"Garaj bölümünde nasıl sporlar(!) yaptırıyorlardı?"
"İşte çök, kalk, yerinde say, koş vs gibi."
"Yalnız siz mi, başkalan da var mı?"
"Başkaları da vardı, ondan fazla insan vardı sanıyorum."
"Eşiniz içinde mi bunların?"
"Eşim de vardı, tabii..."
"Onu da koşturuyorlar""
"Tabii, tabii. Kadın ve erkek!"
"Gözler bağlı mı?"
"Tabii, sıkı bir şekilde bağlı!"
"Neyle bağlıyorlar?"
"Bez parçalarıyla. Yani kaşkol gibi, yırtılmış edilmiş bez parçalarıyla. Sıkıca bağlandığı için tabii dışarıyı görme olanağı yok. Bazen, takattan düşüp hareket yapamayacak hale gelince,' dinlenme olanağı veriyorlar, bir iki dakika. Ondan sonra tekrar. Yalnız özellikle dikkat edilen şey, uyutmuyorlar, sürekli gürültü yapılıyor. Örneğin, elinde bir sopayla yere vurmak gibi. Uyumayacaksın biçiminde uyarılar.. Teneke, bidon gibi, kaloriferlere vurarak, demir kapı zaten. Fiili uyanlarla uyutmamaya çalışıyorlar. Ve uyutmadılar üç gün süreyle.
"Fiili uyarılar dediğiniz ne? Dayak mı?"
"Tabii, tekme, tokat, sopayla dürtmeler, benzeri şeyler. Zaten ayakta tutulan insanlardan bir kısmı alınıp götürülüyor ve sorgu yapılıyor. Sonra da şiddetli bağırtı sesleri geliyor. Biz gittiğimiz zaman kendimiz anlıyoruz da onların neye maruz kaldığını göremiyoruz tabii, ama şiddetli bağırma sesleri geliyor. Bu arada, 24 saatlik süre içinde bir çeyrek ekmek verdiler , yavan. Başka bir şey verilmedi.
"Su filan içiyorsunuzdur..."
"Tuvalete gittiğimizde, tuvaletin, lavabonun musluğundan su içiliyor. Onun dışında yok. "
"Kaç gün kaldınız içeride?"
"13.5 gün kaldım. Benim gözlediğim şu oldu: Kırka yakın insanın orada olduklarını duydum. 24 tanesiyle duruşmaya çıktım. Hiçbiri, kendisine işkence yapılmadığını söylemedi. Sadece, bir stajyer avukat (savunman) arkadaşımız kendisine fiili işkence yapılmadığını söyledi, ama manevi işkencenin fiili işkenceden daha az etki bırakmadığını söyledi. Savcılığa ne dediğini bilmiyorum.
"Size böyle eziyet edenleri görseniz tanır mısınız?"
"Tabii...."
"Sokakta görseniz?"
"Orada pek çok insan görüyoruz, ama gözlerimiz kapalı olduğu için hangisi yapıyor bilemem. Seslerini tanırım. Fakat yüzlerini gördüğüm zaman tanımayabilirim. Çünkü, gözlerimiz kapalı orada. Ancak, eziyet esnasında göz bağımız sıyrıldığı zaman, bazen karşıma gelen insanlan tanırım tabii. Şunu söylemek istiyorum: Bir askı yapmak, elektrik vermek, üzerine basınçlı su sıkmak bunlar, ağır öbür yarıda öyle şey var ki ondan daha az ağır işkence değil. Ben bu 13 gün süreyle, beton bir hücrede tutuldum, beton! 1 metreye iki metre hücrede."
"Yatacak bir şey?"
Tabii, yatacak hiçbir şey yok. Üzerimdeki giysi var.Isı eksi 10, eksi, 13, eksi 8 derece."
"Kalorifer?"
Kalorifer yok. Olsa bile kalorifer kendini ısıtmaktan aciz. Soğuk üstadım, uyuyamıyorsunuz. Sabaha kadar hücremin içerisinde ben de tepindim tam anlamıyla."
"Tepiniyorsunuz?"
"Tabii hücrenin içerisine bir su kutusu bulup su alıyorum, su kutusundaki suyu içemiyorum soğukluğundan. Donma noktasına geliyor su."
"Askı nasıl oluyor?"
Bir T harfini düşünün. Isa gibi; T'nin üst kısmına kollar sağlı sollu sarılıyor, iple bağlanıyor. Kollarla tahtanın üzerine kaba bir şey sarılıyor. Benim kazağımı, pardösümü filan sardılar, örneğin. Ondan sonra iple sıkı bir biçimde bağlıyorlar ve tabii, onlan bağlarken, ayağınızın altında masa var; masanın üzerindeyiz biz. Masa çekiliyor, boşluğa düşüyoruz. Bütün yük, kol üzerine kalıyor."
"Giyinik misiniz?"
"Hayır çıplağız?"
"Anadan doğma?"
"Evet, bana askıda İşkence yapılırken, gözaltında bulunan eşimi de getirdiler, işkencemi o da gördü!"
"Ne kadar kalıyorsunuz askıda?"
Tahmin etmek mümkün değil, bilemiyorum."
"Bayılıyor musunuz?"
Hayır, bayılmıyorum ama, o verdiği acıyla zamanı ölçmek mümkün değil. Çok şiddetli bir acı. Bu, beş dakika olabilir, on dakika, on beş dakika olabilir. Beş dakikalık bir acıya bile dayanmak güç..."’
Sizden alınan kitaplarınızı alabildiniz mi?”
"Aldıklarını bir çuvala doldurdular. Kitap, dergi, kaset vardı. Mozart'ın kasetleri var, Volüm 1, yine Mozart'ın 40 ve 41. senfonileri var, Beethoven'inkiler var. Israrla söyledim. Bunlar müzik, kasetleri! diye.
'Olsun efendim, biz onları alıp götüreceğiz, inceleyeceğiz' dediler. Mozart'ların bazılan geri gelmedi, kayboldu. Elli dolayında kitap alındı. Benim İngilizce öğrenmek için kasetlerim vardı. Hiç bilmeyenlerden, yetişkinlere kadar olanlar, onlar da alındı ve çoğu kayboldu.Tekrar verilenler arasında çıkmadı. Bana şubede en çok zorladıkları konu!"
"Niye bu kadar çok kitap alıyorsun mu? oldu."
"Ben, bu devletin, insanların kitap okumasını teşvik etmesi gerektiğini düşünürdüm. Haftada 2-3 dergi alırım. İki üç de aylık dergi, her ay üç dört kitap alırım. Tabii, bunlar birike birike yüzlerce kitap dergi oldu. Bunlar çok rahatsız etti insanları! 'Bu kadar çok kitaba, dergiye neden bu kadar çok para veriyorsun?' En çok sorduk- lan sorulardandı. Niye bu kadar okuyorsun? Bir faydası mı var? Niye ev almıyorsun, araba almıyorsun da kitaba para veriyorsun? Alınan kitaplar da ilginç. Abdullah Baştürk'ün Savunması. Bizim yüzümüzden Abdullah Baştürk ne kadar küfür yedi. Felsefenin Temel İlkeleri, TCK'nin 141. madde uygulaması Bülent Tanör'ün incelemesi Yer yüzü Aşkın İzi Oluncaya Dek şiir kitabı, Haşan Cemal'in Tank Sesiyle Uyanmak, Emil Zola'nın Dreyfüs Olayı, Barbaros Baykara’nın Dersim 1939 Olayı, Marks Engels klasikleri, daha başka akla gelmeyecek şeyler; örneğin, Felsefenin Temel İlkeleri emniyette bırakıldı savcılığa verilmek üzere. Şu anda alınanlan anımsayamıyorum, kitap okumanın, özellikle 141-142'nin kaldırılmaya çalışıldığı bir dönemde, bir suç olması ve bunun için insana baskı yapılması, tabii ki kabul edilemez bir durum..."
14 Ocak 1990