27 Mayıs İlericiydi...

Şeker Bayramında doğup büyüdüğüm Konya'nın Hadim ilçesine gittim. Yıllardır gidemiyordum. Olmuyordu bir türlü. Örneğin, bir politikacıyla, parti lideriyle Konya'ya gidiyordum da, kaçamak yapıp iki saat uzaktaki ilçeme gidemiyordum. Geziler, tümüyle iş gezileriydi, onları aksatamazdım...

İlçeye, doğduğum köye gitmek, anlatılmaz bir hüzün verir bana. Anamın gömütü, koca gömütlükte minicikti. Taşları da öyle: "Fatma Ekmekçi, D: 1900, 0:1953" o kadar. Minicik taşına başımı dayayıp, doya doya ağladım. Babam, ayrı bir yerde yatıyordu. "Hocalardan Kâtip oğlu Mehmet Ekmekçi, 1892-1950". Gömütlerinin üzerlerini kaplayan dağ çiçeklerinden birer birer koparıp, şapkama taktım. Muharrem Amcam, babamın yanı başında yatıyordu.

Gömütlükten eve giderken, cezaevinin önünden geçtim. Nöbetçi jandarmaya sordum, "Kaç kişi var içeride?" diye. Beş kişi yatıyormuş. Sonra savcı anlattı, yatanlar da Hadimli ne değillermiş; Konya'dan, başka yerlerden gönderilmişler, ilçede hemen hemen suç işlenmiyormuş. Jandarma komutanı astsubay başçavuş,

"Ben buradan çok memnunum. İsviçre gibi yer..." dedi.

Hadim, Torosların tepesinde bir ilçe Kışı, beş altı ay sürer. Yakın tepelerde karlar vardı. Bayrama gelenler, arabalarıyla tepelere varıp kar getiriyorlar, karlı pekmez yiyorlardı. Çocukluğumda karlı pekmeze bayılırdım!

Yüzyıllık evimizin çatısı yoktu, düz damlıydı. Kimileri çatı yapmışlardı çinkodan. Çinko çatıların kışın kardan kürünmesi derdi yoktu. Ancak, düz damların da ayrı zevki vardı. Bir kez, evlere balkon hizmeti görürdü. Bulgurluk buğdaylar damlara serilir, yaz sıcağında yıldızların altında gece ne güzel uyunurdu!

Eşimle, kızlarım Eylem, Özlem’le birlikte gitmiştim. Onlar çok sevdiler, kırlarda dinlendiler, eğlendiler... Bir eşeğe binmediler, düşmekten korktular genez! "Genez" sözcüğünü, köylünün sıkça kullandığını gözledim. Bu, "belki" anlamında kullanılıyordu. "N", "g" ile birlikte söyleniyordu, gırtlaktan.

İlçede, köylerde yoksulluk diz boyuydu. Kaymakama, Fak-Fuk Fondan yardım istemeye gelenler çoktu. Kaymakam, "yüzde yetmişi yoksul" diyordu.

Yargıcın kızı Ayşegül'e,

"Burayı sevdin mi?" diye sordum.

"Sevmedim!"

"Neden?"

"Çünkü, dondurma yok!"

Savcı da, ilçenin bir yunağı (hamamı), doğru dürüst bir lokantası olmayışından yakınıyordu. Savcı bekârdı...

Eski arkadaşlarımın çoğu sakal bırakmışlardı. Başlarında takkeler vardı çoğunun. Şapkalı kişi yok denecek denli azdı. Şaştım da kaldım!

Bayram namazından önce, camide, Arapçaya çalan bir deyişle konuşan hoca, "Bu, şeker bayramı değildir, şeker bayramıdır, diyenlerin bayramlarını kutlamayın" diyordu. Hocaya göre, oruç tııtmayanların da bayramları kutlanmamalıydı. Bunlar cennete gitmeyeceklerdi! Hani, bayramlarda hoşgörü olacaktık! Politikacılar, lafta öyle diyorlardı, ama camide hâlâ neler söyleniyordu? Süleymancıların da camiye gelmedikleri, diyanetin camisinde namaz kılmak istemedikleri biliniyordu. Laik Cumhuriyet Türkiyesi ne duruma gelmişti? Bayrama dek, ramazan boyunca, kimse açıkta bir şey yiyemiyor, çay ne içemiyordu. Bize çayları kahveden, bir arkadaşımız kapalı karton kutu içinde getirmişti!

Asıl olayla, Konya garajında karşılaştık. Eşim Aldoğan, otobüs saatini beklerken, birkaç Konya kaşığı almak istemiş. Kaşıkları bir kâğıda saran satıcı,

"Bugün 19 Mayıs, bayram değil mi?" diye sormuş.

"Evet," demiş Aldoğan. "19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı!"

"Biz, bunu bayram olarak kabul etmiyoruz, inşallah bu bayram da bir gün kaldırılacak..."

"Neden?"

"Çünkü kollar, bacaklar çıplak; biz böyle şeyi istemiyoruz!"

"Neden böyle söylüyorsunuz? (Yakındaki turistleri göstermiş) Bakın, onlar da çıplak! Ama onların paralarını alıyorsunuz. Onlardan yardım istiyorsunuz. Değiştirin bu kafayı, değiştirin!"

Çevreden toplanmışlar. Satıcıya sormuşlar:

"Ne diyor, ne diyor?"

"Bu kafayı değiştirin!" diyor...

Eşim geldi, sinirden tir tir titriyordu...

Yıllar var ki, gericilik, bağnazlık almış yürümüştü. Yol boyu, M. Rauf İnan’ın "Bir Ömrün öyküsü 2 /Köy Enstitüleri ve Sonrası" yapıtını okudum. Ankara'ya dönüşte Ahmed Arifle konuşuyordum.[1]

Şöyle dedi Ahmed Arif:

"Türkiye'de üç önemli şey oldu: Biri Dumlupınar, biri Köy Enstitüleri, biri de 27 Mayıs!"

Yarın 27 Mayıs, 27 Mayıs devrimi ilerici bir eylemdi. 28 yaşını bitirdi. Onun getirdiklerini yok etmek için, nasıl çalışıldığını her gün gözlerimizle görüyorduk. 27 Mayıs Anayasa ve Özgürlük Bayramı artık yok! Ama gönüllerde yaşamakta. Buna hiçbir gerici tutum engel olamıyor işte...

27 Mayıs yarın görkemli bir biçimde kutlanacak. 17 Nisanlar gibi. 27 Mayısçılar, önce sabah saat 10.00'da Anıtkabre giderek saygı duruşunda bulunacaklar. Daha sonra, Yüksek Adelet Divanı Başkanlığını yapmış olan Salim Başol'un evine gidecekler. Sonra, ölen Milli Birlikçilerin gömütlerine çiçek koyacaklar. Yine yarın saat 14.30'da Türk Hukuku Kurumu Salonunda düzenlenecek toplantıda, 27 Mayıs Milli Devrim Demeği Başkanı Suphi Gürsoytrak açış konuşmasını yapacak; Türk Hukuk Kurumu ikinci Başkanı Halit Çelenk, insan Haklan Demeği Genel Başkanı Nevzat Helvacı, Prof. Cahit Talaş ile Prof. Sadun Aren yapacakları konuşmalarda 27 Mayısın getirdiklerine değinecekler.

26 Mayıs 1988




[1] Ahmed Arif'i 2 Haziran 1991'de yitirdik.