İlginç Öneriler...

Dr. Engin Tonguç, konuşmasının burasında, Köy Enstitülerini nitelik açısından inceliyor. "Öyle sanıyorum ki, dünya eğitim tarihi bakımından biz Köy Enstitülerinin değerini ve yerini henüz ve tam olarak ortaya koyamadık." diyor. Engin Tonguç'un bu konuda ne denli haklı olduğu, olaylarla da belli olmuyor mu? Yarından sonra Sivas olaylarının, 37 canın yakıldığı günün yıldönümü.

Hüseyin Deniz'in "Güvercinler Alçaktan Uçmuyor Sivas Üstünde" başlıklı bir şiiri var, günlerdir çantamda gezer. Hüseyin Deniz, Sivaslıdır. Onun acısı en büyük. Birkaç dizesi şöyle:

doğduğum şehir / bitmez / tükenmez / bir karanlık / şafağı yitmiş / mehtabı yitmiş / sevgiler gözaltında / Mustafa Kemal / Pirsultan / gözaltında / ağaçlar tıkamış damarlarını / nisan yağmurlarına / ve güvercinler / kanatlarına kan bulaşmasın diye / alçaktan uçmuyor Sivas üstünde / Ecem mahallesi / çavuşbaşı / yüzünün ayıbını / çarşafıyla örtüyor.

Sivas'ta da bir Köy Enstitüsü vardı, Yıldızeli Köy Enstitüsü. 21 Köy Enstitüsü içinde, o da kapatıldı!

Yinelemek istiyorum, soruyorum: Köy Enstitüleri kapatılmasa, çalışmalarını sürdürüp geliştirilse, Sivas olayı gibi olaylar olur muydu Türkiye'de?

Engin Tonguç, sürdürdü konuşmasını:

Bu konuda ilk önemli çalışmayı yapmış olan 1959-60 yıllarındaki doktora teziyle Fay (Kırby) Berkes'tir. Bu işin evrensel boyutunu fark edebilen ilk araştırmacı. Çok dürüst bir şekilde yapan, inceleyen araştırmacı. Çünkü, ondan sonra gelen bütün yabancı araştırmacıların hepsinin bilinçaltında şöyle bir şey var: 'Siz, eninde sonunda bizden bir şeyler almışsınız da, uygulamışsınız...' şeklinde bir bilinçaltı etkilemesi var hepsinin araştırmasında. Dürüst ve tarafsız davranan, olayın asıl içyüzünü nüfuz edebilen ilk araştırmacı Fay (Kırby) Berkes. Peki, nedir o evrensel ve özgün nitelikler? Belki ne olmadığından başlayarak hareket etmek, konuya biraz daha yaklaşımı sağlıyor. Şimdi, birçok kimse sürekli olarak, Köy Enstitülerinde, 'Acaba kim buldu bu işi?' diye bir soru ortaya atmıştır. Hakkı Tonguç da, bu soruyu sormayanların en başında geliyor. O da diyor ki:

- Bu, yanlış bir sorudur. Bu, bir birikimin sonucudur. Ve ben, bu işin bir tek kişiye mal edilerek bu şekilde değerlendirilmesini çok yanlış buluyorum.

Bir kere uygulama açısından ortaklaşa yani kolektif bir iştir. Burada, öğrenciden en yüksek düzeydeki insana değin, Cumhurbaşkanına değin, herkesin derece derece emeği vardır bir, ikincisi de kuramsal (teorik) olarak, bu bir birikimin sonucudur. Yani dünyada ister sanat olsun, ister bilim olsun, hiçbir sanatçı ve hiçbir bilim adamı, ciddi bir iş yapacaksa, kendisinden önceki birikimi ihmal edemez, bu birikimden yararlanamamazlık edemez. Oysa biz, nedense hep, adeta böyle devri daim makinesi keşfetmiş bir Con Ahmet arar gibi, hep bir kişi arıyoruz. Böyle değil olay. Şimdi bakın; 1874'te -bir kitapta geçiyor- bir Osmanlı aydını diyor ki:

- Öğretmen işini çözmek için, köylerde, onbaşı ve çavuşları alıp posta posta öğretmen okullarına gönderip öğretmen yapın! diyor. Yıl, 1874.

Eski valilerden Tahsin Uzer:

- Ben, diyor, Atatürk'ün sofrasında otururken, bir akşam Saffet Arıkan (1888-1947) geldi, yeni bakan, Atatürk'e dedi ki: 'O, köy işini çözemiyoruz, eleman bulamıyoruz, ne yapalım?' Atatürk de dedi ki:

- Biz onbaşılara, çavuşlara top kullanmasını bile öğrettik. Pisagor teoremini öğretiyoruz, adam atış yapıyor ona dayanarak. İşte, onları alın!

Fay Kırby'ye bakıyorsunuz:

- Aslında bu işi düşünen Hakkı Tonguç'tur da, alçak gönüllüğünden dolayı söylemiyor kendinin düşündüğünü! (Fay Kırby Berkes, aslında Kanadalı, Amerikan yurttaşı iken 'Türkiye'de Köy Enstitüleri' araştırmasını yapıyor, 1960'larda Türkiye'ye gelip Tonguç'la görüşüyor. Geçtiğimiz yıllardan birinde, Ankara'da bir 17 Nisan günü öldü. Vücudunu, öğrenciler öğrensin diye tıp fakültelerinden birine bağışladı. Türk yurttaşı olarak öldü.)

Şimdi, bu bir tarihsel birikimin sonucu. Belki Atatürk, 1874'te söyleneni, yazılanı bilmiyor, yahut da biliyor, bilemiyoruz orasını. İkincisi: 1911 yılı, Osmanlı Mebusan

Meclisi'nde, Kastamonu Milletvekili İsmail Tahir Efendi (1869-1916) bütçe konuşması sırasında öneri getiriyor, diyor ki:

- 70 tane okul açacağız, bu 70 okulu, şehirlerden uzak yerlerde açacağız. Buraya her köyden öğrenci alacağız. Bir kız, bir erkek öğrenci alacağız ve bunları köy koşullarıyla yetiştireceğiz. İlkokulun üstüne üç yıl, toplam sekiz yıl okutacağız. Ve onlar okurken, köylerinde bunların okul binalarını, evlerini yapacağız ve kendilerine tarla vereceğiz...

Daha ilginci, 1925'te, Millî Eğitim Bakanı Şükrü Sa- racoğlu (1887-1953) Meclis'te bütçe konuşmasında şöyle diyor:

- Bana bir köylü geldi, 'Sen öğretmen işini çözmek istersen şunu yap' dedi. 'Barakalar kur, ot minderden yataklar getir, arpa, fasulye topla ve her köyden de zorla, beşer altışar öğrenci al, bunları köylü gibi yedir içir, ondan sonra öğretmen olarak köylere yolla!'

Şimdi, kaim çizgileriyle baktığımız zaman, bunların hepsinden Köy Enstitüsünün yapısı çıkıyor ortaya. Demek ki, evrensel olan boyut, özgün olan boyut bu değil. Köy Enstitülerinde başka bir şey var...

30 Haziran 1994