İlk Bayan Hekimin Yaşamöyküsü...

İlk bayan sağınlarımızdan (hekimlerimizden) Prof. Dr. Hatice Kâmile Ş. Mutlu, 1920'lerin daha ilk yansında başlarından "türbanı" nasıl attıklarını şöyle anlatıyor.

İlk kez 1922'de Tıp Fakültesine on kız öğrenci girmiştik. Kızlarımız bu yolda çetin savaşlar vermişlerdi. Gruplar halinde üniversite rektörüne (o zamanki deyişle Darülfünun Eminine), tıp fakültesi hocalarına ve basın ilgililerine bıkmadan, usanmadan ardı arkası kesilmeyen başvurmalarıyla önce onların konuya eğilmelerini sağladılar. Üniversite Rektörü Prof. Dr. Besim Ömer Paşa bunlara en aktif yardımlarda bulundu.

Fizik, kimya ve biyoloji gibi tıp öncesi dersleri normal geçti. Onu izleyen temel tıp derslerinde ise durum kritikti. Anatomide kızların ürkmeden, tiksinmeden kadavralarda disseksiyonu (kılı kırk yarmayı) başarabileceklerinden kimi erkek öğrenciler kendi aralarında hafiften şakalar yapmaya başlamışlardı. Oysa kız öğrencilerin Atatürk devrimlerine inançtan doğma kararlı davranışları herkesi kısa bir sürede hizaya getirdi.

İlk kız öğrencilerin giysileri de ilginçtir. Zamanın gerektirdiği gibi örtülü olmak zorunluluğundaydılar. Fakülte içinde de, teorik ders amfilerinde, laboratuvarlarda, anatomi disseksiyon ve patoloji seksiyon (bölüm) salonlarındada kimi çarşaflı, kimi sıkmabaşlı ya da 'türbanlı' denilen sokak giysileriyle çalıştılar... Türbanın, batı dillerinde anlamı sarıktır. Türk kadınları çarşafı bırakıp batılı kadınlar gibi şapka kullanmaya başlamadan önce, türbanlı ya da sıkmabaşlı denilen bir ara dönem geçirmişlerdir. ince kumaştan başörtüsüyle başlarını sararak örterlerdi. Türbanın altından alın ve yanaklar üzerine çekilmiş birer saç buklesi de yüzlerini süslerdi.

İlk sömestrlerdeki öğretim esnasında kıyafetin fazla bir mahzuru olmayabilir. Fakat klinikte tatbikatın yapıldığı derslerde, kızların manto veya çarşafla hastalarla temas etmeleri ve mesela hastanın göğsüne çarşaflı başını koyup oscultasyon yapmaları (dinlemeler) neticesiz olduğu kadar hijyene (sağlığa) da aykırı olacaktı. Bereket versin ki, memlekette inkılap her hadisede olgunlaşma istikametini tutmuştu. Bir gün kimya laboratuvarında pratik çalışmalarda bulunurken kız talebelerden biri, başındaki türban şeklindeki örtüyü çıkarıp attı ve sıkıntılı bu çalışma vaziyetinden kendini kurtardı. Kısa bir zamanda arkadaşları da onu takip edivermişlerdi. Artık fakülte dahilinde açık başla dolaşılıyordu. Sokakta ise sivil erkek talebe kasketlerinin, kadın başına girecek tarzda modifiye edilmiş kasketleri taşınıyordu. 1926'da memlekette umumi olarak kendini gösteren uyanıklık neticesi, kadınlar çarşaflı, yahut tessettür (örtünme) maksadıyla manto giymeyi terk etmeye ve garp kadınları gibi şapka ile dolaşmaya başladıklarından bu mesele kökünden hallolunmuştu.

İlk bayan sağın (hekim) Hatice Kâmile Ş. Mutlu’nun açıklamalarını olduğu gibi aktardım. Kâmile Mutlular, bu savaşımı verdikleri yıllarda, şimdi türbana oy kaygısıyla arka çıkan Hacı Turgut Bey, dünyada yoktu; ben de yoktum!

Prof. Dr. Kâmile Şevki Mutlu 1906 yılında doğdu, 1987 yılında öldü. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinden Dr. Mehmet Cemil Uğurlu, yakından tanıdığı Kâmile Şevki Mutlu’nun yaşamöyküsüyle, çalışmalarını, Ankara Tıp Bülteninin 4. sayısında yayımladı. Prof. Dr. Kâmile Şevki Mutlu, bugün tıp fakültelerinde öğretim üyeliği yapan pek çok profesörün öğretmenliğini yaptı, onları yetiştirdi. Dr. Mehmet Cemil Uğurlu, Kâmile Mutlu’yu şöyle anlatıyor.

"Dr. Kâmile Şevki, 1930 yılında İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesinden diplomasını alır ve aynı yıl, aynı fakültede, Prof. l)r. Hamdi Suat Aknar'ın yönetiminde patoloji asistanlığına atanır. Bu olay onun yaşamında yeni bir dönemin başlangıcıdır. Hekim Hatice Kâmile Şevki, Prof. Dr. Hamdi Suat'ın saygın kişiliğinde örnek bir tıp bilginini, Hamdi Suat da genç hekim Kâmile Şevki'nin seçkin kişiliğinde bir bilim yeteneğini bulmuştur. İkisi arasındaki bilimsel işbirliği bir uygarlık örneğidir..."

Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ilk kez, 1930'da bayan sağınlara (hekimlere) görev verir. Bu görevler başta başkent Ankara olmak üzere, çoğu illerimizde hemen o yıllarda açılmış doğum ve çocuk bakımevlerinde asistanlıktır. Bundan sonra öbür uzmanlık dallarına da atamalar yapılmaya başlanır. Türkiye'de sağınlık (hekimlik) yaşamına atılan bayanlar, başlangıç dönemlerinde bile halkça yadırganmaz. Özellikle doğum ve kadın hastalıklan uzmanları aranır. Sayrılıkbilimci (patolog) Kâmile Şevkinin Ankara'da görev alışıyla ilgili olarak, Prof. Dr. Meral Tekelioğlu şunları anlatır:

"Dr. Kâmile Şevki, Türkiye'nin ilk kadın patoloji uzmanı olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde herhalde hakkıyla elde edebileceği akademik unvanını rahatça arkasında bırakarak genç Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'dan gelen çağrıya uyup Numune Hastanesi'ne patoloji uzmanı olarak atandı. Asistanı yoktu; bir laborantı, bir de otopsi salonu hademesiyle yeni bir patoloji laboratuvarını kurdu..."

Ankara'da sayrıevinin (hastanenin) otopsi salonu en alt katta, toprak düzeyinden de derin olduğundan, ölenlerin yakınlan otopsi yapılırken pencereden izliyorlar. O yıllarda nüfusu pek az olan Ankara'da Kâmile Şevki Mutlunun çalışmalan halk arasında çabucak yayılıverir. Çarşıdan geçerken, "Bu doktor hanım ölüleri kesiyor" diye gösterdiklerini üzülerek görür bir gün. Bunun üzerine yayımladığı bir kitapta, otopsi salonlarının nerede düzenlenmesi gerektiğini anlatır. Otopsi salonunun camlarını içeriden boyatır, buna benzer birçok küçük, ama etkisi büyük aksaklıklan yenmek için sabırla uğraşır. Dr. Kâmile Şevkinin saygın kişiliği Ilhan Selçuk'un belgesel yapıtı "Yüzbaşı Selahattin'in Romanı'nda da geçer. Olay, Yüzbaşı Selahattin'in eşinin sayrılığı (hastalığı) ile ilgili olarak Numune Hastanesinde yaşanmıştır. Dr. Kâmile Şevki, romanda geçen olayı. Dr. Mehmet Cemil Uğurluya doğrulamıştır.

İlk bayan sağın (hekim) Kâmile Şevki Mutlu, tıpta ilk bayan profesördür de. Ankara Tıp Fakültesinin kuruluşunda büyük emeği vardır. 1945'te Cumhurbaşkanı ismet İnönü, Prof. Kâmile Şevki Mutlunun ilk dersini dinledikten sonra onur defterine şunlan yazar:

Ankara Tıp Fakültesinin ilk dersini dinlemekle bahtiyar oldum. Bugünü hayatımın kıymetli bir hatırası sayacağım. 19.10.1945".

Prof. Kâmile Şevki Mutlunun genç sağınlara (hekimlere) unutulmaz öğütleri vardır. 12 Kasım 1978’de Mehmet Cemil Uğurluya el yazısıyla şöyle bir yazı verir:

'Tıp fakültesini bitiren kişi hekim olmuş değildir. Diplomasını aldıktan sonra da ömür boyu hekimliğin sorumluluğunu kendisine sindirebildiği oranda hekim olmaya adaydır. 12 Kasım 1978.

Dr. Mehmet Cemil Uğurlu, Kâmile Şevki Mutlu için emek verdiği çalışmasının bir yerinde de, onun öz Türkçeye tutkunluğuna değinir:

O dil devrimimizin savunucularından biri olmuştur. Onun Türkçeye olan saygısını ve sevgisini kimi olaylar daha da pekiştirmiştir. Tıp öğreniminin ilk yıllarında hem Arapça, Farsça terimlerle karşılaşmış olmaktan düştüğü bunalımı, hatta bu nedenle o denli sevdiği tıp öğreniminden vazgeçmeyi bile düşündüğünü bir anısında söyleyerek yazısını şöyle bitirir:

'Siz genç kuşaklarımız; bizim boşuna harcadığımız o en kıymetli zamanı, öz Türkçeniz eşliğinde hayatınız boyunca ve dünyanın her köşesinde size ışık tutacak batı dillerini öğrenerek değerlendirebiliyorsanız ne mutlu sizlere.

Hacı Turgut Bey, Çankaya Köşkünden çok bozuk çıktı. Gazetecilerle konuşmadı. Gece Hiltonda, İTÜ Mühendisler Gecesinde

de gazeteciler dışarı çıkarıldı. Bu denli bozulacak ne vardı? "Türban" olayı vardı.

Çankaya, türban olayının arkasında, ideolojik, "bağnaz" bazı iletilerin verilmeye çalışıldığında kuşkuluydu. Olay, komşu ülke İran'la bağlantılıydı. "Türban" konusunun arkasında çember sakallı adamlar görülmemiş mi? işi tırmandırıyorlardı. Bir de Anayasa Mahkemesi kararına karşı çıkılıyordu adı verilmeden. Anayasal kurumlara, Yüksek Seçim Kuruluyla birlikte Anayasa Mahkemesine de karşı çıkıyordu Hacı Turgut Bey. Basma yansıdığınca Köşk, direksiyonu eline almış mı görünüyordu? Gözleyelim bakalım.