Emniyette "hücre"de baskılar, yokluklar, sanıkların kendilerine bir zarar vermemeleri, hatta kendilerini asmamalan içinmiş! Bu gerekçeye, Vecihi Timuroğlu deli olmuş:
"... Niye insan kendisini hücrede asacak ki? Olabilir, dayanamayan insan olabilir, çok suçlu insan olabilir; ama bu da milyonda bir olur! Milyonda bir sapığa göre düşünüyor, normal (düzel) insana göre düşünmüyor devlet. Çok önemli Mustafa!"
Vecihi Timuroğlu, “hücre"de tanık olduğu ikinci gecenin olayını da anlattı:
"Neyse, gece bir patırtı gürültü doğdu; ikinci gün gece, bu bizim olaylarımızın dışında şimdi..."
"Sorgu morgu yok!"
"Hayır, daha sorgu yok! ikinci günün sonunda, gece patırtılar gürültüler... Bir sürü insanlar geliyor, gidiyor, biz hücredeyiz; anlamıyoruz da tabii. Meğerse öğrencileri toplamış, getirmişler. Epeyi sakatat var herhalde ki işte... Şuydu buydu, beş dakikada onların sorgularını yaptılar, bıraktılar! Kendi aralarında konuşuyorlar, işte diyorlar:
'Yav, bu çocuklar... Neyse, bıraktık gittiler...'
'Boş ver,' diyor öbürü, iyi iş yaptık, falan. Neyse böylelikle DGM'den de kurtulduk diyorlar. Yani, DGM'ye götürmemiş oluyorlar.
Onlan bıraktılar, fakat iki kızı bırakmadılar! O iki kızdan biri, benim hücremin yanına geldi; hücremin yanına geldikten sonra, sert ekip görevde, o ekipten biri geldi, kızla bir şeyler konuştu... Kıza,
'Ne oldu,' diye sorduk.
'Ne bileyim ne olduğunu? İşte görüyorsunuz' dedi." (Görevliyle genç kız arasında şu konuşma geçmişti):
"Sen niye böyle işlere karışıyorsun?"
"Siz nasihat etmeyi bırakın (genç kız gayet ciddiydi), sancım var; kolum kırıldı (ya da çıktı dedi) bilmiyorum, dayanamıyorum! Çok sancım var. Lütfen beni rahat bırakın!"
"Kırılırsa kinisin, ne olacakmış yani?"
Vecihi Timuroğlu; hücreden duyuyor sesi. (Hücrelerin arası, sonradan örülmüş belli, orası büyük bir salonmuş, tuğlayla örülmüş sonradan, konuşmalar duyulabiliyormuş.)
"Bu gitti, yeniden geldi kıza. Belli ki arkadaşlarını kurtarmak için bir şey arıyor. Kıza bir para vermek istedi..."
(Bu arada, Vecihi Tlmuroğlu'nun anlayamadığı bir konuşma da geçer görevli, "Buluşuruz, yarın görüşürüz!" gibi sözler de mi etmektedir? Timuroğlu, "Anlayamadım, art niyeti ne?' diye sorar kendi kendine. Genç kızın yanıtı iyice duyulmaktadır bitişik hücreden.)
"Ben bu parayı alamam!"
"Niye alamazsın?"
"Benim olmayan bir parayı yiyemem! Lütfen beni rahat
bırak!"
"Sen bilirsin!" (Görevli uzaklaşır.)
Vecihi Timuroğlu anlatıyor olayın gerisini:
"Sen bilirsin, dedi, gitti. Kapıyı da kapatınca bizi duyamıyorlar; ben tıkırtıyla kızı uyardım, kız da tıkırdattı:
'Kızım senin adın ne dedim.
'Feride dedi. Soyadını anlayamadım. Söyledi ama. Kızım neyin var?' dedim. 'Bilmiyorum' dedi. Bana Hocam dedi. Belki alışkanlık, belki de bildi. Bunlar öğrenci oldukları için herkese hocam diyebilirler. 'Hocam', dedi, 'kolum ya kırıldı, ya çatladı ya çıktı, sancısına dayanamıyorum!'
'Eee, senin altında bir yatak, bir şey falan var mı,' dedim.
'Bir battaniye var, battaniyenin yarısını altıma aldım, yansını sırtıma aldım!'
'Kızım, o para ne parasıydı?'
'Ben de bilmiyorum!'
'Peki, senin paran var mı?'
'Yok!'
'Aç mısın?'
'Açım!'
Sabah oldu, iyi ekip geldi! iyi ekip gelir gelmez, söyledim, 'Bakın', dedim, 'böyle böyle'... Bizim hanım da bana biraz peynir ekmek göndermiş, bu çocuğa peynir ekmek verelim!'
'Peki,' dedi, hemen aldı, verdi. Bir de süt getirtti çocuğa; yani kendi parasıyla getirtti, para verdik almadı! Böyle, iyi bir insan o da! 'Yahu', dedim, 'bu çocuğun kolu da kırık, çıkar şuraya...'
'Hocam', dedi 'ben ona karışmam! Buraya kadar, ondan sonrasına karışmam!'
'Niye?'
'O, polisle çatışmaya girmiş! Başıma iş açar sonra (Timuroğlu, kendi aralarında da korkuyorlar diye düşündü) Biraz geçti, yanımızdaki bir başka hücreden daha yüksek sesle konuşma geliyor. Bir polis görevlisi o da; diyor ki:
‘Kızım bak, sen suçsuzdun, niye buraya geldin? Anlat bana! Senin burada olduğunu öğrenir öğrenmez deliye döndüm ve buraya geldim.’ Kız öğrenci konuşuyordu:
‘Ben Silifkeliyim, yeni geldim. Benim olaylardan filan hiç haberim yok. Arkadaşlamızdan birinin annesi, yiyecek vermişti; ben o torbayı arkadaşıma götürüyordum, İdari ilimler Akademisinin orada indim otobüsten, öğrenciler kaçışıyorlardı; beni ilgilendirmiyor. Ben karşı kaldırıma geçtim, yurda doğru yürüdüm ki arkadaşıma torbayı vereceğim, birden polis beni de çevirdi; kardeşim demeye kalmadı, beni de attı arabaya. Ondan sonra hepimizi arabanın içinde feci dövdüler! Çok kötü küfürler ettiler. Buraya getirdiler! Ondan sonra, herkesi bıraktılar; fakat bu arada bizi adli tıbba götürüp getirdiler! Adli tıpta benim sırtımda bir yara, cop izi görüldü. Onun için beni tekrar buraya getirdiler. Bana zorla başka tutanak imzalattılar!' (Genç kızın bu sözlerine gelen polis kızmıştı).
Aptal kız! Niye imzaladın? Kendini suçlu yaptın!'
'Ben ne yapayım? Cuma günü ödevim var, pazartesi günü sınavım var, ben mecburum. Lanet olsun! Ben adli tıbba da gitmek istemiyorum. Benim ablam, Numune Hastanesinde sosyal hizmetler uzmanı, beni tedavi ettirirdi. Allah kahretsin!’ (Genç kız ağlıyordu.)
Genç kızı getirip kaloriferin yanına koydular, ilgilenmeye başladılar. Görevde iyi ekip olduğu için beni çıkardılar. "Gel, sen de biraz otur' dediler. Polis görevlisi sorgulamasını sürdürdü, şöyle dedi:
'Bak, Feride kızım! Sana karşı haksız bir muamele yapıldı; ben bir polis olarak buna isyan ediyorum! Polisin adını, böyle ... böyle kafasızlar, bizi... rezil ediyorlar! Ben akidemi mezunuyum, bir polis mesleğine bunu yakıştıramıyorum! Yann her şeyi ortaya koyacağım, senin işini düzelteceğim! Eğer düzeltmezsem, burada herkes tanık olsun, namusum üzerine, bu mesleği terk edeceğim! Çünkü, gerçekten sana yapılan muamelenin haksızlığını ben biliyorum, ta başından sonuna kadar. Ben senin nasıl alındığını nasıl getirildiğini biliyorum!' (Genç kız teşekkür etti, memnun oldu, görevli gitti, Timuroğlu’nu yine hücresine koydular)..."
26 Aralık 1989