Rezil Bir Peynir...

Ozan Ahmet Telli, emniyette “hücre"de geçen günlerini anlatmayı sürdürüyordu, sordum:

"Zatürree olduğunu söylüyorlar, öyle mi?"

"Aşağı yukarıda bir buçuk ay oldu, filmlerim çekildi, zatürree tanısı kondu bana!"

"Geçmiş olsun!"

"Şimdi, zatürree tedavisi görüyordum ben, filmler falan çekildi; tedaviye devam etmem gerekliliği ortaya çıktı; ama polis içeri alınca, ilaçlarımı alamadım. İğnelerimi kullanmadım. Ve bu durumu anlattım sorgucuya, dedi ki: 'Hocam, derhal ilaçlarınızı alalım!' Dedim ki: 'İlaçlar, sürekli alındığı zaman bir tedavi değeri olur, yoksa ara verdiğiniz zaman... Şimdi ben burada iki gün ara verdim. Taa yeni baştan başlamak lazım. Dolayısıyla ilaçların bir yararı yok. Yapacağınız şey, aşağıdan bana, işte dışarıdan bir battaniye getirmelerine izin vermeniz...' Tabii falan diyor, ama aşağıya onun sözü geçmiyor! Aşağıda gardiyan yine bizi, beton hücrede tutuyor!"

"Size ortalık süpürttüler mi?"

"Tabii."

"Yiyecek falan verdiler mi?"

"Yiyecek... Şey, günde bir kez, yarım ekmek, peynir, bazen zeytin, bazen de peynir-zeytin bir arada, ama değişmeyen yiyecek bu! On gün de kalsanız, yirmi gün de kalsanız, değişmeyen yiyecek bu. Günde bir kez yarım ekmek, yenmeyecek rezil bir peynir! Yediğiniz zaman su usunuza gelebilir, ama su içmek için lavaboya gitmek gerek, onun için adama ricada bulunmak gerek; onun azarını yemek gerek, falan; yani böyle, daha, ayrıntılı şeyler bunlar..."

Ahmet Telli’nin 1981’de, 72 gün gözaltında “hücre"de kaldığı günleri anlatan düzyazı biçimindeki şiirinin bir bölümünü aktarmak istiyorum:

Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık hiç de Tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta. Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?) Bütün belleğimdekileri yok ettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım. Jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül edip savurdum.

Adımdan gayrisini bilmiyorum.

Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. Yabanıl sesler geliyor derinlerden ve ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Şaklayan bir kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki, ama durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar, soruyorlar, soruyorlar....

Adımdan gayrisini bilmiyorum.

Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür sakındığım ve her gün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim.. Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık. Küstü, öldürdü kendini su...

Su çürüdü...

Adımdan başkasını bilmiyorum.

İnsan Hakları Derneğinin düzenlediği, "Kültürel Haklar Haftası" bugün sonra eriyor. 10 Aralıkta başlayan toplantılar, gösteriler, dinletiler gerçekten başarılı geçti. Bir eksiğiyle; Ankara Valiliği, Emniyetin önerisiyle film şenliğini yasakladı. Alman Kültür Merkezinden alınan yönetmen Horst Bienek’in Almanca "Hücre" filmi, daha önce Alman Kültür Merkezinde oynamasına karşın, Anadolu Sanat Merkezinden alınıp götürüldü, öbür filmlerin gösterimi de yasaklandı. "Hücre" filmini görenler, özellikle gençler beğenmemişlerdi. Sanığın hücresinde, radyosu, televizyonu, tuvaleti, banyosu, hemen her şeyi vardı! izleyenler, "Herhalde bu Alman hücresi" dediler. Polis, filmi, 'Hücreyi görmesinler, yoksa böylesini isterler" diye mi yasaklamıştı?

Anadolu Sanat Merkezinde, bilet alıp filmi izlemek için bekleşenlerin yanındaydık. Bilet satan gençlerden üniversite öğrencisi HHE, karşıda oturan üç kişi arasındaki saçı sakalı ağarmış bir sivil görevliyi göstererek,

"Bana işkence yapan işte orada oturuyor!" dedi.

Gözleri bağlı işkencedeyken, bir ara gözündeki bağ kaymış, işkencecisini görmüş HHE! Olay, bir kitap fotokopisi yüzünden çıkmış. Kitabın fotokopisini aldıran bir arkadaşı, yakalanınca, HHE'yi gece saat 03.00’te tekme tokat evinden almışlar. Annesinin yalvarışları arasında götürürken, yolda slogan attığını da ileri sürmüşler. Arkadaşı ŞF, 10-11 gün, HHE de 8-9 gün karalık ve insanlık dışı bir hücreye konmuş. Arkadaşı askıya alınmış, sonucunda elleri tutmaz, kollan işlemez olmuş. Olay, Haziran 1988’de yaşanmış.

İşkenceciye bakıyordum. Az sonra, yanındakilerle birlikte çıkıp gitmiş. Yerlerine başkaları oturmuş...

19 Aralık 1989