"Ankara Notları”nın kesikleri arasında, 4 Ocak 1984 günlü "TDK listesine girenler.." başlıklı yazı elime geçiverdi. Yazı şöyle bitiyordu.
... Dün sabah erken saatte yine otobüsle TDK'nin önünden geçtim. Neden bilmem, içim bir tuhaf oldu. Yasayla birlikte, altı yüzü aşkın üye arasında benim üyeliğim de sona erdi. TDK yapısını otobüs uzaklaşıncaya dek seyrettim. Gözlerim doldu. Sabahattin Ali'nin dizesini mırıldanıyordum.
Kimlerin koynuna girdin, öpmeye kıyamadığım!..
Sonra, yazının başından okudum. Şöyle demiştim:
"Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Suat İlhan (Ferit Melen'in yeğeni) Ömer Asım Aksoy'u telefonla aradı, şöyle dedi:
"Hocam, ben evinize gelmek, sizi rahatsız etmek isterdim. Emrederseniz bir araba göndereyim. Buraya teşrif edin, konuşalım bir parça, sizi Bilim Kurulunun başında görmek istiyoruz...
Ömer Asım Aksoy, bu ince davranışa teşekkür etti, şöyle karşılık verdi:
"Ben yaşım itibariyle aktif hizmet yapacak durumda değilim. Beni af buyurun..."
"Yok efendim, yaş söz konusu değil, biz sizden her vakit yararlanırız. Sizin bizim aramızda bulunmanız bizim için en büyük kuvvettir."
"Beni bağışlamanızı rica ediyorum..."
"Hayır, hayır.. Ben sizi listeye alıyorum..."
Telefon kapandı, Ömer Asım Aksoy (TDK eski Genel Yazmanı) düşündü bir olup bittiyle karşılaşmaktan korktuğundan, oturdu, Başkan Suat İlhan'a bir mektup yazdı. Taahütlü olarak postaya verdi. "Size telefonda kısaca arz ettiğim gibi, böyle etkin bir görevi yapacak durumda değilim" dedi.
Ömer Asım Aksoy, mektubunda bir şey daha söyledi: "görev kabul edemeyeceğini" belirten bir tümce. Bu tümce biraz ağırca mıydı? Sonunda, "Beni bağışlayın, belirttiğim gibi, bu kurulda görev alacak durumda değilim. Sizin öneriniz benim için bir gurur kaynağıdır, fakat..." diye görüşünü bir daha yineledi. Mektup yerine gitmişti. Ömer Asım Aksoy, listeye alınmadı.
Öneriyi kabul etmeyenlerden bir İkincisi de Hikmet İlaydın'dı. O da görev kabul edemeyeceğini bildirdi.
TDK Yönetim Kurulu listesini hazırlamak güç olmadı. Bunlar kırk kişiydi. Liste hazırlanarak, "Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu kitapçığına kondu. TDK eski yönetiminden yalnız Prof. Dr. Sadettin Buluç alındı.
'Tercüman gazetesinde yaşayan Türkçe" kampanyasına katılan bazı kişiler listedeydi. Bunlar arasında Ahmet Bican Ercilasun da vardı. Nazlı Ilıcak'la birlikte "yaşamak", "özveri" gibi sözcüklerde, "müstehcenlik" olduğunu ileri süren biri. Ercilasun'u, TDK'nin halka açık toplantılarında görürdüm. Orada notlar alır, sonra bunları bir gazetede ya da bir dergide ele alıp eleştiri konusu yapardı.
Yine "SÎSAV" toplantılarının yaşayan Türkçecilerinden Zeynep Korkmaz listedeydi. Mehmet Kaplan'ın asistanlığını yapmış iki bayan. Doç. Dr. İnci Engünün'le, Zeynep Kerman da listeye girmişlerdi. Mehmet Kaplan, Zeynep Kerman'ı daha mı çok tutardı? Kerman'a arkadaşlar arasında "Azeri Kızı" derlerdi. Listenin, üniversitelerden seçimine önem verilmişti. Ancak listeye girenler arasında, dilbilimci yoktu. TDK Başkanı dilbilimciliğin bizim için lüks olduğunu söylememiş miydi? Haşan Eren, TDK sözlüğüne "devrim" sözcüğü geçti diye, TDK'yi sert biçimde eleştirdi. TDK "devrim" kelimesini "ihtilal" yerine kullanmıştır demeye getirdi satır arasında..."
Yazıda, daha sonra uzun listeyi vermiştim. Yinelemek gereksiz.
O gün, bugündür yeni Dil Kurumu'nun yaptıklarını kamuoyu ilgiyle titizlikle izledi. Ömer Asım Aksoy'un belirttiği gibi tek sözcük türetmediğini gördü. Çünkü, gelenlerin çoğu, Atatürk'ün istediği özleştirmeyi, Türk dilini güzelleştirmeyi isteyen kişiler, kimseler değillerdi. "Türk-İslam sentezi" saçmasını tutturmuş tutucu takı- mındandı. Belki korkularından, bir Kabaklıyı bir Gözeyi içeri sokmadılar, ama olanlarla yapacaklarını yaptılar. Türk Dil Kurumu, Atatürk'ün özlemini çektiği bir "demek" olmaktan çıktı da tutucuların at oynattıkları bir "arpalık" oldu çıktı mı?
Bu ortamda "Dil Demeği" kuruldu. Uzun süreden beri gereksinim duyulmaktaydı. Ama telaşlandılar. Ankara Valiliği, Bakanlıktan aldığı buyrukta, "Dil Derneği”nin çalışmalarını durdurdu, mahkemeye verilip kapatılması için de savcılığa başvurdu. Davranışlar, baştan sona çelişkilerle doluydu. "Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu" Başkanı emekli General Suat İlhan, 26 Aralık 1983 günü kurumda yaptığı konuşmada, tüzüğü, yönetmeliği açıklarken, 'Diğer kamu kuruluşları, dernekler ve kişilerle ilişki ve işbirliği esaslarından söz ediyor. "Dernekler" sözü konuşmasının çok yerinde geçiyor. 'Yurtiçi kamu kuruluşları, demekler ve kişilerle ilişkiler" başlığı altında şöyle diyor Suat İlhan:
Amaca ulaşılması için kurum dışı imkânların bilinmesi ve işbirliği kurulması gerekecektir. Diğer bakanlıklar, yükseköğretim kurumları, diğer kamu kurumları, aynı amaçla çalışan dernekler ve kişiler kaynak olarak da uygulayıcılar olarak da incelenip değerlendirilmelidir.
....Kanunumuzun verdiği imkânlar ölçüsünde konularımızla ilgili olarak faaliyet gösteren dernek ve kişilerin maddi ve bilimsel olarak desteklenmesi yollarını aramamız, tüzük ve yönetmeliklerimizde çözüme kavuşturmamız önemli sorunlardan bir diğeridir.
Bakanlıkların, diğer kamu kurumlarının ve derneklerin basın yayın organlarının, kişilerin konularımızla ilgili çalışmalarını yakında izlememiz gerekmektedir...
Kurum Başkanı Suat İlhan'ın, konuşmasında geçen "dernek" ya da "demekler" nasıl bir demek acaba? Kapatılması istenen "Dil Demeği" gibi dernekler mi, yoksa, "Aydınlar Ocağı" gibi, Sisav gibi dernekler, vakıflar mı?
14 Haziran 1987