Mustafa Kemal'in Söyledikleri...

Fıkrayı Sabah’ta Bekir Coşkunun "Cehennem Kanalı" başlıklı yazısında okudum:[1]

Öbür dünyada Turgut Bey cennete gider. Bir süre sonra canı sıkılır... Çünkü orada şarkı yoktur, türkü yoktur, sanatçılar yoktur, papatyalar yoktur, hasbahçe geceleri, balolar yoktur.

Orada bir tek televizyon vardır. Can sıkıntısından "cehennem kanalı”nı çevirince keyiflenir. Bakar ki cehennemden yapılan yayında dansözler var, şarkıcı-türkücü var, papatyalar var, hasbahçe eğlenceleri var. İvedi, yüksek makama bir dilekçe yazar.

"Cehenneme naklim hususunda emir ve müsaadelerinizi arz eder..."

Dilekçesi uygun görülür, Turgut Bay cehenneme gönderilir, ama daha cehenneme girer girmez şaşırır, Çünkü onu, önce zift kazanına atarlar. Sonra çıkarıp ateşe sarkıtırlar, arada bir de sopalı zebaniler gelip döverler. Hacı Turgut Bey itiraz ederek,

"Benim cehennem TV'sinde gördüğüm böyle değildi ama."

Zebaniler karşılık verirler:

"Senin o gördüğün, cehennem TV'sinin ‘İcraatın İçinden' programıydı arkadaş..."

Bana anlatılan fıkra azıcık daha değişik, o da şöyle:

Sıkı namaz kıldığını söyleyen Hacı Turgut Bey, öbür dünyada "Arafat"ın kapısında, durumu öğrenince çok şaşırır. Kayıtlara göre, "cehenneme" gidecektir. İtiraz eder,

"Ben Tanrıyla bir görüşsem..." der.

"Ne görüşeceksin kardeşim? İşi başından aşkın Tanrının."

"Olsun, ben beş dakika bir görüşeyim."

"Peki," der kapıdaki, içeri sokar. Bir süre sonra çıkar. Tanrı onun cennete gitmesini buyurmuştur. Kapıdakiler çok şaşırırlar:

"Ne yaptın da böyle cennete gidiyorsun?"

Hacı Turgut Bey güler, şöyle der:

"Tanrıya Sırat köprüsünü satalım dedim, anlaştık!.."

Seçimler yaklaştıkça, Hacı Turgut Beyin suratı gitgide bozuluyor; fıkralar da güldürmez artık onu. Köln gezisinde yüzü nasıl asıktı? Uçakta, gazetecilerle toto oynamışlar, Turgut Bey, Galata- sarayın üç tane atacağını söylemiş. Bir de Almanya Başbakanı Kohl, görüşme yerine gelmemiş. Bu, gerçekte bir utancadır, yani "skandal"dır. Hacı Turgut Bey, bunun hesabını vermelidir. Anayasa Mahkemesi kararlarını dinlememenin, Yüksek Seçim Kuruluna, "Yüksek Sansür Kurulu" demenin de hesabını vermelidir. "Türban" olayının böylesine tırmanmasının sorumlusu da başlıbaşına Hacı Turgut Beydir. Haşan Esat Işık'ın da 16 Mart günlü Güneş’te çıkan demecinde belirttiği gibi, Türkiyede şeriatçılığın tırmandırılmasında, Suudi Arabistan'ın payını küçümsememek[2] gerekir. Şöyle diyordu Haşan Esat Işık bu demecinde:

'Türkiye'de şeriatçılığın ağırlık kazanması yolundaki olayları çok çabuk Humeyni'ye yükledik. Oysa dışarıdan körükleyici varsa, bu körüklemenin Suudi Arabistan'dan kaynaklandığını düşünmek akla daha yakın geliyor...."

Hacı Korkut Beyin bir ayağı Suudi Arabistan'da değil mi? İktidar, Suudi Arabistan'a hiç laf söyletir mi?

Eski Başbakan Yardımcısı Kaya Erdem, 15 Martta verdiği yazılı demeçte, Hacı Turgut Beyin "türban" savunmasına şu sözlerle tuz biber ekti!:

"Son günlerde, türban konusunda meydana gelen olaylar, milletçe üzülmemiz ve üzerinde dikkatle durulması gereken bir hususu bize hatırlatmalıdır. Tartışılan, basit bir baş örtünme olayı değildir. Tartışılan, Atatürk'ün bize emanet ettiği cumhuriyetin temel ilkeleridir. Laiklik bir fantezi değildir. Laiklik bir erdemdir ve Türk milletinin çağdaş bir toplum olarak yaşamasının güvencesidir.

Türban konusunun alelacele bir kanun maddesi haline getirilmesinin ardından o gün yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında hareketin yanlış olduğunu dile getirmiştim. Hatırlıyorum Sayın Başbakan da bu hususta bana hak vermişlerdi.

İşte, o gün önemsiz gibi gözüken bir yanlış tavır bugün, Atatürk cumhuriyetinin ilkelerine karşı bir tahrike ve istismara yol açmıştır. Böyle bir kanunun referanduma götürülmesine karşıyım ve hepimizin bu konuda aynı duyarlılığı göstermesi gerektiğine de inanıyorum. 'Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkeleri hiçbir şekilde oylama konusu yapılamaz. Atatürk cumhuriyetinin bize sağladığı hak ve özgürlükleri kaybetmek onun ilke ve inkılaplarına sahip çıkmak ve korumak mecburiyetindeyiz."

Kaya Erdem'in bu demeci, iktidar bakanlarınca, yetkililerince yadırgandı, hatta böyle bir Bakanlar Kurulu toplantısı olmadığı bile ileri sürüldü, Erdem yalanlanmak istendi. Ben, Erdem kardeşlerin babası emekli öğretmen, Hilmi Erdem'in ölümüyle ilgili olarak yıllar önce yazdığım bir yazıyı anımsadım; içimden "Babasının oğlu" dedim. Hilmi Erdem'in istiklal Madalyası vardı, ölümünden önce çocuklarına tek tümcelik şu vasiyeti bırakmıştı:

"Evlatlanma vasiyetim: Atatürk ilkeleri yolunda vatan ve miline hizmet etmeleridir."

Bunun yanında bir de kendi hazırladığı ölüm, ilanı çıkmıştı.

Türban konusu neden canlandırılamaz, neden "referandum" konusu yapılamaz? Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün Türkiye İş Bankası

Kültür Yayınlan arasında çıkan "Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü" yapıtının 344. sayfasında şöyle bir belge var:

"11 Nisan 1934 Atatürk'ün İzmir'den hareketle Reşadiye, Seferhisar ve Bornova'da bazı askeri kuruluşları denetlemesi ve tekrar İzmir'e dönüşü (Atatürk'ün Nöbet Defteri, sayfa 269, Cumhuriyet Gazetesi, 12.4. 1934)"

Atatürk'ün akşam yemeği sohbetinde söyledikleri:

Arkadaşlar, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılaplar için bilimin ve aydınların yoluna gideceğiz; hedef ve hünerimiz cahil kitleyi de aydınlatarak yolumuzda yürütmek ve onu selamete çıkarmaktır. Cumhuriyetimizi, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak isteğimizi köstekleyecek herhangi bir referanduma gitmek yalnız cehalet değil, hıyanet olur. Yüzde seksenine okumayazma öğretilmemiş bir memlekette inkılaplar plebisitle olmaz! ("Atatürk'ün Cehalet Mücadelesi", Baki Vandemir, "Yerli Yabancı 80 İmza Atatürk'ü Anlatıyor" tarihsiz).

19 Mart 1989


[1] Bekir Coşkun, şimdi Hürriyet gazetesinde yazıyor, Mart 1995.

[2] Dışişlerinde üstdüzey görevlerde bulunan, bakanlık yapan Haşan Esat Işık'ı, 1989'da yitirdik.