Orman yangınlarıyla ilgili en güzel röportajlardan birini, 1950'lerin başlarında Yaşar Kemal yapmış. Bu olanağı da ona, Antalya'da ormancı Lütfü Büyükyıldırım sağlamış. Lütfü Büyükyıldırım, çoktan öldü, 1960'larda yine Antalya’da, bana orman ağaçlamasını gösterirken, şöyle demişti:
"Yaşar Kemal, büyük bir yazar olacağını o orman yangını röportajında gösterdi. Ben olmasam, belki bugünkü Yaşar Kemal olmazdı!"
Yaşar Kemal'e sordum, şöyle dedi:
"Doğrudur. Lütfü Beyi tanırım. Çok değerli bir adamdı. Bana orman yangınlarını izleme olanağı sağladı. Bir hafta yangını izledim. Ekmeğimi, suyumu getiriyorlardı. Yangında o hayvanları bir görecektin Ekmekçi; yılanlar ok gibi fırlıyor havaya. O kurtlar, çakallar, sincaplar, kuşlar, can havliyle nasıl atıyorlar kendilerini ormandan dışarı..."
Keklikler, havada alevler içinde pişip yere düşüyorlardır kim bilir?
Marmaris’te havadan yangın yerlerini gördüm, kel tepeleri. Kulamda bir benzetme de kurdum: Marmaris, Datça koylarıyla, deniziyle güzel mi güzel bir kadın; süse püse de pek gereği yok. Ama güzelim kızıl suçlan, kökünden yok olmuş, yanmış, kavrulmuş. Marmaris yöresinde kızılçam ormanlan var. Ama ormanların çoğunun yerlerinde külrengi bir tabaka kalmış şimdi. Kızılçam ormanının yerinde yeller esiyor. İçim kararıverdi...
Kızılçam, yangına en duyarlı ağaç türlerinden biri. Yangınların çıkış nedenlerini araştırıyorum. öğrendiğim kadarıyla, bunlardan biri, hatta birincisi ihmal. Yurttaş, ormanın bir sigarayla, bir kıvılcımla yanabileceğim düşünebilecek düzeyde değil. Bir de ona, kendinin değil de devletin ormanı gözüyle bakıyor. Devlet de yurttaşa öyle bakmıyor mu sanki? Devlet, insanlar için değil de, insanlar devlet için düşüncesi...
Orman yangınlarında bir de "kasıt" öğesini düşünürler ilgililer. Kimi yerde tarla, zeytinlik açmak için ormanı yakanlar da oluyor. Ama daha çok, dikkatsizlik, ihmal başta geliyor yangınlarda. Koylardaki yatların da orman yangınları çıkardıklarını burada öğrendim.
Kurban Bayramının birinci günü, Marmaris'te çıkan orman yangını yatçıların işi. Yatçılar, sessiz sakin koyları yeğliyorlar, insanın olmadığı, gürültüsüz yerler. Bunlar oltayla balık da avlıyorlar. Yiyecekleri de yatta. Koya yaklaştıkça karaya çıkıyorlar. Piknik ocakları, tabak, çatala dek her şeyleri var. Piknik ocaklarıyla yemek pişirmek istiyorlar. Pişiriyorlar da. Bunların çoğu Avrupalı. Avrupa ormanları nemli, oralarda böyle yangın tehlikesi pek olmuyor. Onlar, piknik ocaklarını yakarlarken, ormancıların "ibre" dedikleri kum çam yapraklan tutuşmaya hazır bekliyorlar. Tutuşuyorlar da. İbreler tutuşunca, bir de rüzgâr varsa, yatçılar da söndürme tekniğini bilmiyorlarsa, orman yanmaya başlıyor mu? Marmaris'te, Sivri Dikme kulesinin ilerisindeki koyda çıkan orman yangını aynen böyle olmuş. Piknik ocağını, tabaklan olduğu gibi bırakıp kaçmış yatçılar. Ocak, belli yabancı tipten. Üzerinde de Almanca yazılar var. Üstelik yattan getirilmiş oturakları da var, onları da olduğu gibi bırakmışlar...
Yangın o gün söndürülmüş. Ama epeyce ağaç da yanmış.
Ormancılar, hemen yangın yerlerini ağaçlama işine koşarlar, ama yüzyıllardır yanan orman yerlerini ne yapacaksınız? Toprak yok, kayaya gelmiş dayanmış. Tepeden bakınca, insanın morali bozuluyor...
Muğla Orman Bölge Müdürlüğüne bu yıl Fransız malı 14 kişilik bir helikopter verilmiş. Bu helikopter, buradaki orman yangınlarıyla savaşımda çok yararlı oluyormuş. Her çeşit arazi koşullarında, yangınla savaşım veren ilk müdahale ekiplerinin en hassas noktalara indirilmesini sağlıyor bu helikopterler. Bu helikopterlerden Antalya'da, İzmir’de, Çanakkale'de de birer tane var. Ancak, Muğla'daki helikopter ekibiyle birlikte, on dört kişi oluyor. Marmaris'te, helikopterle çalışma, yangın söndürme filme alındı; yakında basma, kamuoyuna gösterilecek. Ancak anladığım kadarıyla Muğla için tek helikopter yeterli değil. Böyle, en az beş tane gerekli...
Bu yörede arazi koşullan, çok kırık bir yapı; topografik yapı çok engebeli. Yangının çıkış anında, buralara ulaşmak çok güç, Tepelerde gördüm, yangın gözetleme kuleleri var. Bu kulelerdeki görevliler, duman gördükleri anda durumu yetkililere bildiriyorlar, tabii helikoptere de. Helikopter, işçileri alıp havalanıyor. En kısa sürede, yangın nasıl söndürülecekse, o noktayı saptayıp, yere bir metre yaklaşıp işçileri indiriyor. Yangın, zaten çok ufacık bir alanda olduğu için, hemen el koyup, o yangını rahatlıkla söndürebiliyor. Bana anlatıldı ki, orman yangınlarında en önemli nokta bu. Yangın büyüdükten sonra bunu yapamazsınız. Çıkış anında, duman daha görülür görülmez, helikopterlerle işçiyi olay yerine indirdiniz mi sorun bitmiştir. Yangın söndürmede başan, olayı anında haber alma, anında el koyabilmede.[1]
9 Ağustos 1988
[1] 1994 yazında Gelibolu’da çok büyük bir yangınla bu yöredeki ormanlar yok oldu. Bunu İstanbul ve başka yörelerdeki yangınlar izledi. Aynı anda başlayan orman yangınları birçok kuşkuyu da yanında getirdi. Ancak kimin, niye ormanlarımızı yaktığı sorusu, boşlukta kaldı.