Ankara Emniyetinde, eski "DAL" bölümünde çeşitli işkencelerden, sorgulardan geçtikten sonra, DGM Savcılığından salıverilmişti. ilk konuştuğumuzda geceydi, saat 24.00'ü buldu. O saate dek, biraz uyuyup uyanmıştım.[1]
"Bu saatte, bir işkence de ben yapmayayım dedim. Nasıl rahat uyuyabildiniz mi oralarda?"
"Nerde?"
"Gözaltında!"
"Ben, son üç gün hiç uyumadım!"
"Neden?"
"Eksi on derece soğuk; sabaha kadar başka insanlara yapılan işkence sesleri; insanı uyutmuyor tabii."
"Size işkence yapıldı mı?"
"Tabii"
"Ne yapıldı?"
"Askı."
"Filistin askısı?"
"Normal (düzel)! Tabii, Filistin askısı da var; soğuk su, duş ve onun dışında üç gün sürekli aç bırakılma, spor yaptırılması (!), eksi 10 derecede, beton hücrede tutulma..."
"Neden bunu yaptılar?"
"Örgüt arıyorlar herhalde; biz de yanlış adrese geldiklerini söyledik kendilerine. Bizim bu eza cefaya layık olmadığımızı uygun bir dille anlatmaya çalıştık, ama anlatamadık. Biraz hırpalandık tabii!"
"Kaç gün sürdü? Ayın kaçında alındınız siz?"
"26 Aralık, saat 04.00'te."
"Nasıl gelip aldılar, anlatır mısınız?"
'Gece sabaha karşı kapı yumruklandı, çalındı. Kalkıp açtık. Evinizde arama yapacağız dediler."
"Kaç kişiydiler?"
"On kişi kadar vardı!"
"Hepsi sivil miydi, resmi de var mıydı?"
"Hepsi sivil! Bir tane komiser vardı, üzerinde resmi parka vardı,- şapkasız. Diğerleri tamamen sivildi. Geldiler, aradılar; bizden yasak yayın istediler; yok dedik, vardır! dediler. Bunu bulacaksınız mutlaka evinizde... Bizi zorlamayın, yok. Evimizi her yeri arayın, yok... Aradılar; yasal kitap, dergi, gazete, broşür, onların bir kısmını aldılar; yasak olabileceğini kestirip. Cumhuriyet gazeteleri vardı..."
"Cumhuriyet gazetesi mi?"
"Bende Cumhuriyet gazetesinin koleksiyonu var."
"Evet..."
"Onları fazla karıştırmadılar, öbür haftalık, aylık dergiler, vardı; Nokta, Panorama, Tempo, 20000 Doğru... Mesleki kitaplar vardı. Tümüyle. 40 kadarını almışlar kitapların. Dergilerin sayısı 250 tane sanıyorum. 98 tane 2000'e Doğru Dergisi var geri verilen kaç tane alındığını bilemiyorum ki. Alırken saydırma olanağımız olmadı! Çıkarken, tümünü iade ediyoruz, toplatma karan olanlan savcılığa vereceğiz dediler. Savcılıktan da bilgi vermediler..."
"Siz evli misiniz?"
"Evet."
"Çocuğunuz var mı?"
"Bir çoçuğumuz var, beş yaşında, ellerinizden öper!"
"Adı?"
"Ekrem Erdal. Bir de yeğenimiz vardı bizim..."
"Onun adı..."
"Ulaş Yiğit."
"Arama iki saat sürdü, eşinizle veda ettiniz..."
"Hayır, birlikte gittik!"
"Doğru, siz birlikte gittiniz!"
"Çocuklarımızı baldızıma bıraktık, hanımın ablasına. Birlikte
gittik!"
"Eşiniz yakınınızda mıydı hücrede? Sesini duyuyor muydunuz?"
"Fazla konuşma imkânımız olmadı. Sabah yakın hücrelere koydular, sonra uzaklaştırdılar."
"Gözler bağlı?"
"Hücredeyken gözlerimiz bağlı değil. Çıkarken, sorguya götürürken bağlanıyor, başka zamanlar bağlı değil"
"Eller bağlı mı?"
"Hayır, tuvalete giderken bağlı değil. Bazı görevliler gözümüzü bağlayarak, bazılan gözümüzü bağlamaya gerek görmeden götürüp getiriyorlar tuvalete. Hücreyle tuvalet karşı karşıya."
"Ne kadar?"
"Şimdi efendim, 19 tane hücre yan yana. En yakın hücreler arasında 1.5 metre koridor var. Koridorun karşısında hücreler, koridorun yan tarafında da tuvalet var!"
"Gittiniz, sonra ne oldu?"
"Akşama kadar bekledik hücrelerde; akşam... Saatini hatırlayamıyorum ama."
"Yemek filan bir şey verdiler mi?"
"Zeytin, ekmek verdiler! Ondan sonra... Biz, ezan seslerinden saati tahmin etmeye çalışıyorduk!"
"Ezan sesi duyuluyor mu?"
"Duyuluyor. Hemen yanı başımızda Fatih Camisi var, ondan gelen ses de başka camilerden gelen sesler de duyuluyor."
"Evet...”
"Bazı görevliler, saati sorduğumuzda doğru cevap veriyorlar. Ama genellikle ters cevap alıyoruz ya da söylemiyor saati. Akşam saatleriydi sanıyorum, bizi çıkardılar, gözlerimiz bağlı; burada garaj olduğunu daha sonra da gördük, araçlar filan da vardı. Oraya çıkardılar. Orada gece boyunca sürekli, aralıksız spor (!) yaptırdılar..."
11 Ocak 1990
[1] Ankara Notları'nda 31 Aralık 1989'da "Uzun Eşek" başlıklı yazımla bu işkence konusuna başladım. 9 Ocak 1990’da aynı konuyu "Eşek Dansını Bilir Misiniz?" adlı yazımla sürdürdüm. Şimdiye değin başka kitaplarda bu konu yer aldı. Adını andığım iki yazımı değil de, bu yazıyla başlayanları almam, bilinenleri yinelemekten insancıl bir yaklaşımla kaçınmaktı. Ancak L.D. ve E.B. adlı öğretmenlerin yaşadıklarında, "ayrıntı" denilip geçilemeyecek yanlar vardı. Bunlar bir kez daha, bir kez daha yazılmalıydı. Bu insanlık ayıbından kurtulmanın yollarını mademki hep birlikte arıyoruz, öyleyse içimiz yansa da bunları göz ardı etmemeliyiz. Bu nedenle bu kitapta, hem bu yazılarla, hem öncekilerle işkence konusuna çokça yer ayırdım. LD'nin yaşadıklarını yine de atlayarak aktardım.