Ankara’da, duvarında "Hayatta En Hakiki Mürşit ilimdir" yazılı fakültede, sıkmabaş kız öğrenciler vardı. Biri, profesörün dikkatini çekti. Odasına çağırdı kız öğrenciyi, sordu:
"Kızım, sen geçen yıl türban takmıyordun. Bu yıl niye takıyorsun?"
"Kuranın emri efendim!" diye karşılık verdi kız... "Yoksa kâfir olurum!" diye ekledi.
"Peki," dedi öğretim üyesi profesör, "Senin annen de benim öğrencimdi. Annen türban takmıyor, annen de mi kâfir?"
Kız öğrenci, bir süre sonra başını açtı.
Türban filan bahane. Türkiye'yi İran'a özendirip, Suudi Arabistan'ın kuyruğuna takmak isteyenlerin politikası bu. İran'da örtü, Suudi Arabistan'da şeriat var. Türkiye'yi birine benzetmeden öbürünün kuyruğuna takmak güç. Uslan sıra, açıktan "şeriat" diyemeyecekleri için “türban"la işi tutturacaklar, ardından Suudi Arabistan'a yapışacaklar.[1] Hesap bu! Araplara toprak satmanın altında yatan da bu mu?
Çocuk, ilkokul dördüncü sınıfta okuyordu. Bir gün babasına,
"Baba sen cennete gidemeyeceksin" dedi.
"Neden oğlum?"
"Çünkü, sakalın yok. Sakalsızlar cennete gidemez! Din dersi öğretmenimiz söyledi. Dedemin sakalı var, o cennete gidecek. Ben de büyüyünce, sakal bırakacağım. Cennete gideceğim!"
"Neden cennete gitmek istiyorsun?" diye sordu baba.
"Çünkü," dedi çocuk, "orada huriler var!"
İlkokul dördüncü sınıftaki çocuk, huriyi ne bilir, nuriyi ne bilir? Bu yapılanlar din eğitimi vermek değildir. Geleceğin yobazlarını yetiştirmektir.
Bir okula fen bilgisi öğretmeni yeni atanmıştı. Öğretmen okul müdürüne,
"Müdür Bey" dedi, "benim öğle saatlerimi açık bırakın cu- maları..."
Okul müdürü anladı, fen bilgisi öğretmeni daha önce imamlık yapmıştı. Cuma namazlarına gitmek istiyordu demek. Cuma günleri, öğle saatlerinde fen bilgisi öğretmenine ders vermedi...
Ancak fen bilgisi öğretmeni, dersi olmamasına karşın, namazlara gitmiyor, öğretmenler odasında oturuyordu. Müdür bir gün sordu:
"Niye cumaya gitmiyorsun, bak sana o saatlerde ders koymadık!"
"Boş ver Müdür Bey!" diye karşılık verdi öğretmen...
O önce okul müdürünün namazlara gittiğini sanmış göze girmek istemişti, işe yaramayınca, netsin cumayı, perşembeyi?
Daha önce de anlatmıştım ya, bir daha yineleyeyim fıkrayı. Adam, kansına,
"Leğeni, ibriği dama çıkar aptes alacağım!"demiş. Kansıda,
"Niye beni yorup, leğeni ibriği dama çıkarıyorsun? Şurada al aptesini işte!" deyince, adam,
"Muhtarın görmediği aptesi ne yapayım," yanıtını vermiş...
Büyük kamu kuruluşlarından birinin mescidi, cumalan tıka basa doluyordu. Küçük memurlar, işçiler namazda, şeflerinin ya tam arkalarında duruyorlar, ya da yan yana düşmeye çalışıyorlardı. Müdür ya da şef de kendilerini görürdü artık!
Başkomiser M.B. yetkiliye,
"Bu Aydınlar Ocağı bir dernektir. Dernekler politikayla uğraşamaz. Bu Aydınlar Ocağı ise, hem politikayla uğraşıyor, hem dini politikaya araç olarak kullanıyor. Bu dernek hakkında soruşturma açılsın!" dedi.
"Yerinde kalmak istiyorsan kurcalama!" yanıtını verdi yetkili.
Aydınlar Ocağına üye, pek çok üniversite öğretim üyesi var. 12 Eylül yasalarına göre öğretim üyelerinin derneğe üye olabilmeleri için, rektörden izin almaları gerekir. Bunlar, rektörden izin almışlar mıdır? Bu konuda, Aydınlar Ocağı yetkililerinin üyelerinin, rektörlerin açıklama yapmalarını bekliyorum. Çankaya'nın da artık uyanmasını istiyorum. Türk-İslam sentezi uydurucuları, ülkede daha ne kadar cirit atacaklar? Odalar Birliğindeki tartışmalar ilginçtir...
Bir mühendis, İngiliz arkadaşıyla "K"ya gitmişti, öğleyin bir lokantaya girdiler. Yemeklerini söylediler. Garson, İngilizlere yemekleri getirmiş, Türke getirmemişti. Türk sordu:
"Benim yemeğim nerede neden getirmedin?"
"Sen Müslümansın. Müslümanlar ramazanda oruç olur! Senin yemek yemen günahtır! Arkadaşların gâvur, onlar yiyebilir!."
YÖK'te "türban" tartışması sürerken, Ankara'da kısa adıyla Bilar'da (Bilim Araştırma Merkezi) iç açıcı bir toplantı vardı. Basın toplantısı ile öbür toplantılar için Almanya'dan üniversitelerin yetkilileri. temsilcileri gelmişlerdi, içlerinde bir Prof. Dr. Klaus Liebe- Harkort vardı. Bremen Üniversitesi öğretim üyesi, öğretmenler Bilimciler Sendikasının da yöneticisiydi. Güzel Türkçe konuşuyordu Türkiye'ye 27 kez gelmişti. 12 Eylülden sonra yedi kez gelmiş, Türkiye'de çeşitli davaları izleyip dönmüştü. Haluk Gerger ona, "Klaus Bey" diyordu. Klaus, toplantıda çevirmenliği de yapıyordu. Klaus Aziz Nesine sormuş:
"Paranız yok pulunuz yok! Bilar adıyla bir halk üniversitesi açıp sertifikalar veriyorsunuz. Bu nasıl oluyor?"
"Allahtan!" demiş Aziz Nesin, “Allahtan oluyor her şey!"
Olayı basın toplantısında anlattı Aziz Nesin:
"Ben Allahtan dedim, ama Klaus Müslüman olmadığı için inanmadı! Oysa bakın, onca yabancı öğretim üyesi paralarını ödeyip, Avrupalardan bizim toplantımıza geliyorlar, gidiş paraları da
kendilerinden. Aynca çevirmenlik de yapıyor toplantıda Klaus, bakalım, belki giderken onlara hesap da çıkaracağız!”
Prof. Klaus, "Bilar olayı, dahiyane bir olaydır!" diyordu. 44 kişiye Bilar'da seminer gördükleri için sertifikaları verilirken, Klaus konuşmasının bir yerinde şöyle dedi:
"Size Avrupa'dan selamlar getirdim. Onların, yani Dursun Akçamların, Ataol Behramoğluların, Hüseyin Erdemlerin, Yusuf Ziya Bahadınlıların, Doğan Görsevlerin, Ömer Polatların, daha nicelerinin. Geçenlerde Mustafa Ekmekçinin Cumhuriyetteki köşesinde yazdığı kişilerin, selamlarını buraya getirmekten gurur duyuyorum...."
Önce Aziz Nesin basın toplantısı yapmış daha sonra AST'ta sertifika verme töreni düzenlenmişti. Törene yurtdışından Fransa eski Başbakanı Laurent Fabius'la başlayan 17 önemli mesaj gönderilmişti. Prof. Server Tanilli mesajında özetle şöyle diyordu:
... Bilar, böyle bir seminer ve konferans serisi tertiplemekle tarihsel bir görevde bulunmuştur. Hepimizin bildiği bir gerçektir ve acı da olsa hatırlatalım: 12 Eylül 1980'de ülkemizin başına çöreklenen rejimin yaptığı en büyük kötülük, bana kalırsa başta üniversitelere vurduğu darbedir. Türkiye'de kaç kuşağın bin bir emekle kurmaya çalıştığı çağdaş üniversiteyi, bu rejim kökünden yıkmıştır. Bugün Türkiye'de üniversite yoktur: Olan tabelalarında üniversite diye yazan birtakım yapılardır. Bu yapıların içinde ise akademik özgürlük yoktur. Öyle olduğu için de üniversitesiz bir ülkeyiz..
İşte Bilar'ın uyanık yöneticileri, böyle bir ortamda bu seminer ve konferansları tertiplemişlerdir ve onların yönetilmesini de en yetkin uzmanlara vermişlerdir. Bir ders yılı boyunca sizlere çeşitli konularda yurt ve dünya gerçeklerini anlatanlar birkaç yıl önce üniversitelerden acımasızca atılmış, bir bölümü de ayrılmak zorunda bırakılmış mümtaz kişilerdir. Onlardan öğrendiklerinize inanınız paha biçilmez. Aranıza katılıp, onlardan ders dinlemeyi çok isterdim. Bugün elde edeceğiniz diplomaların köşeyi dönmekte size bir yaran yoktur; ancak yüklediği onurlu bir görev vardır. Ülkemizde üniversiteyi karanlık güçler yıkmıştır, ama onlara karşın yeni ve çağdaş üniversiteyi kurma görevi bizleri bekliyor. Bilar'ın seminer ve konferansları, bu yeni üniversitenin birer tohumudur.