Heves...

1947 yılında Tasvir gazetesi sıkıyönetimce üç ay süreyle kapatılmıştı, ismet İnönü Cumhurbaşkanı. O zamanın İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Bakanı Sedat Simavi, Florya’da İnönü'ye gider, bir mektup getirmiştir. Gazetenin bir an önce açılmasını dilemektedir. Başbakan o zaman Recep Peker; İnönü, Başbakana şöyle bir şey yazar:

"Başbakana takdim:

Zannediyorum ki Sıkıyönetim Komutanlığının bu müracaat mektubunu tetkik etmesinin değeri vardır. Tasvip buyurulursa, bunun komutanlığa havalesini rica ederim.

5 Ağustos 1947"

Olayı o zamanki özel Kalem Müdürü Haldun Derin anlatıyor, şöyle diyor:

"Efendim, bu mektup galiba bardağı taşıran damla oldu; bir ay sonra 9 Eylülde Recep Peker istifa etti."

Demokrasiye inanmış devlet adamlarının, basınla ilişkilerine, basın özgürlüğüne saygılarına ilginç bir örnek bu.

Haldun Derin, bir anısını daha anlattı basınla ilgili:

"Cumhurbaşkanlığı Köşkünde, o zaman 18 numara derdik, nöbetçi yaveri 28 numaralı telefonun bulunduğu yerde otururdu, ben de oradayım, sabah (İnönü) at gezintisinden döndü, geldi, içeri girdi. Ulus gazetesi duruyor masanın üstünde; ikinci sayfada, o zaman Ulus'un Yazı işleri Müdürü olan kişi Londra'da bulunuyor. Yeni oluşmuş Birleşmiş Milletler, onun bir etkinliği var Londra'da onu izlemeye gitmiş, her gün bir yazı gönderiyor dizi halinde; o günkü dizinin de başlığı: 'Picadilly Sürtükleri'. Bunu görünce bana döndü,

'Falih’i bul,' dedi.

Falih Rıfkı Atay, Ulus'un başında, başyazarı. Telefonu açtım, dedim, 'böyle, böyle...'

'Evet, gördüm' dedi, 'dikkatini çektim o arkadaşın...' istiyor ki (İnönü), hükümetin gazetesi sayılır Ulus, partinin gazetesi aynı zamanda ağırbaşlı olsun, bu tür başlıkları onaylamıyor..."

Bir de İsmet Paşanın reklamdan kaçınan yanını anlattı Haldun Derin, kimilerinin kulağına küpe olsun diye onu da yazmalıyım:

"Yıl 1948, Churcill muhalefette. İkinci Dünya Savaşı bitmiş. Churchill'in bir özel hekimi var, onun da bir oğlu John Wilson. John Wilson, Ankara'ya dışişlerinde ilk görevini yapmak üzere atanıyor, geliyor. Churchill, bunun eline bir mektup vermiş, tanıştırmak üzere, tavsiye mektubu değil tabii de tanışmak için, İnönü'nün kabul etmesini istiyor. O da razı oldu, kabul etti. Konuştular, falan. Biz de John Wilson'la, hatta ailece biraz gittik geldik birbirimize, ahbaplık ettik. Bir gün John Wilson bana şöyle bir öneride bulundu: 'Cumhurbaşkanı İnönü'nün biyografisini içerecek bir kitabı, seninle birlikte yazalım!' Elçiye zeval yok! Uygun bir zamanda, ben keyfiyeti arz ettim-, yanıt; ne bir ses, ne bir nefes! Hiç sesi çıkmadı, ben de John Wilson'a durumu aynen naklettim...

Efendim, yıl 1965. Başbakanlıkta son yılı oluyor; 15 Ocak; bir gün Dışişleri Bakanlığının o zamanki Genel Sekreter Yardımcılarından Ali Binkaya, odama geldi (Haldun Derin o zaman Başbakanlık Müsteşarı);

'Biz, bakanlık olarak, Sayın Başbakanı 'Nobel Barış Ödülü' İçin aday göstermek istiyoruz, kendilerine iletir misiniz, arz eder inisiniz?'

Tabii arz ettim. Yanıt, iki kelime:

'Hevesli değilim!' oldu."

İsmet Paşa, özellikle 1950'den sonra ailesiyle birlikte ağır saldırıya uğradı. Yazı yazan, ağır eleştirilerde bulunan hiçbir gazeteciyi, hiçbir milletvekilini mahkemeye verdiğini kimse anımsamıyor. Oğlu Ömer İnönü'nün, bir trafik kazası yaparak birinin ölümüne neden olduğu yazılıp çizildi. DP döneminde Ömer yargılandı, aklanıp çıktı. Mevhide Hanıma, kız enstitüsünden armağan edildiği söylenen bir etekliğin parasının ödenmediği Meclise dek getirildi, ismet Paşa, kürsüye çıkıp etekliğin faturasını göstermek durumunda kalmıştır, anımsıyorum. Bir İzmir Belediye Başkanı vardı, adı Rauf Onursal'dı. DP'liydi. Bir gün,

"İsmet Paşanın derisine saman doldurmalı!" dedi.

İsmet Paşanın bir kardeşi vardı; adi: Rıza Temelliydi. Kamburdu. Bir dergi ya da gazete, "Kambur Nasıl Milyoner Oldu?" diye başlık attıydı. Bu, 1950'den sonra yazılıp söylenenler. 1950'den önce, İnönü Cumhurbaşkanıyken de söylentiler çıkardı; "Amerika'da çiftlikleri var" diye. Haldun Derinin yazmaya başladığı anılarında şöyle bir bölüm geçer. Yıl 1949'dur. İnönü İzmir dolaylarında gezidedir. İkiçeşmelik'te, "Çakır Mustafa'nın kahvesi'nde bir yurttaş, İnönü'nün yüzüne karşı şu soruyu sorar:

"Amerika'da çiftlikleriniz varmış, ne dersiniz?"

Erdal o zaman Amerika'da okuyor, öğrenci dövizi, her öğrenciye yollandığı gibi yollanıyor. Merkez Bankası aracılığıyla. Bunlar Sevgi Özel’in hazırlayıp "İnönü Vakfınca yayımlanan "Baba İnönü'den Erdal İnönü'ye Mektuplar" kitabında ayrıntılarıyla anlatılır. ismet Paşa, daha sonra ajansta da yayımlanan yanıtında, soruyu soran yurttaşa şöyle der:

"Bütün memleketin bilmesini istiyorum ki ne benim, ne kardeşlerimin Amerika'da bir metre arazimiz yoktur. İsviçre'de bir frank parası yoktur. Memleket dışında, herhangi bir bankada, herhangi bir müeessede para olarak ve Türkiye dışında herhangi bir ülkede bir dönüm arazi varlığım mevcut değildir...

Bu açıklamayı yapan, bir vatandaşın sorusu üzerine, bir cumhurbaşkanıdır.

Turgut Özal ise ailesiyle ilgili olarak Kars SHP Milletvekili Mahmut Alınak'ı, sorusunu yanıtlayıp herkesi erince kavuşturacak yerde mahkemeye vermeye kalkıyor.*

Turgut Bey, kendini Menderes'e benzeterek, "Onun da ailesiyle uğraşılmıştı" demeye getiriyor. Benzetme yanlış. Menderes'in ailesiyle hiç uğraşılmadı. Berrin Menderes, saygınlığını hep korudu. Kimse ona bir şey demedi, diyemezdi. Demokratlar, Yassıadada hüküm giydiler. Yargılanırken Celal Bayar'ın bankalarda 103 milyonu olduğu söylentileri yayıldı, yazılıp çizildi. Belki haksızdı, ama bunları ilk başlatanlar onlar değil miydi? Bir Arap sözü varmış, şöyle: "El Badi azlem." Türkçesi, "Zalimin daniskası, zulme ilk başlayandır" demekmiş...

9 Mart 1989