Tonguç: "Kazığı Sağlam Çakmışız!"

Engin Tonguç, Köy Enstitülerindeki evrensel boyutun ne olduğunu araştırıyor, diyor ki:

- Köy Enstitülerinde bir başka şey olmalı.

Şöyle sürdürüyor konuşmasını:

Bulunması gereken bir başka özellik var. Ne olabilir? Bunları ben hep Hakkı Tonguç'un 'Canlandırılacak Köy' kitabından aldım. Sonunda da şöyle yazmış:

- Bütün bunları, diyor, 'Bu işi bulan, eden büyük pedagogtur!' gibi, yanlış lafları söyleyenler öğrensinler diye yazdım! Bu tarihsel bilgileri...

Şimdi, bu kalın çizgilerin içine girip de, Köy Enstitüleri olayının içinde, biraz daha ayrıntılara indiğiniz zaman, başka birtakım nitelikler buluyorsunuz; onlar neler? Acaba iş eğitimi mi? Yani öğrenciyi iş içinde yetiştirmek. İş eğitimi birçok deney okulunda, Avrupa'da, Amerika'da, Sovyetler Birliği'nde uygulanmış. Salt iş eğitimini uyguladığınız zaman, ortaya iş eğitimi uygulanan bir sanat okulu çıkıyor; yani, bizim buradaki sanat okullarımızda, iyi uygularsanız iş eğitimi ilkesini, iyi bir sanat okulu oluyor, Köy Enstitüsü olmuyor. Bir başka şey var, o şey şu: Belki orada, Hakkı Tonguç ve arkadaşları devreye giriyorlar. Hakkı Tonguç'a göre bir kez eğitim kurumu olarak okul, eskimiş bir kurum. Yani, diyor ki:

- Çağdaş eğitimin gereksinime karşılık verecek eğitim kurumu okul değildir! Yeni bir kurum, yeni bir şey bulmak gerek, diyor.

Hatta, Köy Enstitülerinin başlangıçtaki adı da 'Köy Eğitim Yurtları' olarak düşünülmüş, ama ondan sonra, o dönemde yurtlu öğrenci falan var, onunla karışacak, diye, bir yabancı sözcükten yararlanma zorunda kalmışlar. Kesinlikle 'okul' değil Köy Enstitüsü! Köy Enstitüsü, bir yaşam ortamı ve yaşam biçimi. Bunun da dayandığı eğitbilim ilkesi: Çevrenin, eğitimi büyük ölçüde etkilediği. Bu, bütün eğitmenlerin söylediği bir şey, ama bu boyutta söylenmiş, bu boyutta değerlendirilmiş değil. Yani, 'hangi koşulları hazırlarsanız, o koşullar içerisinde kişi, bu koşullara göre eğitilebilir ancak' deniyor. 'Ben, içinde bulunduğumuz toplumla uyuşmayan, ondan çok daha ileri bir toplum düzeninde yaşamak üzere insanlar yetiştireceksem veya o toplum düzeninin getirilmesini sağlayacak insanlar yetiştireceksem, o özlediğim toplum düzenini yaratacağım ve bu insanları onun içerisinde yaşatıyorum'dan kaynaklanıyor. Bana öyle geliyor ki, bu, Köy Enstitüsü olayının evrensel boyutunu yakalamakta bizim için önemli bir ipucu.

Şimdi, bunun birlikte getirdiği birtakım eğitim ilkeleri var: İşte, kendi kendini yönetim gibi, özeleştiri gibi, serbest okuma, serbest tartışma gibi. Ve Köy Enstitülerinde, öğrenmek ve öğretmek işlevi tersine dönüyor. Yani, klasik okulda öğretmek işlevi üstün iken, burada tersine, öğrenme işlevi üstün. Yani öyle bir ortam hazırlayacaksınız ki, öğrenci kendi kendini yetiştirecek, öğrenecek, kendisine öğrenecek. Ben bunu kendi çocukluğumda, çok açık biçimde yaşadım. Hiçbir zaman bana, 'Falan kitabı oku', 'Falan toplantıya git', 'Falan tartışmaya katıl.' demedi en ufak bir biçimde. Ben çok yanlış kitapları da okudum, çok zaman kaybettirici yerlere de gittim, geldim. Ama, hiç bana karışmadı. Ama yıllar geçtikten sonra anladım ki, bazı şeyler anımsadığım zaman, hiç farkettirmeden, ama çok ustaca, ben bir yerlere yönlendirilmişim. Fay (Kırby) Berkes buna 'Çok az kimsede bulunan doğuştan eğitimcilik' diyor. Yani, çok usta bir şoförün direksiyonu çok yumuşak yumuşak çevirerek, bir arabayı idare etmesi gibi. Köy Enstitülerinde de uygulanan bu. İnsanları alıyorsunuz, bir çağdaş yaşam biçimi, bir çağdaş yaşam ortamı içerisinde, onların aktif olarak kendi kendilerini yetiştirmelerini, öğrenmelerini sağlıyorsunuz. Öğretmen sadece ortamı hazırlayan kişi olarak düşünülmüş. Anlayabildiğim kadarıyla bunları yapmış. Peki, neden yapılmış bu? Neden Türkiye'de eğitim sorunu, bir okuma-yazma olayı olmaktan çıkarılmış da bu boyutlarda bir olay haline getirilmiş? Bunun genelinde bence şu var: Türkiye'de yaşayan insanların büyük çoğunluğunun bu ülkeyi yüzlerce yıldan beri ayakta tutan insanlar olmasına inançtan kaynaklanıyor. Yani bu insanlarda bir cevher var ki, bu büyük kitlede -ki, o zamanki toplum yapısına göre bu kitle köylüdür- çünkü, yüzde 80'i köylü. Ha, bir başka toplum yapısı olsa, o buna yönelecek.

Aslında, bu açıdan sadece köy olayı da değil, Köy Enstitüsü olayı. Türkiye'nin olayı. Bu insanlarda bir cevher, bir şey var ki, bu denli ezildikleri, bu denli susturuldukları halde, 600 yıldır bu Anadolu denen ülkeyi sırtlarında taşıyabilmişler...

O ezilmiş insanların içerisindeki cevheri, kıvılcımı çaktırabilirsek, bu enerjiyi düze çıkarabilirsek ve bu insanların toplum yaşamına etkili olarak katılmasını sağlayabilirsek, politikada olsun, sanatta olsun nerede olursa olsun, Türkiye'de birdenbire bir nitelik patlaması olacaktır, bir nitelik gelişmesi olacaktır. Bu ülkenin temel gücü ortaya çıkacaktır, anlayışından kaynaklanıyor. Ne okuma-yazma olayı, ne öğretmen yetiştirme olayı diye bir şey. Asıl olay bu, bana göre. Şimdi bu olaya, böyle hani romanlarda, yahut filmlerde falan rastlarız, görürüz de:

- Yav, deriz, bu kadar da rastlantı olmaz, yani amma da uydurmuş yazan adam, yahut bu işi yapan adam!

Onun gibi bir olaydan, ama böyle matematiksel incelik, kesinlikle sembolize eden bir olaydan söz edeceğim. Bana göre bütün Köy Enstitüsü olayının bundan daha kısa özeti olamaz. 1943 yılları filan olsa gerek, yanlışsa düzeltirler, şimdi, İvriz Köy Enstitüsü'ne gidiyor Genel Müdür (Hakkı Tonguç), bir sınıfa giriyor, bir çocuğu kaldırıyor. Devletle yurttaşların ilişkisi konusunda bir soru soruyor. Çocuk tutuluyor, hiç karşılık veremiyor, hiç konuşmuyor. Onun üzerine dönüp öğretmene diyor ki:

- Bunlar, 600 yıldan beri konuşturulmadıkları için, böyle susarlar; siz her şeyden önce bunları konuşturacaksınız ve düşündüklerini açıklamalarını öğreteceksiniz.

Aradan 7-8 yıl geçiyor, 1950 yılı olsa gerek, 'Bizim Köy' kitabı çıkıyor; Türk düşünce yaşamı, siyasal yaşamı bir şoka uğruyor. 1946'dan sonraki düşünce terörü ortamında, babamın beklediği bir tek olay vardı:

- Acaba bu çocuklardan ses gelecek mi? Ve 'Bizim Köy' olayı ortaya çıktığı zaman:

- Bomba patladı! dedi, bunun arkası da gelecektir. Kazığı sağlam çakmışız!

1946'dan, 27 Mayıs 1960 gününe dek, Hakkı Tonguç'un en mutlu olduğu olay buydu. O bombacı da şimdi aranızda oturuyor, Mahmut Makal! (Gülüşmeler) Ondan sonra, Mahmut Makal'ı kimse susturamadı, bugün de susturamıyor. Köy Enstitüleri olayı bence bu, çok özetle...

3 Temmuz 1994