İdam Mahkumunun Mektubu

İdam hükümlüsü Abdülkadir Konuk’un "Gün Dirildi" adlı romanı yakında basılacaktı. Konuk, romanının girişine de şu şiirini koymuştu:

Yeni umutları ektim bahçeme/

Kanla gözyaşıyla sulandı tohum /

Güne ferman çıkarıldı. Ölsün diye/

Umulmadık bir günde/

Gün dirildi çocuğum.

Abdülkadir Konuk, üç çocuk babasıydı. Yaşı kırkı aşmıştı. Tariş olaylarından yargılanmış, 12 Eylül sıcağında ölüm cezasına çarptırılmıştı.. Uzun süredir Burdur Cezaevinde hücredeydi. Cezaevi müdürünün sağ eğilimli olduğu söyleniyordu, idam hükümlüleri, bir bakıma burada işkence altında yaşamaya başlamışlardı. Abdülkadir Konuk, çocukluğunda geceyi, yıldızları çok severdi. Oysa beş yıldan beri gökyüzünü, yıldızlı bir geceyi görememişti. Gündüz havalandırmaya çıkarılıyorlar, mavi gökyüzünü görüyorlardı, ama ya geceler, ya yıldızlar! Çocukluğundaysa, yıldızları sayar, düşen yıldızlan seyrederdi.

Abdülkadir Konuk sayrıydı. Yüreği tekliyordu. Diyet yapması gerekiyordu. Müdürlüğe başvurup bir elektrik ocağı verilmesini istedi. Kabul edilmedi. Abdülkadir Konuk da. taaa Ankaralara, Cezaevleri Genel Müdürüne başvurdu. Şimdi özetle yayımlayacağım mektup, o mektuptur:

Cezaevleri Genel Müdürüne açık mektup:

Sayın A. Kadir Genelioğlu,

Önce; tutuklu ve hükümlülerin yılda sadece birkaç kez yakınlarını kucaklayabildikleri açık görüş günlerini azalttınız. 'Çok' dediniz, eski görüş günleri için. Söyler misiniz neye göre çok? Çokluğun, normalin kıstası ne sizce? Keyfilik mi? Açık görüşlerin, bu görüşlerde insanların kucaklaşmalarının, özlem gidermelerinin, iktidar politikanıza ne gibi bir zarar getirdiğini açıklar mısınız?

Yoksa insanlar birkaç kez kucaklaşıp özlem giderince, enflasyon mu yükseliyor, işsizlik mi artıyor, ülke uçuruma mı sürükleniyor, dilinizden düşürmediğiniz 'kardeşlik' mi bozuluyor? Ne oluyor da bu görüşleri engelliyorsunuz? İnsanların birkaç dakika görüşmeleri, belki de size ıstırap veriyor. Onların mutlu oluşları sizi üzüyor belki de, kim bilir?

Sayın Genelioğlu; bizlerin yıllardır hücrelerde kaldığımızı çok iyi biliyorsunuz, içimizden bazıları yedi yıldır hücrede. En az kalanımız ise, bu yıl dördüncü yılını dolduruyor.

İdam hükümlüsünün hücrelerde tutulmasını zorunlu kılan bir tek yasa hükmü gösterebilir misiniz?

Hücre koşulları nedeniyle, birçoğumuz çeşitli hastalıklara yaklandık. Zaman zaman bunları duyurduk birçok yere. Bu isteğimize 1985 yılında verilen yanıtlar, bugüne kadar gerçekleşmedi. Aldığımız yanıt neydi dersiniz?

'Sağlık nedeniyle koğuş talepleri, yerinde bulunmamıştır.'

Sağlık hücrelerden alınıp koğuşa verilmek için, yeterli neden sayılmıyorsa, gerekli olan nedir? Açıklar mısınız?

Yine sağlık nedeniyle, 5.5. 1987 tarihinde idareye verdiğim, 6.5.1987 gün ve 1655 sayı ile makamınıza yolladığım dilekçeme, 7.7.1987 tarihinde verilen yanıt ise oldukça ilginçti. Yanıt sizin imzanızı taşıyordu.

Diyorsunuz ki; 'Kapalı cezaevinde hükümlü bulunan A. Kadir Konuk hakkında, Burdur Devlet Hastanesince verilen raporlarda gerekli tetkik ve tedavisinin yapılmakta olduğu bildirildiğinden, adı geçenin diyet uygulayabilmesi için istemiş olduğu elektrik ocağının verilmesine imkân bulunmadığının 5.5.1987 tarihli dilekçesine cevaben tebliği rica olunur.’

Bu yanıt, dilekçenin verilişinden iki ay iki gün sonra verilmiştir. Şimdi de ben yanıtlıyorum.
Birincisi: Ben Burdur Devlet Hastanesine hiç götürülmedim. İdamlık oluşumuz bahane edilerek, hastaneye götürülmüyoruz. Biliyorsunuz.

İkincisi: Şiddetli ağrılar sonucu muayene olmak istediğimi bildirmedikçe, hiçbir doktor tarafından kontrol edilmedim. Ağrılar yoğunlaşınca idareye haber veriliyor ve ancak bir veya birkaç gün sonra muayene olabiliyoruz. Bir kalp hastası için bu acillik yeterli mi sizce.

Üçüncüsü: Doktorların size yollanan raporlarda açık açık ne yazdıklarını bilmiyoruz. Devlet sırrı gibi saklanıyor. Doktorlar muayane için cezaevine geldiklerinde, polikliniğe yetişmek için aceleyle muayene ediyorlar. Önceki ilacın etkili olmadığını söylediğimde 'Bir de şunu deneyelim' diyerek ilaç veriyorlar. Ben bir kobay değilim. Bu nedenle de verilen ilaçları güvenle kullanamıyorum.

Dördüncüsü: Anjina Pektoris, ya da son teşhis olarak gösterilen kroner yetmezliğinin, günümüzde tam teşhisi için geliştirilmiş metotlar vardır. Stateskop ve EKG yeterli sonucu vermemektedir. Bu durumu, Sayın Başbakanın Houston gezisinde, tüm kamuoyu öğrenmiş bulunuyor.

Adını ettiğiniz doktorlara, Anjiografi çektirmek istediğimi belirttiğimde 'sen anjiografiyi ne biliyorsun?’ diye azarlandım. Bilgi kimsenin tekelinde değildir sanıyordum. Yanılmışım. Ve yine sizin güvenle sözünü ettiğiniz doktorlardan biri, 'Ne diyorsun kardeşim, seni Houston'a mı yollayalım?' demek gafletinde bulunarak, mesleğinin ne kadar erbabı olduğunu kanıtladı.

Muayeneler sırasında 'Kriz de gelebilir, ölebilirsiniz de. Benim babam da da aynı şey var. Takdiri İlahi' gibi sözleri sıralayan doktorlara güvenebilir misiniz?

Ben Houston'a gitmek istemiyorum. Ülkemde gerçekten mesleğine bağlı, ettiği yemini vizite ücretine değiştirmeyen, inançlı doktorların varolduğunu biliyorum, onlara saygı duyuyorum. Ve ülkemde, anjiografi çekebilecek, damar amaliyatı yapabilecek, kalbi dantel gibi işleyebilecek uzmanların, olanakları olduğunu da biliyorum. idamlık da olsam bunlardan yararlanmak istiyorum.

Elektrik ocağını diyet için zorunlu görüyorum. 325 liralık istihkak ve cezaevi karavanasının kalp hastasına neler sağlayacağı açıktır. Aynca, hiçbir doktor cezaevi yemeklerinde kullanılan yağı hastanede önermez. Çünkü bunlar zift gibi değdikleri yere yapışan yağlardır.

‘İmkân yok' diyorsunuz. Bir sağcı, cezaevi ağası için de aynı şeyi söyleyebilir misiniz? Söyleyin, ben de örneklerini sıralayayım size.

Sizce, insan varlığının öneminin ölçüsü nedir? Adı geçen doktorların tedavisi etkili olsaydı, 1985 yılından beri ağrıların azalması gerekirdi. Oysa her geçen gün biraz daha rahatsız edici oluyor. Tedavi bu mu? Şimdi sizden hiçbir şey istemiyorum.

Her hastalığımıza 'psikolojik, reaksiyonel' teşhisini yapıştıran, önyargılı doktorlara da, en az onlar kadar ve hatta onlardan daha fazla ruh sağlığı içinde olduğumuzu açıklıyoruz. Ve onları da istemiyoruz.

Yıllardır cezaevlerinde bakımsızlıktan, ilgisizlikten, tedavi edilmemekten ölen tutukluların sorumlusu sizlersiniz.

Bir devletin başkanı siyasi idamlıkları için 'Onları asmayıp da besleyecek miyiz?' dedikten sonra, alttakilerin sessiz, sinsi bir yok etme politikası uygulamaları gayet doğal bir olaydır. Beslememek için yok etmek gerek.

Ama tarih Barbie'lerin yargılandığını da kanıtlamıştır.

Dilekçeme verdiğiniz yanıtı kamuoyu önünde protesto ediyorum. Tüm onurlu doktorları, insan yaşamına önem veren herkesi bu tür uygulamaları protesto etmeye davet ediyorum. Abdülkadir Konuk, Kapalı Cezaevi, Birinci Müşahede, Burdur.

21 Temmuz 1987