Gözümü Açtılar, Komiserle Tanışıyoruz!

31 Aralık yılbaşı gecesi, Merkez Cezaevinden gardiyanların geldiğini yazmıştım. L D, "öyle değil, efendim" diyor," onlar da polis, yalnız konuşma biçimleri, 12 Eylülden mi kalma, nasıl bilmiyorum, hep komutan, çavuş, onbaşı diye konuşurlar. Çavuş, koğuşlara bak!

Örneğin komutan dedikleri, yanımda oturuyor; başkomiser; sesinden tanıyorum, giysisinden tanıyorum. Çünkü bir gün önce, akşam tesadüfen benimle yüz yüze gelmişti, hiç unutulmayacak bir sesi var."

"Sesinden tanıyorsunuz?"                                                          ^

"Ama sonra birkaç kez; şimdi onu da açıklayacağım; yılbaşını biz aç geçirdik, inanır mısınız aç aç bakın, o kadar açız ki herkes yılbaşı geçiriyor, ne bulursak yiyeceğiz! Bereket ki hanımlarımız süt falan göndermişler, çıktık o gardiyanlara rica ede ede, memur arkadaşlara rica ede ede, çocuklara dağıtmaya çalıştık. Sırayla, Şuna ver, şuna ver zaten gelen sekiz on tane süt! Kendimiz içemedik yani. İnsanlar o kadar aç ki, 21-22 kişi vardı orda, o bölümde. Açlık böyle buram buram... Düşünebiliyor musunuz açlıkla terbiye ediyorlar sizi! Ve gelen o görevlilerin gözlerine bakıyorsunuz, çeyrek ekmeğin içinde altı tane zeytin... Acaba diyorsunuz, şöyle yanm ekmek alabilir miyim diye basitleşebiliyorsunuz açlıktan. Yani adamın gözüne bakıyorsunuz, fazla varsa alacağım diye. Diyemiyorsunuz, onurunuza yediremiyorsunuz. Ve yılbaşından sonra pazartesi günü son banyomu yaptım! Salı günü, o komutan dedikleri adamın huzuruna çıkardılar bizi yukanya."

"Kaç merdiven çıkıyorsunuz?"

"Bir çıkıyorsun, sağa dönüyorsun, bir daha çıkıyorsun; seki- zerden on altı basamak, yani o garajın üst düzeni. Ama üst kattan koridorla Emniyet Müdürlüğüne bağlı, önden girişi de var yalnız. Şimdi o bölüme gözünüz bağlı çıkıyorsunuz; ama bağı şöyle çektik, her şeyi gördük, yani öğrendik. Yani şey diyorlar örneğin, 'Birinci Şube İkinci Tim' diye geçiyor, biraz önce Hocamın dediği gibi, biz diyorlar, devleti korumak zorundayız! Burada devletin belkemiğiyiz. Biz burada, görevi istesek de istemesek de yapıyoruz. Sanıyorsunuz ki sizden daha az perişanız. Biz burada altı yüz bin lira aylık alıyoruz. Şurada, çoluk çocuğumuzdan uzak, devleti korumak için çalıyoruz". (L.D. "demek ki biz bir milyon lira versek, başkalarına da işkence yaparlar" diye düşünür. Çünkü gerçekten kişilik erozyonu vardır insanların. Orada çok üzülür L.D.)

"DGM Savcılığından aldıkları talimatla mı yapıyorlar?"

"DGM Savcılığından aldıkları talimat şu: 7 günlük süreyi 15 güne çıkardılar. DGM, buna isteyerek izin veriyor. Biliyor aslında orada DGM, neler yapıldığını."

"Biliyor, değil mi?"

"Biliyor, kesin biliyor! Bilmese, o kadar süreyi... Peki, DGM şunu söylese, madem soruşturma yapılıyor orada, madem yasalara uygun, niye savunmanlarımızı almıyorlar yanımıza?"

"Savunmanla görüşebildiniz mi?" *

"Kesinlikle hayır."

"Savunmanınız var mıydı?"

"Vardı başvurduk. Adalet Bakanlığına başvurduk, hatta SHP Milletvekili Fuat Atalay soru önergesi verdi Meclise. İçişleri Bakanlığına , Başbakana başvuruldu, alınan yanıt şu: Soruşturmanın gizliliği açısından kesinlikle görüştürülmesi yasaktır. Savunmanların başvurusu reddedildi. DGM tarafından. Daha sona şunu görüyoruz bakın: Görüşme söz konusu olunca, soruşturmanın gizliliği gündeme geliyor. Şunu diyorduk biz: Birleşmiş Milletler insan Haklan Sözleşmesini imzalamışız. Başbakanın haberi var, işkence yok diyorlar. Peki, diyoruz, polislere, nasıl işkence yok diyebilirler, bilmiyorlar mı? Yahu Hoca, herkes biliyor! Sen de biliyorsun, ben de biliyorum, o da biliyor. Ama devletin bekası açısından bu geçerli! Ben diyorum ki: Yarın 141-142 kalkınca, nasıl suratımıza bakacaksınız? Hiç utanmayacak mısınız? Size öğretmeniz diyoruz, öğretmen! Sizi biz okuttuk. Bir harf öğretenin kırk yıl kölesi oluruz diyorsunuz, elinize düştük, elli kere sopa vurdunuz! Odasındayım, böyle saldırıyorum. Karşılıklı sohbet ediyoruz."

"Göz bağlı?"

"Yok açık! Gözümü açtılar, tanışıyoruz komiserle artık. Konuşuyoruz sorguda beraber, her yerde beraber. Ben size bir şey söyleyeyim mi Hoca,' diyor, 'sen onurunu korudun, namusunu korudun. Böyle direnen adamlara can kurban!' Bakış açısı bu...

Yahu diyorum, ben direnmedim. Olmayan bir şçyi sana veremem!"

E.B., "Sen orada direndin. Sana orada kabul ettirilmeye çalışılan şeyi kabul etmedin. Aslında birçok insan zayıflık yapıyor, olmayan şeyleri kabul etmek zorunda kalıyor. Ve bu hem seni, hem başka insanlan güç durumda bırakıyor..."

L.D., "Direnmedim, derken şu anlamda söyledim ben: örneğin, ben bir şey var da saklamadım, anlamında söylüyorum. Olmayan bir şeyi kabul etmeme konusunda canımı dişime taktım ben. Dünyanın acısına katlandım, aşağılanmaya katlandım. Dünyanın çirkinliğini yaşadım. Düşünün, eşinizin, çocuğunuzun getirilmesini göze alıyorsunuz, affedersiniz, on dakika kadar cinsel organıma sopa yedim! Sırtımdan, belimden... Dünyanın acısına katlanıyorsunuz; şimdi düşünüyorum da ben, en aşağılık bir yaratık için bile olmaz. İnsana yakışmayan, insan onuruyla bağdaşmayan aşağılık hareketler..."

28 Ocak 1990