Erdost ile Çelenk, "gece yansı operasyonundan sonra, çarşamba günü saat 14.00'te DGM'ye götürüldüler. Savcıya çıkarıldılar. DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Halit Beye sordu:
"Emniyet ifadenizi kabul ediyor musunuz?"
"Kabul ediyorum, doğrudur..."
"Peki efendim, o zaman buyurun çıkın!..."
Daha sonra, Muzaffer İlhan Erdost girip ifadesini verdi. Bir buçuk, iki saat beklediler. Dosya DGM yargıcına gitmişti; DGM savcısı tutuklanmalarını istemişti. DGM Sorgu Yargıcı Muhittin Mıhçak, Çelenk'e sordu:
Siz, bu yazınızla 'komünizm propagandası yapmışsınız. Türk Ceza Yasasının 142/1 maddesine göre cezalandırmanız ve tutuklanmanız isteniyor. Ne diyorsunuz?"
"Benim yazımda komünizm propagandası yoktur. Eğer sayın savcı, hangi cümlede böyle bir suç işlendiğine işaret etmişse, bize yazdığı yazıda bildirmişse, lütfen bana o cümleyi okuyun ya da gösterin, ben okuyayım, ona göre cevabımı vereyim..."
"Böyle bir paragraf veya cümle gösterilmemiş, yazı genel olarak ele alınmış..."
"Ben bu yazıda, hukuk anlayışımı dile getirdim. Ve burada, 1982 Anayasası ile diğer yasalar üzerinde düşüncelerimi söyledim. Burada herhangi bir suç öğesi yoktur..."
Çelenk, "Ülkede düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün bulunmadığını, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde bu haklarını kullanmak isteyenlerin, ölüm cezasıyla yargılandıklarını; 12 Eylül döneminde 141-142. maddelerden 70 bin kişinin sorguya çekildiğini; düşünce suçundan 750 yıla varan hapis cezası almış insanların cezaevlerinde yattıklarını, Anayasa, Sendikalar Yasasıyla grev-toplu sözleşme haklarının kısıtlandığını, kullanılmaz duruma geldiğini, Anayasanın 17. maddesiyle yargısız ölüm cezası getirildiğini; bu nedenle, Türkiye'de bu haklar kısıtlandığı için demokrasinin varlığını söylemenin olanaksız olduğunu, demokrasinin yerleşmediğini..." söyledi. Yargıç Muhittin Mıhçak,
"Yazınızda DGM'lerden, diğer yasalardan söz ediyorsunuz; bunlarla ne demek istiyorsunuz?" diye sordu:
"Bildiğiniz gibi, DGM'lerde görev yapan askeri hâkimler ve savcılar, siyasal iktidar tarafından görevlendirilmekte, atanmaktadır. özlük haklan, siyasal iktidarca düzenlenmektedir. Bu nedenle DGM'lerin, yargının bağımsızlığı, yargının birliği ve doğal hâkim ilkesine uygun biçimde kurulmuş mahkemeler olduğunu söylemek olanaksızdır. Ben bir hukukçuyum, bu kadar yıldır görev yapıyorum, araştırmalar yapıyorum, savunma görevini yapıyorum, hukuku, uygulamaları, yasaları eleştirmek hakkına sahibim; ben Abece’deki yazıda, yasalan eleştirmek hakkımı kullandım. Propaganda kastım da yoktur. Yazıda suç öğesi bulunmadığı için beraatimi, tutuklama isteminin reddini istiyorum! Dışarıdan duyduğuma göre sayın savcı, 20 günden beri beni aradığını, ancak bulmadıklarından, gece yansı aldırmak zorunda kaldıklarını söylemişler; oysa ben her gün mahkemelerdeyim; DGM’de, Mamakta, diğer mahkemelerde ve cezaevlerindeyim; hatta bundan bir gün önce, biz Muzaffer Erdost'la birlikte DGM'ye geldik, Muzaffer Beyin 'Şemdinli Röportajı' adlı kitabı hakkında İstanbul DGM, 'zoralım' karan vermişti, bunun temyiz layihasını birlikte Muzaffer Beyle getirdik, mahkemeye verdik, başkana havale ettirdik. Kaleme kaydını yaptırdık, 'alındı' belgesi karşılığında verdik. Yani her gün biz gözleri önündeyiz. Bizim bir İfademiz olduğundan bahisle bizi çağırabilirlerdi, telefon edip çağırabilirlerdi. Ve evimiz belli, her gün evimizde kalıyoruz; bizim bir 'kaçma', teslim olmama durumumuz yok..."
Halit Bey, Avukatlık Yasasını da anımsatarak kendisinin ilk sorgusunun emniyette alınmasını eleştirdi. Yasaya göre, avukatların ilk soruşturmalarında ifadeleri, emniyetçe değil savcı tarafından alınabilirdi. Bu olayda, buna da uyulmamıştı...
Yargıç Muhittin Mıhçak, "Peki" dedi, Muzaffer İlhan Erdost'u çağırdı. O da ifadesini verdikten sonra yargıç ikisini birden çağırdı, birlikte girdiler. Yargıç Muhittin Mıhçak, ikisine şunları söyledi:
"Bu yazılarda, eleştiri sınırını aşan bir nitelik görmedim. Bu nedenle tutuklama talebini reddediyorum. Yalnız dışarıda bekleyin, savcının itiraz hakkı var, itiraz ederse, heyet inceleyecek..."
Çelenk ile Erdost dışarıda beklediler. Polis memuru, "Ben başkanla görüşeyim" dedi. Başkan, "Git, savcıya sor" yanıtını verdi. Memur, savcıya sorup geldi; "Savcı, gidebilirler" diyor dedi.
DGM’nin önü ana baba günüydü. SHP'li milletvekilleri, Ankara Barosundan çok sayıda bir savunman grubu, DGM'nin önünü doldurmuşlardı. Yurttaşlar doluşmuşlardı.
Bir bardak suda koparılmak istenen fırtına, geniş yankılar yaptı, insan Haklan Demeği Genel Sekreteri Akın Birdal, Barolar, Barış Demeği yöneticileri, basın toplantıları, açıklamalar yaptılar. Yurtdışından telefonlar yağdı, durdu…