığında, hiç unutmam; çok demokrat, öğrenciyi seven bir müdürdü. Bir konu ortaya attı: "Saçı serbest bırakırsak ne getirir, ne götürür? Bakımını yapabilir misiniz? Uzun uzun anlattı bize. Sonra, "Saç bakımı çok zordur." dedi, "Burada koşullarımız elverişli değil, banyo yapamazsınız zamanında, pek fazla saça özenmeyin." falan filan, dediyse de, tabii biz, "Çok iyi bakacağımızı, sık sık temizleneceğimizi" falan söyledik, uzun uzun tartıştık. Karşılıklı bir "panel" gibi, böyle "forum" gibi. Sonunda, "Tamam." dedi, hiç kimseye danışmadan, "Saçı serbest bıraktım, yalnız çok uzun olmayacak." dedi. O günden sonra, saç serbest kaldı burada. Her şeyi öğrenciyle birlikte konuşur, kararlaştırırdı; böyle bir müdürdü. Çok uygar, çok demokrat. Sonra despot öğretmenleri sevmezdi! Öğretmenlerle de pek arası iyi değildi zaten o

yüzden...

- Bu "Demirhane" yazısı nedir?

- Buralar atölyeydi...

- Şimdi devam ediyor mu buralar?

- Yok, yok. Şimdi böyle şey yok!

- Kapalı mı?

- Kapalıdır. Buralarda, demirhane, marangozhane vardı, biri de yatakhaneydi. Bunlarda yattığımızda, üstümüz açıktı, üstümüze kar yağıyordu!

(Eski demirhanenin malzemeleri depodaydı. Tanrı bilir ya paslanmıştı. Birkaç çekiç, kerpeten vardı öyle.)

17 Kasım 1989