Emekli öğretmen, yazar Vecihi Timuroğlu, emniyetteki "hücreyi anlatmayı sürdürüyor. "Bir tane sandalye verseler de otursak, o da yok!" dedi. Sordum:
"Ayaktasın?"
"Evet, evet evet... Ayaktayım!"
"Uzanacak, yatacak bir yer?"
Nereye uzanacaksın? Zaten dedim ya, iki metre karelik bir yer uzansam... Benim boyum 1.80! Uzanamam da yani. Fakat bir şey olsa, bükülürüm mükülürüm üstüne otururum hiç olmazsa. Şu anlamda; yogi gibi, böyle bağdaş kurarım, ama tahta olsa. Betona nasıl oturacağım ben o halimde? Birden içime bir sızı girdi, Ahmet Telli... Sızısı girdi içime. Ahmet Telli zatürree çocuk biliyorum, zattürree tedavisi görüyor on beş günden beri. Eyvah, dedim, eğer Ahmet de betondaysa, bu çocuk ölür azizim artık! Nasıl kurtaracaksın yani, ondan sonra? Derken, tahminlerim doğru çıktı. O ekip gitti, gece bize böyle şey yapan bir ekip geldi! Gayet kibarca,
'Yeni gelen siz misiniz efendim?' dedi.
'Evet!'
Adınız?'
Vecihi Timuroğlu!' Ben size bir soru sorabilir miyim?'
'Buyurun efendim!'
Ahmet Telli hangi hücrede?'
7 numaralı hücrede!'
'Peki, acaba Ahmet Tellinin koşulları da böyle mi?’
'Nasıl?'
Yani yatak, yok, ranza yok, tahta yok, sandalye yok!'
'Bakalım efendim!’ dediler, gayet kibarca. Gittiler, baktılar, geldiler. Buyurun Hocam' dediler, Ahmet Telliyi kaloriferli bir yere aldılar. Ahmet Telli, oraya iki üç kez gittiğinden, tanıyorlar. Kaloriferli bir yere, daha doğrusu, kendilerinin bulunduğu yere aldılar Ahmet Telliyi. Dedim ki:
'Kardeşim, bize bir battaniye, bir şey...'
'Veririz efendim!' dediler. Yani, meğerse varmış! Bu ekip, iki kişi bunlar; bunların adını sana söyleyeyim de, sen yazma! Bunların adını bilirlerse, uçururlar bunlan. ikisi de birbirinden insan, beyefendi mi, beyefendiler!
Getirdiler bir tahta parçası, sedir gibi bir şey; berbat ama olsun, ben razıyım ona, iki tane de battaniye verdiler bana. Ahmet Telliye de yaptılar aynı şeyi. Ahmet Telliye çay verdiler, ekmek, peynir verdiler. Dedim ki, Benim siyatiğim var, ben de çıkıp kaloriferin yanında biraz oturabilir miyiz?'
'Derhal efendim!' dediler, 'neden daha önce bize söylemediniz?'
Ben de çıktım oraya, Ahmet'i de gördüm böylece. Ahmet perişan, çok perişan! 'Ahmet, böyle böyle...' dedim. Tamam Hocam dedi. Bana da yer yaptılar... Ondan sonra dedim ki:
'Yahu, bizden sonra gelen dört çocuk var, onlara bir baksak...’
'Tabii Hocam!' dediler. Gittik, hücrelerine baktık çocukların. iki tanesi kız çocuğu, yer de yatıyorlar. Mustafa, yerde betonda! ikisi de böbrek hastası! Sabah akşam ilaç alıyorlar!"
"Adlan belli mi onların?"
"Evet, evet adlan belli. Biri Tülay Orhan, o edebiyat fakültesi öğrencisi, bir tanesi de, hem bir devlet dairesinde çalışıyor, hem de idari Bilimler Akademisinde, İşletme Fakültesinde okuyor. Feray Işık diye bir çocuk. Hemen ilgilendiler, onlan da aldılar kaloriferin yanına. İlaçlarını içirdiler, ilaçların saatli alınması gerekiyor. Biri,
'Kızım,' dedi, 'neden saatini geçirdin? Sonra perişan olursun?"
‘Vermediler, ne yapayım?' Karşılığını verdi kız çocuğu.
Başka hücrelerde başka insanlar da var, onlara da aynı insancıl davranışta bulundular. Ama akşam oldu, bu ekip gitti!...
Bunlar da korkulu, zaten dediler,
'Hocam; birisi gelirse hemen içeri girin!'
Tabii, biz çıtırdı duyduk mu, hemen hücrelerimize! (Güler misin ağlar mısın? Gülüşüyoruz) Ne yapacaksın? Akşam oldu, bir ekip geldi gayet sert azizim, bizim o tahtalarımızı, battaniyelerimizi topladılar. Sordum:
'Niye topluyorsunuz?'
'Topluyoruz!' dedi, emir böyle...'
Onlar gitti; bir ekip daha geldi. Onlar, daha beter bir ekip!"
"Nasıl?"
"Daha beter bir ekip yani, şimdi onlar geldiler; "Battaniye, yatak var mı? Verin!'
Yok,' dedik, 'aldılar zaten!'
'Bakalım!' Açtılar hücreleri, baktılar falan... 'Buraları süpürün!'
Gece yansı bize hücre süpürttürdüler.
'Kardeşim, niye süpürüyoruz burada anlamadım?' dedim.
'insan yattığı yeri temizler!'
İyi de ne yaptık? Bir şey yapmadık yani...'
'Ekmek kırıntısı falan vardır...'
'Ekmek de vermediniz!'
'Fazla konuşma!' Anladım sertleşiyor; adam: Peki kardeşim peki deyip süpürdük! O çocuk kızlar perişan, bir tanesi aybaşı oldu, pamuk lazım, vermezler kıza! Berbat kızın durumu; neyse taaa, o iyi ekibi bekledik de pamuk .ildirdik! Düşünebiliyor musunuz yani, garip bir şey...
Yani söyleyeceğim, ekipten ekibe de tutum değişiyor. Ama denetlemeye falan kimse yetmiyor ki; aslında denetlemeden korkan iyi ekip! Öbürleri gayet memnun, çünkü talimat var. Ben sordum o iyi ekipten birine:
'Siz niye böyle kardeşim, o niye böyle?'
Dedi ki:
'Valla Hocam, bu insanlık meselesi. Ben kıyamıyorum, dayanamıyorum. içim eriyor! Ama öbürü talimata bağlı, onların yaptığı doğru!'
’Nasıl?'
Getirdi talimatı okuttu bize, adamların yaptıklan aynen talimatta var azizim. Aynen..."
"Yatak verilmeyecek filan?"
"Verilmeyecek! Ve bunun gerekçesini de yazmış; diyor ki, yatak verilirse, sedir verilirse, bunalım içinde kendilerini asabilirler; tahtaları söküp kafalarına vurarak, kırabilirler. Sonra sizin başınıza iş açarlar!' Yani talimata dayanıyorlar. Çünkü buradan anlaşılıyor, devlet hiçbir zaman insanca düşünmüyor. Meseleyi insan haklarına göre düşünmüyor. Hep sapığa göre düşünmüş!"
25 Aralık 1989