Açlık grevinde olan bir hükümlü, mektubunda şöyle diyor:
Sevgili Ekmekçi,
Adımın köşenize konuk olduğu eski zamanlardan bugüne, size pek çok defa yazmayı istedim. Mümkün olmadı. Şimdi, böyle bir kâğıtta, böyle bir kalemle ve bir açlık grevinin altıncı gününün dayattığı eksikliklerle yazıyorum.
Şu an bizimle birlikte kaç cezaevinde, kaç mahkûm açlık grevinde bilmiyorum ama, bu birbirinden kopuk, fakat eşanlamlı patlayan tepkiler, bir ortak sebebe, ortak yoksunluklara ve sorunlara işaret ediyor. Tek tek ele alındıklarında daima gazetelerin yerel haberler bölümünde ancak ilgi gören açlık grevlerini, toptan ve temel nedenler bakımından değerlendirmek gerekiyor. Bizim için önemli ve geçerli olan bu. Biz, hiçbir güvencesi olmayan geçici ve keyfe bağlı düzeltmeler peşinde koşuşturmaktan doğrusu usandık. Savcıların, müdürlerin hatta gardiyanların insaf ve anlayışına bağlı olarak düzelip, bozulan cezaevlerinde yaşamın ne demek olduğunu anlatmak zor.
Sevgili Ekmekçi, cezaevlerinde on altıncı yılımı dolduruyorum. Her yılım, doğru dürüst kitap okuyabilmek, yazdıklarımı koruyabilmek için didişmekle dolu geçti. Yemeği, yatağı, suyu havayı,eğer okuyor ve yazıyorsam dert edinmedim. Her zaman aynı keyfilik, bir müdür aydındır, ya da kitabın siyasi mahkûm için yerini az çok anlamıştır, esneklik gösterir; dışarıdan kitap getirilir, posta koli yolu açılır. Adam değişir, tayini çıkar vs. Yeni gelenin gözü ilkin kitaba takılır; eldekiler toplanır, yazılar imha edilir, cezaevinin resmi ve dini yayınlardan başka bir şey bulundurmayan yüz kitaplık "kütüphanesine mahkûm oluruz. Didişme, boğuşma yazışma derken, ucundan ucundan kitap alınmaya başlar. Sonra gene aynı şeyler.
Yemek konusu böyledir, ziyaret böyledir, mektup böyledir. Ve kesinlikle bütün bu tutarsızlıkların , düzensizliklerin kaynağı tüzüktür. Tüzüğü uygulayan idare, mahkûma nefes aldırmaz! Çünkü tüzük, özellikle bu cezaevinde (ki, tüzükteki adı toplu iyileştirme ve eğitim uygulanan özel tip cezaevidir) kendisine ideal olarak Mamak gibi cezaevlerini almıştır. Ancak, sürekli terörle uygulanabilecek maddeleri içerir ve gerçekte maddelerin gereğinin yerine getirilmesinin bu tek amacı, tüzüğün amacıdır, özetle, biz açlık grevinin hedefi olarak, tüzüğün değişikliğini görüyoruz. Bir iki 'iyileştirme' ile ve hele bu 'iyileştirmeler' güvencesiz, yazısız-belgesiz oldukça, yetinemeyiz. Fakat tüzük değişikliğinin baştan sona uzun bir işlemler dizisi olduğunu da biliyoruz. Dileğimiz o ki, hiç olmazsa bu açlık grevi boyunca tüzük kamuoyunda sergilensin. Herkes, hapisanelerdekine nelerin, neden dolayı ve neye dayanarak yapıldığını anlasın. Bunun sonucunda biz bir değişikliği gerçekleştirecek yolu açamasak bile, hiç olmazsa değişmesi gerektiği hakkında bir izlenim bırakmış olalım.
Sizden dileğim Sevgili Ekmekçi, konuya ilgiyi çekerek bir şeyler yapmanızdır. Tüzük ve yönetmelikler, İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi ile öbür uluslararası anlaşmalarla kıyaslansın, ortaya demokrasimizin çok ilginç bir portresi çıkacaktır.
Hapishaneler için 'toplumun aynasıdır' derler, doğrudur. Ama bu ayna toplumdaki her şeyi büyüterek, kırarak ve en acı yanlan öne çıkararak gösterir. Bir bakıvermek iyi olmaz mı? Size, sağlık ve esenlikler dilerim...
Cezaevlerinde sürüp giden açlık grevleri, yetkilileri düşündürmeli, artık sorunlara çare aramaya götürmelidir. İnsanları içeriye doldurarak, asarak, sorunların hiçbirinin çözülemeyeceğini burada kaç kez vurguladım, içeride açlık grevleri sürerken, onlara "Aferin, açlık grevini sürdürün!" demek, onların açlık grevlerinden çıkarlar ummak yanlaştır. Açlık grevini desteklediğini söyleyen, bunu lafla yapmaz, oturur, kendisi de açlık grevi yapar....
Açlık grevleri olayını yazarken, Tevfik Fikret'in "Hân-ı Yağması, Türkçesiyle “Yağma Sofrası" geliverdi usuma. Tevfik Fikret'in ölümünün 62. yılıydı dün. TV'de, Tevfik Fikret'le ilgili bir izlenceyi boşuna bekledim. Tutucular, bu yılı "Akif Yılı" yaptılar ya, Tevfik Fikret'e yer verirler mi hiç? Araştırmacı Mehmet Bayrak, Atatürk'ün devrimleri yaparken, Tevfik Fikret'i örnek aldığını, "Tevfik Fikret ve Devrim" adlı yapıtında belirtir. Tevfik Fikret, Ceyhun Atuf Kansu'nun deyişiyle, "karabaskı yönetiminin özgür çocuğudur." Mehmet Bayrak, kitabını verirken, "Fikret’i doğru değerlendiren dost ve ağabey Ekmekçiye saygıyla" diye yazmış.
Fikret'in bu ölüm yıldönümünde, bu hafta "Yankı" dergisi ona, üç sayfa yer ayırmış, hoşuma gitti.
Mehmet Bayrak, yapıtında şöyle der, bir yerde:
"Fikret'in ölümü üzerinden üç yıl geçmiştir. Anafartalar'ın muzaffer kumandanı Mustafa Kemal, Aşiyan'ın dik yokuşunu tırmanmakta, yanında da Harbiye'den Manej Hocası Emin Bey bulunmaktadır. Koluna girdiği hocasına yüreğinin derinliklerinden gelen bir sesle Fikret'e olan sevgisini şöyle anlatır:
'Ben inkılap ruhunu ondan aldım. Ziyaret edeceğim yerlerin başında elbette ki Aşiyan gelir.’
Mustafa Kemal, hocasına bu yokuşta bir sır tevdi eder: 'Yakında Anadolu'ya gidiyorum, ne diyorsun?'
Hocası cevap verir:
'Ne duruyorsun?..'
Aşiyan'a çıkılır. Fikret’in temiz ruhu önünde saygı duruşunda bulunulur. Bu tarihsel ziyaret Aşiyan'ın anı defterinde şu cümle ile ölümsüzleştirir.
Tavaf-ı tahatturunda bulunmakla mübahı Pereştişkâran-ı Fikret (19 Ağustos 1918, Pazartesi) Mustafa Kemal, Süleyman Nazif, Faik Ali... Bu İfade ve yazı Süleyman Nazif’indir. Fakat Mustafa Kemal, bu yazının altına İmzasını atmakla Fikret'in pereştişkârı (taparcasına seven) olduğunu tarihe karşı ilan etmiştir..." (Mehmet Bayrak, 'Tevfik Fikret ve Devrim" Yorum Yayınlan, sayfa 89)
Fikret'in "Yağma Sofrası" nasıl da güncel, şiir Ceyhun Atuf Kansu'nun Türkçesiyle şöyle:
Bu sofracık, efendiler -ki bekler yutulmayı/ Önünüzde titriyor şu ulusun hayatıdır/ Ulusun ki şu acılı, ulusun ki eşiğinde
ölümün/Ama sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...
Yiyin efendiler, yiyin; bu doyumsuz sofra sizin. / Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir? / Efendiler pek açsınız, besbelli yüzünüzden /Şu doyumcul sofra, bakın gelişinizle övünçlü/Hakkıdır kutsal savaşınızın, o hak da elde bir!
Yiyin efendiler yiyin; bu içşenliği sofra sizin; /Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say;/Soy, sop, şeref, gösteriş, oyun, düğün, konak, saray /Tüm sizindir efendiler, konak, saray gelir, alay; /Tüm sizindir, tüm sizindir, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin; /Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğün sindirimi biraz ağır olsa da yok zarar; / Görkemli yüceliği öc alıcı sevinci var. /Bu sofra gönül almanızdan böyle ısınır ve ışıldar. /Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin; /Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket verir ne varsa malını /Varlığını, hayatını umudunu, hayalini. /Tüm olanca rahatını, olanca gönül balını/Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini.
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin; /Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak /Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak /Bugün ki mideler sağlam, bugün ki çorbalar sıcak./Atıştırın, tıkıştırın kapış kapış, çanak çanak.
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin; /Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
20 Ağustos 1987