İşkencenin Böylesi...

"Dilerim, elimizde kalırsın da bir mikrop temizlenir dediler."

"Basın toplantısı yapacağım, açıklayacağım, doktora çıkıp doktor muayenesinden geçeceğim dedim. Biz sana, öyle bir şey yapacağız ki şimdi anlaşılmaz. Beş altı yıl sonra anlarsın!' dediler."

"Ne yaptılar ki?"

"Kaburgalarımın olduğu yeri torbalarla dövdüler, akciğerlerimin olduğu yeri. Tezgâh diye bir şey var, önce ondan başlayayım isterseniz?"

"Ne tezgâhı?"

"Tezgâh değil, onların deyimleri bu. Tezgâhtan geçirme', derler."

"Anladım!"

Konuşan, şimdiye dek başından geçenler yayımlananlardan ayn biriydi; öğretmendi o da. Ancak daha önce "Ankara Notları”nda geçen, EB gibi değildi; E B öğretmenliği bırakmış, muhasebe bürosu açmıştı. Eşi S B ile birlikte çalışıyordu. İşkence görenlerden LD bir dersanede öğretmen olarak çalışıyordu. O da 26 Aralıkta içeri alınanlardandı. Adını ben yazmıyordum. Yazıda, zaman zaman LD ile EB birlikte geçecekti. Cumhuriyet bürosunda birlikteydik de ondan. Onlar anlattılar, ben yazdım! I. D anlatıyordu (Basın toplantısı yapıp adı açıklandığı İçin adını da yazayım: Lütfü Demirkapı):

"Doğrudan İçeri aldılar; aperatif olarak tekme yumruk bir meydan sopası çektiler, İşkencehanede. Resmen garajın yanındaki büroda. Eşek dedikleri bir darağacı var. Eşeğe bağlayın, eşekten indirin, eşeğe çıkarın... Isa'nın çarmıhı!"

"Arkadaşımızın T cetveli dediği..."

"Önce tekme tokat sorguya aldılar, ışıklar gözümüze tutuluyor, 8-10 kişi omzuna biniyor o ordan bir soru, bu burdan bir soru, sizi şaşırtıyorlar. Bu şaşırtmak sorguda, eğer onların istedikleri yanıtları vermezseniz, ondan sonra başlıyorlar bir meydan sopasına. Herkes denk gelen yere vuruyor..."

"Kaç kişi?"

E B, "Bazen iki oluyor, bazen beş oluyor, bazen on beş."

LD. "Beşten fazla olmuyor genellikle, bildiğim kadarıyla; çünkü, şuramı koruyorum, bu taraftan yumruk yiyorum; oramı koruyorum, sırtımdan tekme yiyorum. Olmadık yerden neyin geleceğini bilemiyorsunuz. Gözünüz bağlı. Sonra, anadan doğma soyun bakayım diyorlar. Soydular. Anadan üryan soydular, çırılçıplak!

"Ayıp değil mi?"

"Dedim, 'Siz insan değil misiniz?' diye bağırıyorum."

"Bu bizim görevimiz hemşerim, biz burada devletiz diyorlar, devleti temsil ediyoruz!"

"Gözünüz bağlı?"

"Bağlı tabii, arkasından özür dilemesine; 'Bizim görevimiz bu, emir kuluyuz!' diyorlar. Devlet bize maaş veriyor! Meydan sopasından sonra arabanın , kamyonun dış lastiği var ya, dış lastiğin iç tarafını düşünün, tam içe gelen conta gelen yani; orayı kesip almışlar, ayaklarımdan geçirdiler onu. Kafamı da onun içine soktular! Şöyle yarım daire olduk mu yaylanan sandalye türü, ayaklarımın ucundan birer sopa tuttular. Ondan sonra başladılar falakaya. Falaka faslıyla birlikte yıkama faslı başladı, çırılçıplağım!"

E B, "Eksi 10 derece!"

L D, "Eksi 10 derece olur, 5 derece, bilemiyorum, sıcaklığı artık. O kadar basınçlı bir su verdiler ki, basınçlı su, şöyle söyleyeyim size, insana vurdu mu sopa değmiş gibi oluyor! Apışımın arasını açıyorlar, hayalarıma, testislerime! Çok fena baskı yapıyor, dayanamıyorsunuz ve küt bayıldım! Sonra sıcak bir şey döktüler, şuradan şöyle aşağıya (L D boynuyla göğsü arasını gösterdi) yaktı böyle, hemen irkildim, uyandım! Tekrar bir banyo daha. Arkasından bir falaka. Falakadan sonra, çekin, dediler uzun eşeğe! Ben dedim ki, kolum sakat! Sakat olmayan koldan, şuradan bağladılar, birini de buradan bağladılar. Bağladıktan sonra... Sağ kolumda bir acı hissettim, elektrik verdiler ordan! Bir kavurdu ki. Birden insanın kalbi atıyor, kalbin vücuttan çıkıyor, odayı dolduruyor, tüm emniyeti dolduruyor, Ankara'yı dolduruyor!"

"Kalp büyüyor?"

"O kadar acı hissediyorsun ve bayıldım. O baygınlıktan sonra tekrar o sıvıyı döktüler, tekrar ayılttılar. Bu sefer cinsel organımı sopayla dövmeye başladılar! Çok affedersin abiciğim!"

"Bir metre yapacağız diyor, senin cinsel organını. ‘Bir metre yapın' diyor komutan. (Konuşurken' komutan', 'komutanım' diyorlar.) Vurunca, çekiyorsunuz, arkadan copla, lastik copla girişiyorlar: Ulan nereye gidiyorsun? Sıranı beklesene diye."

"Kalk bakayım ayağa! Çırılçıplak kalktık ayağa. Ondan sonra giysilerimizi giydirmeye başladılar. 'Giydirin, daha fazla dayanamaz ölür!' filan dediler. Çünkü, zangır zangır titriyorsunuz böyle. O basınçlı su, bir bilseniz o kadar acı veriyor ki insana. Geçerken şöyle bir vurup geçse size, sopa vurmuş gibi... Üstümüzü giydirdiler, ertesi gün akşama kadar ayakkabı ve çorap yok."

'Yalnız mısınız, başkalan da var mı?"

"Başkalan da var; ben işkencede yalnızım yalnız. Garajda, asker gibi 'Olduğun yerde say bakayım!' Ne zamana kadar biliyor musunuz? Ertesi gün aynı saatte kadar. Oturmak uyku yok."

"Neden bunu yapıyorlar?

"Bu da bir işkence türü. Nedeni şu: Ayaklarınızın şişi iniyor! Bir de falakadan sonra ayağınızı tarar gibi lastik gibi bir şeyle yukarıdan aşağı kanını tarıyorlar. Kanı dağıtıyorlar demek. Ondan sonra oturduğun yerde talim yaptırıyorlar ki ayaklardaki şişlikler gitsin!"

18 Ocak 1993