Çelenk'le Erdost'un Emniyet Birinci Şubede ifadeleri alınırken, Ataç Sokaktaki "Abece" Dergisinde, polisler karakolu çoktan kurmuşlardı. Kapıyı kim çalarsa içeri alıyorlardı. Eğit-Der Genel Başkanı Ali Bozkurt, sabah erkenden "Abeceyi telefonla aramış 132 04 75'i çevirmişti; telefona çıkan Cahit Alıcı,
"Abi, burada misafirler var!" demişti. 132 04 75 nolu telefon bir ara karıştı; yine Cahit'in sesiydi, titrek bir ses,
"Abi, yanlış söyledim, burada kimse yok!" diye ekledi...
"Anladım, anladım!" dedi Ali Bozkurt, evde oturup beklemeye başladı.
Evden beni aradı,
"Abece bürosunda bir şeyler var galiba; sen gazetecisin, bir kurcalar mısın?" dedi.
Derginin Genel Yayın Yönetmeni Binali Seferoğlu, Hüseyingazi'deki evinden çıktığında kuşkuluydu; "Şimdi polisler Abece’de karakol kurmuşlardır" diye düşündü. Ataç Sokağa gelip, kapıyı çaldı; büronun önünde, özel arabalar vardı, ama arabalarda kimse yoktu. Kapıyı Cahit açtı,
"Abi, içeride polisler var!" dedi, kapadı. Binali Bey, izine geri döndü; bürodan uzaklaşıyordu ki, arkasından biri koşup, koluna yapıştı:
"Neden İçeri girmediniz?"
"İçeride polisler varmış, ondan!"
"Siz derginin sorumlularından mısınız?"
"Genel Yayın Yönetmeniyim..."
Birlikte içeri girdiler; içeride üç dört daha sivil polis vardı. Sivil polislere çay yapmışlardı. Binali'yi geri getiren sivil polis, ona:
"Neden içeri girmediniz" diye yeniden sordu; "biz o kadar korkunç muyuz?"
"Onu siz kendiniz düşünün!"
"Biz de halkın çocuğuyuz!"
Biri o sırada, "Cumhuriyet" gazetesinde, öğrencinin polisçe sürüklenişini gösteren resmi gösterdi:
"Bunu biz yapmıyoruz!" dedi. Öğrenciyi sürükleyenlere, ağır söz söyledi. "Gazeteler de abartıyorlar!" diye ekledi. O sırada, Cumhuriyetten Faruk Bildiriciyle,[1] foto muhabiri Rıza Ezer içeri girdiler. Yeni girenleri görünce görevlilerin gözleri parladı.
"Siz kimsiniz, buradan mısınız?"
Hayır, biz Cumhuriyet gazetesinden geliyoruz!"
Müthiş bozulmuşlar mıydı? Biri "Niye geldiniz? Ne var?" diye
sordu.
Burada karakol kurmuşsunuz, arama yapıyormuşsunuz! Onun için geldik, izleyeceğiz!..."
Yok canım, öyle bir şey yok! Görmüyor musunuz, biz buradayız."
"Yok, biz de başka bir şey için gelmedik, şöyle izleyelim,
dedik."
Bu sırada, yeni gazeteciler, gelince konuşmalar da kesilmişti. Biraz sonra,. Cumhuriyetçilere,
"Siz dışarı çıkın, biz arama yapacağız! "dedi biri. Faruk Bildirici,
"Niye dışarı çıkacakmışız?"
"Lütfen!"
Bu sırada arama tutanağı düzenlendi. Büroda bulunan, toplatılmış "Abece" Dergileri alındı. 19 tane dergi vardı. Onları aldılar.
"Görüyorsunuz, herhangi bir tahribat yapmadık!" diyorlardı. Binali Seferoğlu’nu arabaya koyup, Emniyet Sarayına götürdüler. Giderken, Binali,
"Evime bir haber verseydim!" diyordu.
"Hiç gerek yok; kesinlikle söz veriyoruz, seni iki saat sonra bırakacağız..."
Binali dikkat etti; daha önceleri götürürken, iki kişinin arasına alırlardı, bu kez almadılar. Binali senatör gibi, cama yakın oturdu...
Beş dakika bekledikten sonra, masasında, "İbrahim Dedeoğlu" yazısı bulunan bir odaya aldılar. Yan odadan daktilo tıkırtıları geliyordu. Binali usundan, "Halit Beyle Muzaffer Beyin ifadeleri alınıyor" diye geçirdi. Binali'ye bisküvi verdiler. Orada çok bisküvi vardı...
"Teşekkür ederim, yemem!" dedi. Acaba bisküviye de mi bir şeyler katmışlardı? Bu, ne korkunç şeydi? Yani, korku... Sorular başladı:
"Neden Halit Çelenk'e yazı yazmasını söyledin? Erdost'tan neden yazı istedin?"
"Biz demokrat insanlarız, demokrasiden yanayız. Barışı savunuyoruz. Öğretmeniz. Onun için de bizim için en güzel şey, ülkemizde barışın, demokrasinin filiz vermesidir. Halit Çelenk, Yalnız Türkiye'de değil, dünyada tanınmış bir savunmandır. Hukukçudur. Onu, ondan daha iyi bilecek kişi azdır. Onun için ondan istedik. Erdost da Türkiye'de yazar olarak yayıncı olarak aydın bir kişi olarak isim yapmıştır. Bu konuyu en iyi bilenlerdendir. Ona da 'Barış ve Demokrasi' yazısını yazmasını söyledik."
"Ama Muzaffer Erdost diyor ki 'Binali Seferoğlu (Barış ve Demokrasi)' dedi, ama ben 'Demokrasi ve Demokrasi' diye yazdım, öyle diyor, ne diyorsun?"
"Doğrudur," dedi Binali Seferoğlu, bu yazarın özgürlüğüdür. Hem bunları neden bana soruyorsunuz ki? Yazarları belli, ortada..."
"Yok, öğrenmek istemiştik." (Çok meraklıydılar!) Baskıya bakın...
6 Kasım 1988