Veteriner Hekimleri Demeci Başkanı Haşan Metin, "Türkiyeli Domuzlar" adına. "Ankara Notlan'na bir plaket vermişti, kırmızı kadife taplı. Milliyet'te Metin Âşık, özetleyerek yayımlamıştı köşesinde, Domuzdan Ödül başlığıyla. Türkiyeli Domuzlar şöyle diyorlardı Haşan Metinin kaleminden:
Sayın Ekmekçi,
Biz domuzlar, AT sofralarında baş tacıyız, inanç ve açlık çatışmasında şimdilik saklıyız. Çağ atlayan Türkiye'de ise acı mı acıyız. Aklın, bilimin ışığında hep varız. Kaleminiz bizi yazacak. Biz size şükran duyacağız. Et yiyen beyinlerin çoğalması, uygarlığın yayılması için gelecekte sofralarda yerimizi alacağız.
Aydın dönüşü, Torbalı’da yabandomuzu avcılarıyla tanışmak onlarla söyleşmek dinlendirdi beni. TorbalI'dan İzmir'e geçip Aysel - Esat Bayramoğlu, DİSK eski Bölge Temsilcisi Saim Akbulut'la Ahmet Lütfi Dağların evine gittim. Lütfi Dağlar, Düziçi Köy Enstitüsü ve Sonrası Kimi Anılarım adında yeni bir kitap yayımladı. Kitap, Köy Enstitülerinin 50. yılına güzel bir armağan. Bu yıl 17 Nisanda, Köy Enstitülerinin kuruluşunun 50. yılı kutlanacak. Kitap yayınlan, o yıllara ilişkin fotoğrafların sergilenmesi, toplantılar günlerce sürecek. Cumhuriyet de kendine düşeni yapacak 50. yıl dolayısıyla, Köy Enstitüleri kampanyasına katılacaklar. Nadir Nadi'yle konuşmuştum bu konuyu. Nadir Nadi'yle şöyle demiştim:
"Köy Enstitüleriyle ilgili en güzel yazılan siz yazdınız. Bu kurumlan desteklediniz. Kapatıldıklarında da kapatanları eleştirdiniz. Şimdi bu kuruluşların 50. yılı geliyor. Cumhuriyet olarak biz bu 50. yıla yazılarımızla, fotoğraf sergileriyle katkıda bulunmalıyız..."
Nedir Beye ayrıca, "Belki, öbür gazeteler de izler bizi" demiştim. Nadir Nadi,
"İzlemezler" demişti, "ama biz, bize düşeni yapalım..."
Ahmet Lütfi Dağların kitabı, kitapçılarda satılmıyor. Yalnız çok meraklı olanlarla, yayınevlerinden kitapla ilgili yeni baskı yapmak isteyenler kitabi: "1478 Sokak 16/11-Alsancak-İzmir" adresinden isteyebilirler.
Kitabın 83. sayfasında Köy Enstitüsüne, kalabalık bir ekiple baskın yapan Milli Eğitim bakanlarından Reşat Şemsettin Sireri'in, enstitüde gördüğü "Türkiye'de Domuz Yetiştirme ve Yararlan" adlı kitabın öyküsünü de anlatıyor. Bakan Sirer, Lütfi Dağların eşi Sekine Dağların tabiat bilgisi dersine de girer. Derste ormanlarla ilgili bir konu işlenmektedir. Keçilerin ormanlar için zararlan tartışılıyor. Bakan, sıraların gözlerindeki kitaplan gözden geçirirken domuz yetiştiriciliği ile ilgili kitap gözüne çarpar. Konuyu, bu kitap ve domuz yetiştiriciliği üzerinde bazı sorularla değiştirir. Kitapla, kitaptaki konularla öğrencilerin ön bilgileri olduğundan tartışma canlı geçer. Sınıfça, domuz yetiştirebilmenin yurt ekonomisine keçiden daha çok katkıda bulunacağı sonucu çıkarılır. Bakan, kitabı da alarak başka bir derse girmek üzere sınıftan ayrılır.
Lütfi Dağlar,. "Bu kitabın, elimize nasıl geçtiğinin öyküsünü kısaca anlatıvereyim" diyerek şunlan ekliyor:
1944-1945 öğretim yılı aşağı yukarı. Bir gün sevgili postacımız Höke Dayı, Bahçe ilçesindeki postamızı getirdi. Postadan Türkiye'de Domuz Yetiştirme ve Yararlan' adlı, şimdi adını tam hatırlayamıyorum bir kitap da çıktı. Kitabı Alpullu Şeker Fabrikası mühendislerinden biri yazmıştı. Kitabı, vakit buldukça bir haftada okudum, beğendim ve geçmiş gün, 150-200 tane sipariş verdim, kitaplar geldi. Bu kitapları 4. 5. sınıf öğrencilerine verecek ve sınıf kitaplıklarına koyduracaktım. Bundan önce öğretmen ve öğrencilerle bu kitap üzerinde çok yanlı bir konuşma yapmadan bu işi yapamazdım, değilse Köy Enstitülerinde neler yapılıyor diye adamı tefe kor çalarlardı.
Öğretmen ve öğrencilerimize, bir hafta sonu toplantımızda konuyu açtım, önce Eskişehir Şeker Fabrikasının yetiştirdikleri domuzlan iyi bir fiyatla, domuz eti yiyicilerce satın alındığını, çok kârlı olduğunu öğrendiğimi kısaca anlattım. Sonra elimdeki domuzculukla ilgili kitabı gösterdim, kitap hakkında bilgi verdim... Müslüman halkımızın domuz eti yemediğini, domuzu sevmediğini de ekledim. Amacım, domuz yetiştirmenin yurt ekonomisine olan katkısı, üzerinde durmak ve eğer yetiştirme olanağı bulunursa sürekli, iyi bir gelir kaynağı olacağını bilmemizin faydalı olacağını sizlere duyurmaktır dedim...
Lütfi Dağların anlattığına göre öğrencilerle kimi öğretmenler kitabı okurlar, aralarında günlerce tartışmalar sürer. Domuz eti yeme, yememe üzerinde pek durulmaz, ama ekonomiye katkısında birleşirler. Köylerde nasıl uygulanabilir tartışması çıkmazda kalır....
"Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır" der bırakırlar. Konuyu daha fazla deşmek, Köy Enstitüleri düşmanlarına fırsat vermek olur, diye düşünürler. Haşan Âli Yücel'den sonra Milli Eğitim Bakanlığına getirilen Reşat Şemsettin Sirer, Lütfi Dağlara kitapla ilgili olarak "Bu konu üzerinde ayrıca görüşelim, tartışalım" der. Ama bir daha konuya dönmez. Sirer, Almanya'da uzun süre öğrenci müfettişliği yaptığı için, Lütfi Dağlar "Epeyce domuz eti ve mamullerinden yemiş olmalı" diye düşünür. Konunun yeniden ele alınmamasını böyle yorumlar...
Hacı Turgut Beye çektiği bir telgraf nedeniyle İstanbul'da Gülhane Askeri Tıp Akademisi Psikiyatri Kliniğine yatırılan Teğmen Murat Şeref Baba, hakkını aramayı sürdürüyor Haydarpaşa'daki sayrıevinin sağınlan, sayrıyı yakınlarına göstermiyorlar. Hacı Turgut Beye telgraf çekmek, sayrı olmayı mı gerektiriyor? Delilik belirtisi midir? O zaman, tüm parti önderlerinin sayrıevine kapatılmalan gerekmez mi? Teğmen Murat Şeref Baba yakınlarına şöyle demişti:
"Ben yaptığım işin bilicindeyim; her çeşit sorumluluğuna da hazırım. Hapse mi atacaklar, atsınlar. Disiplin cezası mı verecekler, disiplin cezası versinler."
Murat Şeref Babanın kardeşi Belgin Çulhaoğlu şunları söyledi:
"Kardeşimiz hastaysa bize versinler, biz tedavisini başka yerde de yaptırabiliriz. Yok, hasta değilse, bir suçsa bu, verin birliğine hapse mi atıyorlar, disiplin soruşturması mı yapıyorlar, ona da razıyız, ama biz, böyle bir telgraf nedeniyle kardeşimizin deli diye damgalanmasını istemiyoruz. Artı, orada kalmasından da kuşkudayız; bugün deli diyen adam, yarın öbür gün bana telefon eder, kardeşin deliydi intihar etti de der.”